Öykü: Kırık aynalı karakol | Elif Asma Kurt

Eylül 30, 2025

Öykü: Kırık aynalı karakol | Elif Asma Kurt

Kırk iki yıldır görev yaptığı karakola adım attığı anda, hengâmenin tam ortasında buldu kendini. Sabah kahvesini daha yeni bitirmişti ki, ansızın çalan kapı cevap beklemeden açıldı. Gençlik yıllarının acemiliğini anımsatan, yeni atanan polis, jöleyle şekil verilmiş saçları ve ütülü kıyafetleriyle karşısında manken gibi duruyordu. Oysa o, sabah zar zor tıraş olmuş, birkaç yerini de kesmişti. Yandan ayırdığı, artık kırlaşmış saçlarına yaptığı tek bakım, Taraklı’dan aldığı şimşir tarağıyla gece yatmadan önce ve sabah ilk iş saçlarını taramaktı. Amirinin karşısında heyecandan yükselen sesiyle genç polis;

  •  Komiserim, görgü tanıklarını topladık.
  •  Sırayla alın içeri, dedi komiser

Genç polisin karşısında elini kolunu nereye koyacağını bilemez hareketleri, onu gençlik zamanlarına götürdü. Bu kapıdan ilk girdiği günü, ne kadar heyecanlı ve gururlu olduğunu hatırladı; anasının, kendisini okuyup üfleyerek uğurladığı o ilk günü…  Sonrasında sevdiği kadının üniformalı hallerine düzdüğü methiyeler. Buğulu yeşil gözleriyle meftun olduğu, evlendiklerinde cennetten bir parçaya sahipmiş denli mutlu olduğu zamanları… Şimdi ise, kırk yılın sonunda sabah çalan alarmla, “Kapa şunu!” diye kendisini tekmeleyen kadını. O güzel, edalı yeşil gözler, nasıl olup da düşmanına bilenmiş, yırtıcı bir kediye dönüşmüştü?

Genç polis, içeriye altmışlarının sonlarındaki bir kadınla girdi. Kadın, başında fötr şapkası, dudaklarına acemice sürülmüş kırmızı ruj ve göz kapaklarına dağılmış açık yeşil farıyla dikkat çekiyordu. Komiser başıyla selamlayıp sordu;

  • Adınız Saniye Uysal, doğru mu?
  • Evet, Komiser Bey.

Komiser elindeki kahve fincanını, sanki geçmişin üşüşen anılarını itiyormuş gibi, ince parmaklarıyla itti.

  • Saniye Hanım, gördüklerinizi anlatır mısınız lütfen?

Kadın, uzun bir anlatıya hazırlık yapar gibi arkasına yaslanıp bacaklarını üst üste atarak derin bir nefes aldı.

  • Tabii, anlatayım, Komiser Bey. Akşam astığım çamaşırları kontrol etmek için balkona çıktım. Gece boyunca yağmur hiç uyutmamıştı; cama vuran damlalar sanki kafama kafama düşüyordu. Yağmuru hiç sevmedim, yeni değil, aslında eskiden beri sevmedim. Neden sevmediğimi düşündüm, buldum. Çocukken sokakta oynarken birden yağmur bastırmıştı. Nasıl bir yağmur, anlatamam; şehri sular almış, her tarafı sel götürmüştü. Hatta o gün denizde öyle bir fırtına kopmuştu ki, bir Rus gemisi karaya oturmuştu. Bütün şehir bunu izlemeye gitmiştik, bunu konuştuk günlerce…
  •  Olaya dönelim lütfen.
  • He, tamam, dönelim işte efendim, ben yağmuru oldum olası sevmem.
  • Olayın oluş anına dönelim.
  • Evet, onu anlatıyordum işte, yağmuru hiç sevmedim, küçüklüğümde çocuklar sokakta oynardı. Kapı önlerinde. Acıkınca, komşu teyzeler salçalı ekmek verirdi.

Bunu anlatırken bir ürperti geçmiş gibi üzerinden, titreyip devam etti;

  •  Şimdi öyle mi? Komşu teyzeler, çocukları kesiyor…
  • Hangi komşu teyzeler efendim? Dedi komiser.
  • Sabah programı izlemiyor musunuz, Komiser Bey? Bu ülkede neler oluyor neler!
  • İzlememe gerek kalmıyor, efendim, polis olduğumdan.
  • Aaa, evet, siz polistiniz, değil mi? Ben de kalkmış kime ne anlatıyorum, dedi ve kahkaha atarak dizlerine vurdu.
  • Evet, efendim, kime ne anlatıyorsunuz?
  • Kime anlatmışım efendim, ben ne biliyorum ki, anlatayım? Sabah programlarında izlediklerimden biliyorum, her kanalı da çekmiyor nalet televizyon. Hele öğleden sonra, evlilik programları tam başlayacak, hop, görüntü gidiyor. Kapıcıya kaç defa söyledim, “Tamam, Saniye Teyze, yapacağız,” diyor. “Ölme eşeğim, ölme!”
  • Ne televizyonu, Saniye Hanım?
  • Evdeki televizyon, efendim, evdeki televizyon. İnsanın kimi kimsesi olmayınca, kapıcılardan medet umuyor işte. Mühendis torunum var, sorsanız. Görseniz, nasıl yakışıklı, nasıl kibar! Okulu dereceyle bitirdi. Mezuniyet töreninde plaket vermişler. Göremedim tabii, beni çağırmadı.

