
Modern şiir, hem İtalya’da hem de Türkiye’de bireyin yalnızlığını ve çağın çalkantılı atmosferini işleyen bir alan olarak doğdu. Her coğrafyada toplumsal ve bireysel krizlerin yankısını taşıyan adeta bir “günlük” görevi gören modern şiir, İtalya’da savaşların ve faşizmin gölgesinde Ungaretti, Montale ve Quasimodo gibi dönemin önemli şairleri tarafından edebiyata kazandırıldı.
İtalyan modern şiirinin kökleri çoğunlukla rönesanstan ve klasik gelenekten geldiği için biçimsel olarak estetik öğelerle, imgesel anlatımla, mitolojik ve tarihi göndermelerle süslenmiş şekilde karşımıza çıkar. İtalyan şair Giuseppe Ungaretti (1888-1970) Birinci Dünya Savaşı cephelerinde en çarpıcı şiirlerinden biri olan “Soldati” (Askerler) şiirini söz ettiğim göndermelerle ve biçimsel kaygılarla yazar. Bu şiirdeki şu dizede doğa imgeleriyle savaşın salt askerleri değil modern dünyanın insanlarını da yalnızlaştırmasından ve yok etmesinden söz eder: “Si sta come d’autunno sugli alberi le foglie” (Sonbaharda ağaçtaki yapraklar gibiyiz)[1]. İtalya’da yirminci yüzyılın en etkili isimlerinden biri olan şair ve yönetmen Pier Paolo Pasolini’de (1922-1975) ise politika, sınıf mücadelesiyle iç içedir. “Le ceneri di Gremsci” (Gremsci’nin Külleri) şiirinde “mülkiyete zincirlenmiş ölüler” den bahseder ve şair hiyerarşik düzenin içine de önünde sonunda girecek olan ölümden kaçamayacağını anlayan üst sınıfın mülkiyet hırsını karanlık ama anlaşılır bir tonla anlatır.
Tabii ki İtalya’nın faşist hükümetin baskısı altında yaşadığı yıllardaki toplumsal sorunlara ve düzene başkaldırışı bugünün yazarlarında da yankı buluyor. İtalyan yazar Erri De Luca (1950-…) “Per i pesci del Mediterraneo” (Akdeniz’in Balıklarına) adlı şiirinde şu dizelere yer veriyor: “Prendete e mangiatene tutti / che non avanzi niente / nessuna delle cordi vocali / che hanno gridato al vento” (Alın ve yiyin hepiniz / hiçbir şey kalmasın geriye / rüzgâra haykırmış / ses tellerinden bile.) Bu dizelerle Akdeniz’de sulara düşen göçmenleri balıklara yemmiş gibi anlatan şair, bu şiirini insanlık dramına sessiz bir tanık ve sisteme güçlü bir muhalefet unsuru olarak kullanıyor. Ardından şair Akdeniz’in balıklarına şunları söylüyor: “Sarete sulle nostre tavole imbandite / Di voi sazi di loro, mangeremo tutto” (Şölen sofralarımızda olacaksınız / Onlardan doymuş biz, sizleri de yiyeceğiz.) İnsanoğlunun ve sömürü düzeninin doyumsuzluğunu açıkça kınayan şair “son akşam yemeği” göndermesi de yaparak göçmenliğin insanlık tarihinde oluşturduğu derin yarayla okurunu baş başa bırakıyor.
