Öykü: Mücellat | Ece Batur

Ekim 7, 2025

Öykü: Mücellat | Ece Batur

Dar sokakları ve ahşap konaklarıyla bir labirenti andıran 1860’ların Beyazıt semtinden bahsederken mücellithaneleri atlamak olmaz. Zamanın en meşhur mücellitlerinden Celaleddin Efendi her zamanki gibi atölyesinde canla başla çalışıyordu. Onun için gece gündüz fark etmiyordu. Kitap ciltlemek tutkusu haline gelmişti.

Gaz lambasıyla aydınlatılan küçük bir oda, Boğaz’ın nemli havası, ahşap zemin, baş döndürücü tutkal şişeleri, eski kâğıtlardan yayılan küflü nefes ve deri tabaklama sıvılarının kesif kokusu ortamın atmosferini oluşturuyordu. Şam’dan getirilmiş kitap bezleri ve Mısır’dan alınmış deri yığınları büyük bir titizlikle raflara yerleştirilmişti. Çeşitli boylarda makaslar, iğne keseleri, kemik katlayıcılar ise duvardaki çivilere asılmıştı. Pencereye yakın duran büyük ceviz masada ise mumlu iplikler, bir delgi ve bir yığın kâğıt, maharetli ellerde can bulmayı bekliyordu. İşte Celaleddin Efendi’nin tüm hayatı bunlardan ibaretti.

Dışarıdan bakıldığında kendi hâlinde bir zanaatkâr olarak görülen Celaleddin Efendi’nin içinde onulmaz bir yara vardı. En yakın arkadaşı Şemsettin Efendi’yi bir gün önce toprağa vermişti. Unutulmaz anılarını paylaştığı, yeri geldiğinde ekmeğini bölüştüğü can dostu artık yoktu. Tüm ruhunu tarifsiz bir keder sarmıştı. Ancak rehavete kapılmaması, yasının, verdiği sözü tutmasını engellememesi lazımdı. O akşam Hekim Mehmet Efendi’yle önceden kararlaştırdıkları handa buluştular. Kısa bir hasbihalden sonra Celaleddin Efendi: “Getirdin mi?” dedi. Mehmet Efendi söz verdiği üzere elindeki paketi Celaleddin Efendi’ye uzattı. Çok uzun etmeden ayrıldılar.

Celaleddin Efendi her zamanki gibi tezgahının başına döndü. Çalışmak, onu aklındaki hazin düşüncelerden uzak tutuyordu. Tutkal, kâğıtlar ve makaslar onun sırdaşı ve yoldaşı olmuşlardı. Elindeki kitaba son bir düğüm attıktan sonra pres makinesine koydu ve özel projesine başladı. Elinde dostunun eseri olan otobiyografisine ait el yazması kâğıtlar duruyordu. Kim bilir ne anılar sığdırmıştı kısacık ömrüne. Bu kitabı ciltleyecek ve arkadaşını ölümsüzleştirecekti.

Celaleddin Efendi eski usullere sadık bir zanaatkârdı. Elindeki malzemeyi bakır bir leğene koydu ve kireçli suya batırdı. Atölyeyi keskin bir koku sardı. Daha sonra bu düzeneği iki gün beklemeye bıraktı. İkinci günün sonunda, bir bıçağın yardımıyla malzemenin yüzeyindeki artıkları kazıdı ve meşe kabuğu özünden hazırladığı bir mazı suyu banyosuna yatırdı. İki hafta boyunca bu banyo suyunu karıştırarak kürledi. Kürleme aşaması bittiğinde ise malzeme pürüzsüz, esnek bir parşömene dönüşmüştü.

Celaleddin Efendi sekiz sayfalık formalar haline getirdiği kâğıtları düzenledi. Yirmi paket, toplam yüz altmış sayfa yapıyordu. Daha sonra delgi ile kitabın omurgasına delikler açtı ve mumlu ipliğini iğneye geçirdi. Kitabı ilmek ilmek işledi, düğümlü dikişleri sıra sıra attı. Pamuklu bezi tutkal ile yapıştırdı ve preste bir gece boyunca tuttu. Ertesi gün hazırladığı parşömen görünümlü malzemeyi sert bir kartona yapıştırdı. Kartonun kenarlarını katladı ve köşeleri kemik katlayıcıyla düzeltti. Kapağa altın yaldızla “Bir Ömür Yetmez” yazdı.

Sonunda bitmişti. Verdiği sözü tutmanın rahatlığıyla kendisine okkalı bir Türk kahvesi yaptı. Âdet olduğu üzere höpürdeterek içti. Yeni ciltlediği kitabı eline aldı ve okşadı. Hasretle içini çekerken “Canım dostum,” dedi. Masanın öbür ucunda bir ansiklopedi duruyordu. Üzerinde ise şöyle yazıyordu: Antropodermik Bibliopegi (İnsan Derisiyle Ciltleme).

Yorum yapın