Son cümleyi söylerken, sesi titreyen Saniye, çağrılmadığını ilk defa idrak ediyormuşçasına şaşkın bir ifadeyle ağlamaya başladı. Şekilden şekle giren yüzü, ağlarken daha genç görünüyordu.

Ağlayan kadının karşısında ne yapacağını bilemeyen komiser, bir yığın peçeteyi uzatıp,

  • Hay Allah ya, ağlamayın, alın, alın, gözyaşlarınızı silin, dedi.
  • Kadın, peçeteleri alırken derin bir iç çekti ve devam etti:
  • Nasıl ağlamayayım, Komiser Bey? Bir tane torunum var, ne kapımı açar ne de telefon eder. Eskiden bayramlarda gelirdi, şimdi o da kesildi. Anası dolduruyor kesin. Neymiş efendim, benim oğlan, onu çocukla bir başına bırakıp yurtdışına gitmiş. Ben mi gönderdim? Kadın olaydın da kocana sahip çıkaydın…
  • Yapmayın, efendim!
  • Ona böyle der miyim? Demiyorum tabii, onun da suçu yok. Benim oğlan hayırsız çıktı. Bıraktı gencecik karısını, el kadar bebeyle. “Oğlum, yapma,” dedim, “alacağım onları da,” dedi. Gelin üç beş yıl durdu, yalan yok bekledi. Ama benim oğlan yalancı hep hikayeler hep bahanelerle oyalayınca gelini, çekti gitti.

Kadının sesi, gözyaşlarıyla yıpranmış, ama bir yandan da içinde biriktirdiği yılların öfkesini taşıyordu. Omuzlarını çeke çeke ağlamaya koyuldu. Ağlarken gözleriyle, alttan alttan etrafı da kontrol ediyordu. Komiser, genç polise seslendi:

  • Oğlum, su isteyin Saniye Hanım’a.

Saniye, gelen bardaktan bir yudum aldı. Burnunu uzun bir şekilde sümkürüp, sümüklü mendilleri su dolu bardağa doldurdu. İki adam, tiksintiyle birbirlerine bakıştılar. Komiser, bardağın atılması için bakışlarıyla genç polise talimat verdi, genç polis de bakışlarıyla yanıtladı, “Emriniz olur”

Saniye, başını önce birine, sonra öbürüne çevirerek adamların göz temasını bozdu. Dikkatleri üzerine topladıktan sonra,

  • Nerede kalmıştık, Komiser Bey?
  • Antende… Yok, yok, yanlış oldu, orayı geçtik, siz olayı anlatıyordunuz, balkona çıkmıştınız.
  • Evet, anten çekmiyor, torunda gelmiyor diyordum, dedi ve birden genç polise dönerek,
  • Evladım, şekerim var, bana bir şeyler bul getir, ağzıma atayım, yoksa bayılacağım, diye ekledi.

 Ne yapacağını kestiremeyen genç polis komutuna göre harekete geçmeye hazır bir duruşla amirine baktı.

–  Oğlum getir işte, bir şeyler topla masalardan kimin yanında ne varsa al getir!

Saniye, genç polisin ardı sıra bakıp kapıdan çıktığına emin olana kadar bekledi ve komisere;

  • Genç çocuğun yanında demedim Komiser Bey, benim oğlan gitmiş orda başka kadın bulmuş diyorlar, o kadınla çocuk bile yapmış, siz bir araştırsanız baksanız aslı astarı var mı?
  • Nasıl araştırayım Saniye Hanım? Başka ülkede diyorsunuz.
  • Siz onu şey gibi yapın, dur ben düşündüm, hani sanki suçlu gibi getirebilirsiniz ülkeye. Yapsanız ne iyi olur hep dua ederim.
  • Nasıl yani oğlunuz suçlu mu?
  • Suçlu tabii!
  • Suçu ne?
  • Karısını küçücük çocukla bırakıp gitmek, annesini bayramdan bayrama aramak! Ben onu böylemi büyüttüm? Ne emeklerle büyüttüm bir bilseniz. Hep hastaydı her gün hastanelere taşırdım onu, bir dediğini iki etmedim. Mükafatı bu mu olacaktı? Tamam o benim görevimdi ama onunda evlat olarak görevi yok mu? Gerçekten fena oluyorum şekerim düştü.
  • Az önce gerçek değil miydi?
  • Tabi ki gerçekti ama şimdi daha gerçek.

