
“Hazır mısın?”
“Hazırım.”
Telefon, sehpanın kenarına dayanmış ve ekran parlaklığı sonuna kadar açıktı. Elif başını Murat’ın omzuna yaslamış, gülümsemesi yüzüne tam oturmamıştı ama o an için yeterliydi. Murat refleksle elini Elif’in beline koydu. Üç, iki, bir… Flaş patladı. Bir saniyelik ışık, odayı olduğundan geniş göstermişti. Fotoğraf ekranda belirince ikisi de öne eğilip baktı. Elif, başını yana eğip dikkatle inceledi:
“Biraz karanlık,”
Murat:
“Filtreyle düzeltirsin,” dedi ve sigarasını aradı. Elif birkaç dokunuşla rengi açtı, sonra paylaş tuşuna bastı. Dakikalar içinde bildirimler gelmeye başladı. Kalpler, övgüler, “bayılıyoruz size”ler… Ekran, sahte bir sıcaklıkla parlıyordu. Elif telefonu kanepeye bırakıp pencereye yöneldi. Camın dışında hava ağırdı; akşam serinliği perdeyi kıpırdatıyordu. Sokaktan bir kadın geçti elinde market poşetleri vardı. Elif’in gözleri kadının yürüyüşüne takıldı — tanıdık bir acele, tanıdık bir yalnızlık. “Belki de herkes bir yere yetişmeye çalışıyordur,” diye geçirdi içinden. Yetişmek…ya da kaçmak.
Murat balkona çıktı. Sigarasını yakarken cebindeki telefon titredi. Ekranda bir isim belirdi — bildiği, özlediği ama görmek istemediği bir isim. Parmakları ekrana gitti, sonra geri çekildi. Bir an, sadece rüzgârın uğultusu kaldı. Sonra, sanki hiçbir şey olmamış gibi, küllüğü aradı. İçeri döndüğünde Elif hâlâ penceredeydi. “Ne düşünüyorsun?” diye sordu Murat. Elif başını çevirmedi. “Bir şey düşünmüyorum,” dedi. Cümle kısa, ama sesindeki yorgunluk odayı doldurmuştu. Murat oturdu, uzaktan televizyonu açtı. Ses kısıktı, görüntü donuk. Bir dizi karakteri kahkaha attı, sonra bir reklam girdi. Elif kanepeye geçti ve yanına oturdu ama aralarında neredeyse bir koltuk mesafesi vardı. Ekrandaki renkler yüzlerine vuruyor, gülümsemeleri aydınlatıyor, sonra soluyordu. “Akşam ne yesek?” dedi Murat. Elif omuz silkmeden, “Fark etmez,” dedi. Kısa bir sessizlik oldu. Televizyondaki ses fonda kaybolmuştu. Birbirlerine dönmeden oturdular; sanki her şey, söylenmemiş cümlelerin üstüne inşa edilmişti.
Gece, yatağa uzandıklarında sırtları birbirine dönüktü. Yastıklar arasında görünmeyen bir duvar vardı. Sokak lambasının turuncu ışığı perde aralığından süzülüyor, birinin yüzünü aydınlatıyor, diğerininkini gölgede bırakıyordu. Elif’in gözleri
açıktı. Düşünceler başlıyor ama yarım kalıyordu. Bir gün biri beni gerçekten severse… Cümle tamamlanmadan uykuya benzer bir boşluk alıyordu yerini. Murat’ın uykusu yok. Tavanı izliyordu. Duman kokusu hâlâ odadaydı; bir yabancının parfümü gibi asılı duruyordu. Bir an, Elif’e dokunmayı düşündü ama elini kaldırmadı. Belki de dokunmak,
bir şeyi hatırlatır diye korktu. Sabah olmuş ve mutfakta kahve kokusu vardı. Elif sessizce masaya iki fincan koydu. Murat, gazeteyi açmadan önce telefona uzandı.
Yeni bir paylaşımönerisi belirdi:
📸#MutlulukPozu#BirlikteGüzeliz
Birbirlerine kısa bir bakış attılar. Gözlerinde, aynı fotoğrafın içinde olmaktan başka bir ortaklık kalmamıştı. Elif fincanın kenarından bir yudum aldı, kahve soğuktu. Murat pencereden dışarı baktı; güneş yeni doğmuş ama odada hâlâ gece havası vardı. Ve yine flaş patladı —aynı gülümseme, başka bir sabahın yüzünde


















