Öğretilemeyen Şeyler: Ruhun Zamanı ile Bedenin Zamanı Arasında | Pelin Özer

Aralık 26, 2025

Öğretilemeyen Şeyler: Ruhun Zamanı ile Bedenin Zamanı Arasında | Pelin Özer

I.

Ruhun zamanı bedenin zamanıyla çeliştiğinde, çekiştiğinde; biri ötekini gölgelediğinde ya da basbayağı görmezden geldiğinde içeride ve dışarıda neler olup bitiyor acaba?……..

Böyle teklifsizce uzayıp giden bir sorular silsilesi davetsizce gelip zihnime-kalbime bir güzel yerleşti. Öylece yaşayıp giderken gafil avlanmışlık hissi. İnsan apansız sökün eden yersiz soruları hoş karşılayıp onlarla sakince başa çıkmayı öğrenmediği sürece ruhun ve bedenin sükûnete ermesi mümkün görünmüyor.

Böylesi meseleleri iki arada bir derede kavrayıp onların bizi soktukları müşkül vaziyetlerden hızla kurtulacağımızı; soruları bir bir cevapladıkça tüketeceğimizi ya da onların cebren ve hile ile yolaçtıkları hasarların altından kolayca bir bir kalkabileceğimizi sanmak ciddi şuursuzluk. Hem yayılma kapasiteleri öyle geniş ki ardı sıra iz sürmenin ağına düşmüş Özne’yi nakavt edeceği kesin.

Yine de bunu istila gibi görmektense her an değişmekte olan hücrelerle birlik olmaya bakmalı diye geçirdim içimden. Kolay değil elbette. Biliyorum. Tam o sırada beklemediğim halde bende bir canlılık hasıl oldu. Hücrelere odaklandım ve içimde onların belli ki son nefese dek canla başla sürdüreceği bu sonu gelmez yaramazlık oyunlarının şifresini çözmek için önüne geçilmez bir istek uyandı.

Kendine dair araştırmanın dibi delik. Merakınsa ucu açık. Bazen ötemde ve benden iç’re bıkıp usanmadan işgören beş duyumun karşısına geçip herbirinden günaşırı kendime dair raporlar alma isteğiyle yanıp tutuşuyorum. Hayatımı zora koşmaktan yılmadığım gerçeğine yakalanmam için bu yeter de artar bile ya neyse; şimdi biz iyisi mi o tenhalara hiç sapmayalım. Ama şu ısrarlı içsesi susturacak biri varsa beri gelsin:

Belki o zaman ruhun zamanı ile bedenin zamanı arasındaki gerilim çözüme kavuşurdu.

II.

Bir de tabii şu var: İnsanın kendisini oluş’undan öncesine yöneltecek denli kapsamlı bu tarz sorulara açacak mekânı, onları ağırlayacak boşlukları; hayat tüm kalabalığı ve savrukluğuyla akıp giderken derin soruşturmalar yürütecek niyeti, enerjisi, isteği olmayabilir. Ama arsız soru kütlesi bir kere ortayere gelip kurulmuş ya; kolaysa onu tek hamlede kovalım bakalım; gücümüz yetiyorsa döktürüp rol yapma becerilerimizi onu görmezden gelelim; yüzüne boş boş bakıp zerre anlamadığımızı iddia edelim; ya da iyisi mi onu oyuna getirecek kudret hemen yanıbaşımızdaymış gibi heyheylenelim.

Sonuncu seçenek hoşuma gitmedi dersem yalan olur. Nârâlar atarak cengâver benliklerime hevesle bürünecektim ki aksi yönde bir rüzgâr esti. Kendiliğinden, geldikleri gibi gitsinler ve bende hiçbir bulanıklık kalmasın diye düşünerek bir süre sessiz-kıpırtısız beklediğimi gizlemeyeceğim. Sanki dikkat çekmez bir halim varmış gibi. Kendimle dalga geçmeyi ihmal etmeden, silinme umudumu gizlemeden donakaldım. En azından bir süreliğine bana teğet geçeceklerine inanmak istedim. Soruların boşluğa düşüşünü, bulutların onları sarmasını; bir müddet sonra kendi rızalarıyla soruluklarından soyunarak başka yüzleriyle bana görünmelerini beklesem de nafile. Daha vurgulu tekrarlarla alacaklarını almadan hiçbir yere savrulup gitmeye niyetleri olmadığını duyuruyorlardı.

Baktım onlarla başa çıkamayacağım; her zamanki gibi yine çektim defterimi önüme ve kalemin kâğıtla temasından doğan ses dışında tüm sesler kesildi.

III.

Yazının yurdunda bitmek tükenmek bilmez voltalarımızın kumandası ruh ile bedenin görünmez ellerinde. Ruhun zamanı ile bedenin zamanı arasında geçenler günlük hayatta mümkün değil kendilerini elevermezken orada netlikle görünüyor. Birkaç sayfa hızla doldu bile. Soruların silinip gidişini duyumsuyorum. Beş duyumun raporu parmaklarımdan istemsizce dökülüyor. O şekillerde cevapların binbir yüzü. Onlarla karşılaştığında yüzüm parlıyor. Yüzümün onlarla birlikte parıldadığına eminim. Hergün gördüğüm yüze pek benzemiyor. Oysa başkalaşmış olduğu söylenemez. Bir mimik beliriyor. Nerede o baştaki densiz sorular der gibi. Soru yok. Kalmamış. Silindiklerinden…. (?) muhtemelen….. yüzüm yaşını yansıtmaz olmuş. Seyirme yok, endişe izine rastlanmıyor. Ruh ile beden, bütünleştiği o eşsiz anlardan birinde baktığı herşeyi kendine, kendi birliğine döndürmüş.

Sayfada ayna bulunduğuna yemin edebilirim. Yüzüm yazıdan seçilmiyor. Ve aynı zamanda yazıda yüzümden başka sözcük okunmuyor. Sakince yazıyorum. Yazıyorum. Yazıyorum. Yazdıkça harflerin nota misali ses verdiğini her duyuşumda cevaplanması başta olanaksız görünmüş sorulara dair seçenek bolluğunun titreştiğini duyumsuyorum. 

Yorum yapın