Komiser, koltuğuna yaslanmış boş boş bakıyordu. Karşısında oturan yaşlı kadına söz geçirememişti. İfade almaktan, sorgulamaktan ziyade, konuşmalarının bir tür kadın programına dönüşmesini ve kendi uyumunu şaşkınlıkla izliyordu. Basit bir sorguyu bile becerememişti. “Belki de emekli olma zamanım geldi” diye düşündü. Kendisiyle mi Saniye’yle mi konuştuğu belirsiz bir şekilde;

  • Anladım, dedi usulca

Kapıyı ayağıyla çalmaya çalışırken, içeri neredeyse düşen genç polis, elinde tuttuğu çikolata bisküvi ne varsa sehpanın üzerine bıraktı. Bir yandan sevdiği bisküvileri açmaya çalışan Saniye;

  • Oğlum çayda söyleyiver kuru kuru gitmez boğazımdan,

Komiser kafasıyla onaylayınca genç adam çay söylemeye gitti. Saniye önündeki bisküvilerden bir avuç alıp komiserin önüne bıraktı.

  • Ben istemiyorum sağ olun, diyen adamın ağzına kelimeleri tıkadı
  • Olur mu öyle şey çayla beraber güzel güzel yersiniz.

Elinde çaylarla içeri giren genç polis, amirinin ters ters baktığını görünce;

  • Amirim sizde içersiniz dedim, başını önüne eğdi elleri önünde kavuşuk kabahat işlemiş çocuklar gibiydi. Saniye hemen cevapladı;
  • İçer tabi oğlum kendine de al, al bak bu bisküvilerde çok güzel ben yiyemem takma dişlerimin altına kaçtığında temizlemek zor olur, al utanma, kendine çayda al.

Alı al moru mor olmuştu genç adamın. Kafası önünde dinliyordu.

  • Al tabi oğlum, çay al sende gel. Otur bak ne güzel muhabbet ediyoruz, diyen komiserin kinayeli sözleri genç adamı ağlayacak duruma getirmişti.
  • Tabii oğlum çay al kendine, bak amirin nasıl düşünceli, derken çaya batırdığı bisküviyi yiyordu Saniye.
  • Evet saniye hanım konu çok dağıldı dışarda bekleyenlerde var dedi komiser otoriter ses tonuyla. Saniyenin otoriteden anlayacak algısı mevcut olmadığı aşikardı;
  • Kim bekliyor komiser bey?
  • Diğer görgü tanıkları.
  • Neyin görgü tanığı?
  • Siz neyin görgü tanığıysanız onun.
  • Görgü tanığı mı? Ben ne görmüşüm efendim kim çıkarıyor bunları?
  • Siz söylediniz efendim, gördüm dediniz ve şu an o sebeple buradasınız.
  • Yok komiserim ben görmedim yani olurken görmedim sonradan gördüm
  • Saniye hanım siz benle dalga mı geçiyorsunuz?
  • Yok efendim niye dalga geçeyim koskoca kadınım ben işim gücüm yok sizle dalgamı geçeceğim çok teessüf ederim kırıcı oluyorsunuz bazen
  • Bazen derken Saniye Hanım.
  • Şu an oldunuz mesela,
  • Saniye hanım rica ederim işim gücüm var,
  • Benimde var efendim. Ben mi sizi işinizden gücünüzden alıkoyuyorum?

Çattık der gibi ellerini birbirine vurdu komiser. Kadın bir yandan bisküviyi yiyor sorgulayıcı gözlerle de adama bakıyordu. Komiser konuşmanın neden sonlanmadığını, nasıl bu kadar uzadığını anlamamıştı. Konuşmaya devam etmenin hata olduğunu bildiği halde kendine engel de olamıyordu.

  • Çok özür dilerim de, ne işiniz vardı devletin polisinden daha önemli? Dedi öfkeli bir sesle komiser,
  • Çamaşırlarım var efendim! Bıraksanız anlatacağım ama insanı bir konuşturmadınız.
  • Efendim kaç saattir konuşuyorsunuz nasıl konuşturmadık hiç susmadınız ki.

Saniye eliyle hesap sorar gibi Komisere;

  • Rica ederim yeter artık bunlar hakarete varan konuşmalar
  • Efendim hakaret içeren konuşma yok, şu anlık, konuşuyoruz efendim hakaret yok
  • Pardon hakaret etmeniz için bana ayıplı kelimeler mi söylemeniz gerekir?
  • Ben öyle bir şey söylemedim.
  • Evet efendim aynen öyle dediniz hakaret etmiş olmanız için bana kötü kadınlara söylenen sözlerimi söylemeniz gerekir? İma etmenizde yeterli.
  • Efendim ben size böyle bir imada mı bulundum?
  • Bulundunuz efendim, ayakta bekleyen genç polise dönerek, çocuğum ben şikayetçiyim devletin polisi bana hakaret etti.

