
Osman Şahin, Türk hikâyesinin yaşayan isimlerinden biri. Yazarın kendisi, yaşadıkları başlı başına bir hikâye. Mersin’in Toroslardaki bir köyünde doğan, yoksulluk içinde ilk eğitimlerini alan küçük Osman, girmiş olduğu sınavı kazanıp Köy Enstitülerinde eğitim almak için Diyarbakır’a gider. Öğretmen olduktan sonra Güneydoğu Anadolu bölgesinde görev yapar, yakından tanıdığı coğrafya ve insanları yaşadıkları ile yoğurarak hikâye yazmaya başlar.
1970’te TRT Büyük Hikâye Ödülünü kazandığı Kırmızı Yel ile başlayan bu yolculuk yayımlanan en son eseri Kemancı Kemal ile (Cumhuriyet Kitapları, 2024) devam etmektedir. Tekin Yayınları, Cem Yayınları, Cumhuriyet Kitapları, Can Yayınları gibi seçkin yayınevleri kitaplarının okurla buluşmasında aracılık eder. Son olarak Alakarga Yayınları, yazarın bütün kitaplarını yayımlamak üzere bir çalışma başlattı. Ağız İçinde Dil Gibi ve Ay Bazen Mavidir adlı kitapları yayınlandı bugüne kadar. Osman Şahin külliyatını bu yayınevi çatısı altında bir arada görmeyi umuyorum.
Yazar, başta Sait Faik Abasıyanık Hikâye Ödülü olmak üzere pek çok ödül kazanmış, hikâyeleri başka dillere çevrilmiş biri. Yazdığı birçok hikâye beyaz perdeye uyarlanmış, bu filmler de ödüller kazanmış. Özyürek Yayınları arasında çıkmış pek çok çocuk kitabı da Osman Şahin imzasını taşımaktadır.
Birçok kitabını okuduğum bu usta yazarın Darağacı Avı adı kitabı üzerinde durmak istiyorum bu yazımda. 2010 tarihli kitapta 3 hikâye var. Ayrıca Bey Analar başlığı altında verilen üç kadın tipi hakkında bilgiler veriliyor. Kara Hapa, Sultan Ana ve Ümmülü Ana başlıklarını taşıyan bu metinler Türk kültürünü yakından tanımak adına son derece önemli.
“Üç kişiydiler, üçü de ağır başlı, ak saçlıydı. …. Erkekler meclisinde otururlar, saygı görürler, tütün tabakası taşırlar, cigara sarar içerlerdi.” cümleleri ile başlar tanıtımları. Masal analarıdır onlar. Kara Hapa köyün başağıtçısıdır. Ölüler aracılığı ile anlatır insanlara hayatı ve dünyayı. Sultan Ana, seferberliğin anlatıcısıdır. Ümmülü Ana ise yöre insanlarına “ihanet”leri anlatan bir bilge kadındır. Ümmülü Ana, ağzından Mersinlilerin Toros Dağları arasında Fransızlara karşı verdikleri kurtuluş savaşını ve bu savaşta yaşanan ihanet olayının hikâyesini anlatılır. Bu üç kadının anlattıkları ve ortaya çıkan kadın kipleri son derece etkili. Yazar, kuru bilgi vermiyor, kadınların anlattıkları hikâyeler ile metinleri daha bir okunur kılıyor.

Kitaba adını veren Darağacı Avı, göstererek anlatma, anlatılanı somutlama bakımından yazarın çizgiyi çok yukarılara çıkardığı zirve bir hikâye. Hikâyenin kahramanı Miran, düşmanı olarak gördüğü, zamanında sevdiği kız Hori ile de evlenen Hamey’i tuzağa düşürüp öldürür. Sonra onu öyle bırakmaz. Atına yüklediği cesedini zirve bir geçide götürür, orada ayağından bir ağaca asar, sonra atını serbest bırakır. Orada öylece beklemeye başlar. Ceset kokar, boğucu kokuda avının yanından ayrılmaz. Kendine yiyecek getiren kardeşi kokudan yaklaşamaz oraya. Sonra yaşlı bir adam gelir, ölüyü gömmesini, intikamını aldığını daha fazla uzatmaması gerektiğini söyler. Bu kişinin ölümle ilgili söylediği sözler de son derece etkilidir. Sonraki bir zamanda yaşlı annesi gelir, onu da dinlemez. En son öldürdüğü kişinin karısı, gençlik aşkı, Hori gelir. Bu acıyı bitirmesini, cesedi vermesini ister. Öldürdüğü adamın karşısında karısına tecavüz eder, adamın namusunu da lekeler. Yazar, bu olayın ardından hikâyeyi “Ölünün parlayan gözleri ağır ağır kapandı. Asıl şimdi ölmüş gibiydi.” cümleleri ile bitirir.
Darağacı Avı, okurken anlatılan her şeyi adım adım okuruna yaşatan, dağı taşı dolduran o kokuyu adeta okurun burnuna getiren bir hikâye. Yer yer bu özelliklerinden dolayı okumakta zorlandığım, hikâyeyi, kötü duruma daha fazla tanık olmamak için yarıda bırakmak istediğim oldu. Alfred Hitchcock’a ithaf edilen öykü, bir korku filmi havasında başlıyor ve bitiyor.
Sarı Yatak, bir dağ köyünde öldürülen bir kadının, susuz bir köyün ağasının karısının, otopsisini yapmak için giden doktor, katip ve savcının yaşadıklarının hikâyesidir. Mahremime dokundurmam diye direnen Ağa ve köyün susuzluğu hikâye edilir. Anadolu köylerindeki yoksulluğun elle tutulur, gözle görülür başarılı bir resmidir bu hikâye. Hikâyeyi okurken Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filmi gözümün önünden geçitler yaptı durdu.
Çatal Celal ile Anadolu köylerinden birinde ayrıksı bir insan tipinin kendini yadırgayan köylüler ile yaşadıklarını, kişilerin dünyasını olanca doğallığı ile anlatmaktadır Osman Şahin.
İnsanı, hikâyeyi, coğrafyayı çok iyi tanıyan Osman Şahin, toplumsal gerçekçi anlayışta olanca yalınlığı ile okunacak hikâyeler yazan başarılı bir yazar.
Günümüzde Osman Şahin’in birçok kitabının satışı yok ne yazık ki… Ancak sahaflar aracılığı ile elde etmek mümkün kitaplarını. Bu anlamda sahaflara da ayrıca teşekkür etmek gerekir. İyi kitaplara ulaşabilmemin, bu pahalılıkta kitabı ucuza alabilmemin tek yolu onlar. Okuduğum bu kitabı yakın bir zamanda Üsküdar’da bir sahaftan 50 liraya almıştım. Zorlu ekonomik koşullara direnerek sahaflık yapmaya çalışan bu kişiler de tebrik ve takdiri fazlasıyla hak ediyor.


















