Ölüm ve Yaşam Arasında Felsefi Bir Kurmaca | Ali Bulunmaz

Kasım 8, 2025

Ölüm ve Yaşam Arasında Felsefi Bir Kurmaca | Ali Bulunmaz

Kerem Işık, konuşup düşünmekten ve karşılaşmaktan korktuğumuz şeyler üzerine kalem oynatan, işin içine gerçekler kadar fantastik ögeleri ve bilimkurguyu da katan bir yazar.
Boşluklar, sıkışmışlıklar, ıskalanan hayatlar, çizilen gerçek ve hayali sınırlar, hatırlamanın ağırlığı ve unutmanın doğurduğu gerilimler, günlük akış içinde sıradan gibi görünen fakat yaşamı derinden etkileyen ayrıntılar, hepimizi kuşatan kalabalıklar ve çıkar çatışmaları, uyum ve uyumsuzluk kavgası yazarın metinlerinde işlediği meselelerden bazıları.
Işık’ın romanları ve öyküleri bizi düşünmeye çağırıyor; günlük yaşamda olup bitenleri, ihtimalleri ve gerçekleşmeyenleri işaret ediyor. Öteki Dünya da böyle bir kitap; yaşam ve ölüm, var oluş ve yok oluş üzerine felsefi bir kurmaca.

‘Tekinsiz Bir Hiçlik’

Işık, Öteki Dünya’da yeryüzünden ayrılış ile diğer “yaşama” geçiş arasında yabancılaşma, unutma ve ölümü anlamlandırma bağlamında iç içe geçen; “Öteki Dünya” ve “Taşıyıcı” başlıklı iki hikâyeyle karşımıza çıkıyor. Işık, okuru yaşam ile ölüm arasında, “görevlilerin” talimatlar verdiği, korkunun ve belirsizliğin olduğu bir bekleme alanına götürüyor. Var oluştan yok oluşa geçiş aşamasındaki insanlar, ayrıldığı dünyadakine benzer biçimde burada da bir denetime ve hizaya getirilmeye tabi.
Karmaşanın ve gürültünün, aniden “kıvamlı bir sessizliğe” ve “tekinsiz bir hiçliğe” dönüşebildiği böyle bir ortamda, “Şimdi ne olacak?” sorusu hayli önemli. Hikâyenin merkezindeki Doğan, hem bu sorunun yanıtını bulmaya uğraşıyor hem de içine düştüğü durumu zor kabulleniyor: “İçten içe bastırılması güç isyan duygularının kabardığını hissederek birkaç kez derin derin soluk alıp verdi. Haksızlığa uğradığını düşünüyordu.
Yaşarken iyi bir hayatı vardı. Gençti. İşinde başarılıydı. Çok sayıda arkadaşı, sayısız hedefi ve planı vardı. Tüm bunları kaybetmiş olduğuna hâlâ inanamıyordu.”
Dünya ile öteki dünya arasındaki ayrıma tam manasıyla ayak uyduramayan Doğan’ın zihninde sevdiklerini görüp göremeyeceğine, bulunduğu yerde ne kadar kalacağına ve kendisini neler beklediğine dair kuşkularla birlikte, geçmişte yaptıklarını tekrarlayabileceğine ilişkin bir umut var: “Nasıl ki yaşarken dünya üzerindeki milyarlarca insanın içinde apayrı bir
yerde olduğunu düşündüyse ölümünün ardından da bu kez etrafını çevreleyen binlerce ölünün hissedemediklerini hissedip onların algılayamadığı her şeyi rahatlıkla algılayabildiğini düşünüyordu.”
Doğan’ın da içinde yer aldığı, ölenlere ruhun fiziksel varlığını ve geçmişini unutturma amacıyla kurulan bekleme alanı; yaşamdaki koşturmalar, planlar ve kaygılardan sonra huzur getirecek bir mekân olarak düşünülüyorsa da oraya tam bir belirsizlik hâkim. Talimatlar, uyulması gereken kurallar ve bunları uygulayacak görevliler de cabası. Doğan ve beraberindekiler iki seçenekle karşı karşıya: Geçmişine dair her şeyi unutup bir sonraki istasyona geçmek ya da eski yaşamını sürekli hatırlayıp sonsuza dek burada kalmak. Doğan’ın hedefi de seçeneği de belli: Bir an evvel öteki dünyadan kurtulmak.
‘Boşluğun Bilgisi’ Rehabilitasyon alanı, gelenlere bir ölüler topluluğu olmanın öğretildiği bir yer. Oradaki herkes, yaşarken peşinden koştuğu huzura ermeyi hedefliyor. Alandakiler, silik ve donuk olduğu için gerçekler ile hayal ürünü olanları birbirinden ayırt etmek hayli zor. Onlardan beklenen tek şey, yaşadıklarını unutması. Fakat hepsi adeta yaratılış mitlerini baştan yaşar gibi hatırlıyor. Hatta ölülerin arasında yaşıyor ve “boşluğun bilgisi” içinde yüzüyorlar sanki:
“Ölülerin çoğu için anılar –ister kendilerine ister başkasına ait olsun– iç içe geçen bulanık, anlamsız bir yığın, can sıkıcı bir parazitten ibaret. Ara Bölge’deyken sevdiklerine ve geride bıraktıkları yaşamlarına dair anıları unutmamak için ellerinden gelen her şeyi yapmaya hazırken buraya geldiklerinde durum tam tersi bir hal alıyor. Bedenle bilincin arasındaki
mesafe açıldıkça silikleşen anılar, giderek tekinsiz görüntülere evriliyor. Her zaman olduğu gibi bununla yaşamaya da alışılıyor elbette.”
Ara Bölge, ölülerin “var olduğu” bir alan; gerek oranın acemileri gerek taşıyıcılar, bu “gerçeğin” farkında. Ortak yanları ise yaşamda en çok neyi özlediklerini bilmemeleri. Bekleme bölgesinin absürtlüğünün, daha doğrusu çelişkisinin de ayırdındalar: “Ölmemiz yetmiyormuş gibi can sıkıcı bir bekleme bölgesinde hatırladığımız her şeyi unutmamız isteniyor ama sonra yaşamımız boyunca içimize işlemiş ve bir türlü kurtulamadığımız bir ana geri dönmemize izin veriliyor ve bunun için minnettar olmamız bekleniyor.”
Işık Öteki Dünya’da; çalışmak için yaşayan, hayatının her ânını planladığını sanan, tüm bunları mutluluk ve huzur zanneden zamanımızın insanının ölümle afallayışını ve geçmişte yaptıklarını sorgulayışını hikâyeleştiriyor. Beri yandan hem yaşayan hem de yaşamdan sonraki dünyayı anlamaya uğraşan karakterlerle buluşturuyor okuru. Onlar aracılığıyla iki dünyanın yer değiştirmesi durumunda neler olabileceğini, kişinin hangi açmazlara sürüklenebileceğini kurguluyor.
Hikâyedeki karakterlerin ortak derdi, unutmalarının istendiği geçmişlerini hatırlaması.
Kısacası iki arada bir derede kalmış gibiler. Var oluş ile yok oluş salınımındalar. Böyle baktığımızda, Öteki Dünya’da olup bitenler, yüz yıllardır süregelen felsefi bir meseleyi; insanın yaşam ve ölüm arasında gidip gelişini, yaşamdan sonrasına dair tartıştıklarını hatırlatıyor.

Yorum yapın