İtalyan politik şairlerin göndermeleri çoğu zaman savaşların, işgalin ve sınıf mücadelesinin izlerini taşır. Modern İtalya şiiri aslında yalnızca yazılı bir metin değil, toplumsal bir hafıza işlevi gören bir kayıt unsurudur. Benzer şekilde Türk modern şiirinde de politika merkez konulardan biridir. Ancak politik zeminin farklılığından dolayı ton biraz daha doğrudan, daha isyankâr ve bedenle, kimlikle ve bireyle bütünleşir. Ülkemizde bu bağlamda modern şiirin en önemli temsilcilerinden biri olan küçük İskender (1964-2019), direkt kullandığı üslubu ve çekingen olmaktan çok uzak olan tonuyla zihnimize yer eden eserler vermiştir.
küçük İskender’in, Can Yayınları’ndan çıkan Periler Ölürken Özür Diler kitabında bulunan “teorema (5p)” adlı şiirinin başında “Pier Paolo Pasolini ve Pino Pelosi’ye” ithafı bulunmaktadır. Pasolini’yi öldürdüğü şüphesiyle tutuklanan Pelosi ile İtalyan sol partisinin, dönemindeki en güçlü temsilcisi olan Pasolini’ye şiirini adayan İskender, Pasolini’nin en önemli filmlerinden olan “Teorema” filmine de gönderme yapıyor. Pasolini’nin Teorema’sında burjuva bir ailenin içindeki donuk mutsuzluğunu yine kendi elleriyle cinsel arzunun yıkıcı dönüştürücülüğüyle nasıl tanıştırdığını gösterir. küçük İskender’in şiirlerinde de iktidar baskısının hasarlarının, değişen toplumsal yapının etkilerinin ve faşist örgütlenme biçimlerinin, bedenin kimliğini korumaya çalışmasıyla iç içe girişinin anlatımını isyankâr bir lirizmle bulmak mümkündür.
Yine Can Yayınları’ndan çıkan “Waliz Bir” adlı kitabında küçük İskender, eleştirel bakış açısına lirik-nüktedan anlatımı da ekliyor. Türkçeyi ve Türkçenin sunduğu güzellikleri sonuna kadar kullanarak yazdığı günlük-şiir türündeki “22 Şubat 2016” tarihli şiirinde şöyle diyor:

“Evren ‘dönmek’ fiiliyle anılıyorsa ‘dönüş’ zaten var olduğundan, hep mümkün. / ‘Dönüş’ü, ‘dönüşüm’ü bekleme diyor bilim – olan şeyi beklemek cahilliktir. Bekleyeceksen başka bir şeyi bekle / Ortadoğu ve biz, bu aydınlanmanın dışındayız. / Hükmetme, hükmedilme geleneği ruhumuza işlemiş. Hep sürü halinde düşünüyoruz. Kumaşımız bu. / Vicdan için illa bir tanrıya ihtiyacımız var…” Bu dizelerle evrenin dönüş fikriyle var olduğunu ve değişimin kaçınılmaz olduğunu hatırlatan şair, güçlü bir sistem eleştirisine de yer veriyor.
İskender’in dizeleri, toplumsal ve bedensel varoluşa dair keskin bir sorgulama barındırıyor. Bu sorgulama sadece yazıda kalmayıp ritim, tekrar ve imgesel yoğunluğuyla aslında müziğe oldukça yakınlaşan bir damar taşıyor. Yıllar içinde farklı şiirlerin hitap ettiği kitleler değişse de toplumsal sorunların uzun süre aynı kaldığı coğrafyalarda toplumun sancılarını taşıyan modern şiirin sonraki jenerasyonlara aktarımı önem taşıyor. Bu açıdan şiirlerin bestelenmesi ya da özellikle genç neslin sesi olan sanatçıların modern şiiri şarkılara aktarması akılda kalıcılığı artırırken sanatsal doygunluğu beraberinde getiriyor.