Genç adam panikle bir komisere bir Saniye’ye bakıyor bu işin içinden nasıl çıkacağını kestiremiyordu. Usulca odadan sızıp başka birini gönderebilir miydi içeri. ‘Keşke çay almaya gittiğimde dönmeseydim’ diye hayıflandı. Fakat yalnız kalmaları Komiseri daha da öfkelendirebilirdi. Saniyeyi komiserin karşısına getiren kendiydi nihayetinde. Konuşmalar tenis maçındaki top gibiydi; bir o taraf vuruyor bir öte taraf, top bir türlü sahadan çıkmıyordu.

  • Devletin polisi size ne dedi hakaret olarak, dedi komiser.

Saniye komiserin yüzüne bakmadan ağzının kenarındaki kırıntıları diliyle yalayıp ağzının içine aldı;

  • Sizinle konuşmayacağım, bunu dilekçemden okursunuz, şikayetçiyim!
  • Tamam efendim şikayetçi olursunuz. Şimdi olayı anlatın lütfen sonra yazarsınız dilekçeyi, kanun karşısında boynumuz kıldan ince.
  • Bırakın bu işleri işinize geldi mi kanun! Az önce yoktu kanunlar, bir kadına hakaret ederken.
  • Özür dilerim tamam efendim olayı anlatır mısınız? komiser sinirli sinirli gülüyordu.
  • Özür dilemekle olmuyor efendim kalbimi kırdınız
  • Allah’ım delireceğim ya sabır! Hanfendi bu sabah balkonda ne gördünüz anlatır mısınız hızlıca, sizi bekliyoruz.
  • Bıraksanız anlatacağım.
  • Bıraktık efendim bıraktık anlatın,
  • Ne anlatayım ya insanda heves mi bıraktınız gidiyorum ben,
  • Ne hevesi Saniye Hanım iki insan balkondan aynı anda düştü bunu anlatmanın hevesimi olur?
  • Nee aman yarabbi nerde düşmüş, ay ne olmuş nerde olmuş?
  • Nasıl nerde nasıl olmuş siz karşı dairede oturmuyor musunuz?
  • Hangi karşı dairede? Ben görmedim karşıdakiler mi düşmüş? Balkonda içip içip oturuyorlardı, böyle olacağı belliydi. Yoksa adam karısını mı atmış? İnşallah kadın adamı atmıştır. Ama nasıl olmuş ki ben niye görmedim?

Komiser bastıramadığı öfkesini gülerek dışa vuruyordu. Yay gibi gerilmiş suratıyla sordu;

  • Saniye hanım siz buraya niye geldiniz?
  • Bu genç oğlan aldı beni buraya.
  • Siz bu sabah karakola niye geldiniz? Delirtmeyin adamı, saatlerdir anlatıyorsunuz balkona çıktım dediniz, yağmurdan sonra çamaşırlar dediniz.
  • Evet efendim bırakmadınız anlatayım,
  • Alın size fırsat anlatın lütfen,
  • Çamaşırlara bakmaya balkona çıktım ne göreyim efendim, ne göreyim?
  • Ne gördünüz?
  • Üstteki komşular balkonuma bebek bezi atmış, inanabiliyor musunuz? Bebek bezi! Çıktım yukarı tabii. Kaçtır uyarıyorum onları, elimdeki bezi uzattım ‘bizim değil’ diyorlar “sizin değilse kimin?” dedim. Mahsus yapıyorlar efendim uğraşamıyorum artık, şikayetçiyim onlardan

Komiser, gözlerinden çıkan ateşle genç polise baktı. Bir kaşık suda boğabilirdi fakat yarısı da yeterli olurdu.

  • Tamam Saniye Hanım çıkabilirsiniz.
  • Benim şikâyetim ne olacak?
  • Arkadaşlar ilgilenecek.
  • Sizden de şikayetçiyim.
  • Oğlum, Saniye Hanım’a şikâyet dilekçesini yazarken yardım et. Sonra o dilekçenin kabul görüp benim meslekten men edilmem ya da sürülmem konusunda dua et. Dua et, bana bir şey olsun, yoksa sizin topunuza bir şey olacak, hepinizi yakacağım! Hadi oğlum, al Saniye Hanım’ı, yazın dilekçeyi!

Saniye, masanın üzerindeki bisküvileri çantasına dolduruyordu. Komiserin önündekileri de almak için izin istedi.

  • Eğer yemiyorsanız, ziyan olmasın diye alıyorum, yiyecekseniz kalsın, dedi.

Yorum yapın