Aslına bakılırsa şiirin doğuşunda müziksel bir damar hep vardı, şiir ritim, tekrar ve melodi sayesinde toplulukların hafızasında yer etti, dansla ve şarkıyla zamanla iç içe geçti. Akılda kalması için hikâyeleri uyaklı anlatan eski toplumlardan destanlara; dini bir gereç olan ayinlerden günümüzdeki şarkılara kadar şiir, müzikten ayrılmadı. Ancak zamanla; dans kendi kimliğini buldu, müzik çeşitlendi, özgürlük kazandı, şiir kâğıt üzerinde sessiz bir sanat haline gelerek müzikten kısmen ayrıldı. Modern şiir şimdilerde ise bu endüstride alıp başını giden, kitleleri kendine bağlayan, popülerliği ve elzemliği su götürmeyen müzikten el almakta. Şiir ve müziğin sentezlenmiş halini veya müziğin içine girmiş dizeleri görmek mümkün. Bu şekilde bir bütünün içine başka bir sanat eserinden parça alıp yerleştirmeyi postmodernizm akımının şarkılara yansıması olarak düşünmek mümkün.
Örneğin İtalya’da şiir ve müziği buluşturan Silvia Tarozzi, Milanolu şair Alda Merini’nin (1931-2009) şiirlerinden esinlenerek ve bazı şiirlerinden parçalar kullanarak bir albüm çıkarıyor. 2020 yılında çıkan bu albümü “Mi specchio e rifletto”yu şairin şiirlerindeki ritmik dalgalanmalar üzerine inşa etmiş. Tarozzi bu çalışmada şiiri bestelenebilir bir yapıya dönüştürüyor. Ülkemizde de benzer modern bir örneği Can Bonomo’nun şarkılarında görmek mümkün. Ünlü şiirlerden dizelere yer veren şarkıcı bu yolda ilk ve önemli bir örnek teşkil ediyor. Can Bonomo şiire uzak değildi yalnız günümüz kent toplumunun sıkıntılarına baktığı ilk romanıyla edebiyata hızlı bir giriş yaptı. 2013 yılında çıkardığı “Aşktan ve Gariplikten” adlı albümünde bulunan“Haberler İyi Paşam” şarkısında Nazım Hikmet’in “Güneşi İçenlerin Türküsü” adlı şiirinden dizelere yer veren şarkıcı 2014 yılında çıkan “Bulunmam Gerek” albümünde bulunan “Bahr-i Hazer” şarkısında da “Bahr-i Hazerler el sallar / Şairi nazımsa” diyerek dinleyicisine Nazım Hikmet’in “Bahri Hazer” şiirini hatırlatırken şaire de adeta bir selam veriyor. küçük İskender’in evrenin dönüşümünden dolayısıyla değişimin kaçınılmaz olduğundan bahsettiği dizelerden söz etmişken, Can Bonomo’nun “Dönelim” şarkısından bahsetmemek olmaz. 2024’te çıkan “Kara Konular” albümünün bir parçası olan şarkı, zekice bir sistem eleştirisi olmanın dışında küçük İskender’in “Bir Daha Bana Benzeme Angel” adlı şiirinden şu ünlü dizeleri arka fonda şairin sesinden duyurması açısından da farklılık taşır: “Yağmura çok teşekkür ederim / bu gece yalnızca cesedime yağdı… oturup korkunç kitaplar okudum / Her şeye rağmen yağmura bulanmış güzel bir yazdı.”
Modern şiir dünyanın gidişine karşı daha güçlü ses olmak için müzikle birleşmektedir. Bob Dylan’ın (1941-…) 2016 yılında aldığı Nobel edebiyat ödülünü de şarkı sözleriyle aldığında “… Asla kendime şu soruyu sormadım: “Benim şarkılarım edebiyata dahil midir?” O yüzden hem bu soruyu düşünmek için zaman ayırdıkları, hem de nihayetinde böyle harika bir yanıt verdikleri için İsveç Akademisi’ne teşekkür ederim” dediğini unutmamak gerekir. Şiirin ritmi müziğin verdiği duyguyla birleşince ortaya yalnızca bir sanat değil, ortak bir hafıza çıkar. Bu birliktelik, geçmişin değerlerini geleceğe taşırken, yeni kuşaklara sanatın farklı yollarla hissedebileceğini gösterir.
[1] Bu yazıdaki tüm çeviriler Elif Duman’a aittir.

















