Kerem Savaş ve Ilgın Yıldız: “Sevgi, birlikte bir dünya kurabilmenin, ortak bir anlam üretebilmenin ve bu anlam içinde özgürlüğü paylaşabilmenin anlamı.”

Eylül 20, 2025

Kerem Savaş ve Ilgın Yıldız: “Sevgi, birlikte bir dünya kurabilmenin, ortak bir anlam üretebilmenin ve bu anlam içinde özgürlüğü paylaşabilmenin anlamı.”

Kerem Savaş ve Ilgın Yıldız’ın kaleme aldığı Karanlık Dalga Perseus Yayınları tarafından yayımlandı. Yazarlarla Karanlık Dalga üzerine konuştuk.

Söyleşi: Nilgün Çelik

Öncelikle Karanlık Dalga adlı kitabınızın yolu açık olmasını, çok okura ulaşmasını diliyorum. İki yazarlı bir eser, Kerem Savaş ve Ilgın Yıldız. Her ikinizin de ortak noktasının felsefe olduğunu biliyorum. Böyle olunca sanırım ortak bir eser ortaya çıkarmak zor olmamıştır. Nasıl bir çalışma yöntemi izlediniz?

Çalışma sürecimiz epey eğlenceliydi. Hikâye, bir gün sohbet ederken kendiliğinden biçimlendi. Bir genç yetişkin hikâyesi ile yas, aile ve kimlik gibi temalara yaklaşmak bize ilginç ve çekici geldi ve bu süreci beraber deneyimlemek istedik. Olay örgüsünü ve karakterleri temel hatlarıyla çıkardık ve dönüşümlü olarak yazıp birbirimizin yazdıkları üzerinden geçtik. Olay örgüsünü oluşturmak ve biçimlendirmek işin en keyifli kısmıydı diyebiliriz.

Karanlık Dalga, gençlik romanı gibi başlayıp, hayatı, ilişkileri, görünenle gerçeğin farklı olabileceğini ama en çok aileyi sorgulatıyor bize. Aile sizin için ne demek?

Evet, aile romanımızın merkezinde yer alıyor. Aile, bizi biçimlendiren, olduğumuz kişiye dönüştüren yoğun, karmaşık, ilkel bir sevgiyi çağrıştırıyor bize. Aynı zamanda kopukluğun, iletişimsizliğin, çatışmaların ilk sahnesi. Baş karakterimizin kendisinde ve dünyada çözümlemeye çalıştığı şeyler de ailesiyle, özellikle kız kardeşi ve abisiyle bağlantılı. Bir tür paralel keşif üzerinden hem kendisini hem de onları anlamaya çalışıyor sanki.

Romanın tamamında mutsuz bir anne var ve elbette bundan en çok etkilenen çocuklar. Aile kavramı elbette çok önemli ama siz bu romanı yazarken özellikle anneye neden eğildiniz? Anne çocukların bilinçaltını mı oluşturur?

Kitabımızda annenin mutsuzluğu, hatta depresif hali hem çocuklarından birini kaybetmiş olması hem de hayattan istediklerini alamamasıyla bağlantılı. Aslında çocuğunu kaybetmek, kendisini ve kimliğini sorguladığı hırpalayıcı bir sürece sokmuş onu. Annenin deneyimi, kızlarının, özellikle de Aydan’ın deneyimiyle iç içe geçiyor. Onun paralel evrende yaşadıkları, istediği şeyi gerçekleştirmiş olması bizi heyecanlandırdı diyebiliriz.

Mutsuz bir aile gençlerin bütün ilişkilerine yansıyor. Kahramanınız Aydan böyle biri. Sizce gençler mutsuz bir aileden gelseler bile bunu ilişkilerine yansıtmadan yaşayabilirler mi?

Böyle bir şeyin çok güç olduğunu düşünüyoruz. Sanki mesele ailede yaşadığımız sorunları veya sıkıntıları ilişkilerimize yansıtmamak değil de bunu yaptığımızın ve ne şekilde yaptığımızın farkında olabilmek. Bu da belirli bir olgunlaşma süreciyle bağlantılı elbette. Bize kalırsa insan ilişkileri sert ve net sınırlarla, belirli kategorilerle ayrılmıyor; dolayısıyla birine dair deneyimlerimiz diğerlerine muhakkak yansıyor. Yansıma biçimlerini fark etmenin ve takip edebilmenin, belki zamanla olgunlaşarak bunları başka yerlere, mesela yaratıcılığa kanalize etmenin kıymetli bir dönüşüm olduğunu düşünüyoruz.

Bu eseri yazarken en çok neyi vurgulamak istediniz?

Paralel evrenler teması üzerinden yas sürecinin karmaşıklığını, gerçeklik algımızın kırılganlığını, çocukluk ve gençliğin uzun ve karmaşık yolculuğunu irdelemek istedik.

Kahramanınız Aydan’la merak içerisinde, sanrı mı gerçek mi olduğuna karar veremediğimiz kurguda ilerliyoruz. Aydan öte dünyada mutluluğu bulurken gerçek hayata uyum sağlayamıyor. Gerçek olması imkânsız gibi görünse de son dönemde meditasyonlar, hipnozlar bu duruma insanoğlunu yaklaştırıyor. Böyle bir dünyanın gerçekte olma ihtimali var mı sizce?

Bu tür “mükemmel” paralel evrenlerin gerçekten var olup olmaması bizim pek odağımızda değil. Meditasyon temasıyla amaçladığımız, Aydan’ın zihinsel arayışları üzerinden pratik hayattaki arayışlarına işaret etmek. Örneğin, kaybıyla başa çıkma, Sena ile yakın olma, dostlarını tam anlamıyla tanıma ihtiyacı gibi. Burada esas mesele, sonradan anlayacağımız şey, Aydan’ın aslında yas tutmayı öğreniyor olması.

Eserinizde çok önemli bir konuya temas ediyorsunuz, sorun yaşayan ebeveynler çocuklar üzerinde nasıl bir travma yaşattığını görmeden ilerleyip sonra hiçbir şey yokmuş gibi hayatlarına devam ediyorlar. Ancak çocuklar o travmayı, o çekişmeyi yeniden olacakmış gibi yüreklerinde hep taşıyorlar. Bence çok önemli bir konuya dikkat çekmişsiniz. Bu konuda psikolojinin bir açıklaması elbette vardır ama ben felsefenin bir açıklaması var mı merak ediyorum. Bu durum o pencereden nasıl açıklanır?

Bizim hikâyemizin merkezindeki sarsıcı kayıp, ebeveynler tarafından bir tür kopuşla ve çocuklara alınan bir mesafeyle karşılanıyor ve bunun sonucunda baş karakterimiz hayat ve varoluşla ilgili bazı sorularla yalnız kalıyor. Hayat, ölüm, sevgi, kimlik, yas ve kayıp gibi konular, belki ömrümüzün sonuna kadar tam anlamıyla cevaplayamayacağımız soruların merkezinde ama biz Aydan’ın hikâyesini anlatırken, cevaplayamadığımız soruların da cevaplayabildiklerimiz kadar, hatta belki daha değerli ve öğretici olabileceğini söylüyoruz. Aydan’ın ebeveynleriyle yaşadığı kopukluk, onların yalnızlığına tanıklık etmesi ve kendi travmasıyla yalnız başına boğuşması, onu kökten biçimlendirerek bir hikâye anlatıcısına dönüştürüyor.

Sevgisiz ve ilgi görmeyen bir ailede büyüyen çocuk en yakınına sevgisini göstermekte zorlanıyor. Kahramanınız Aydan ve kardeşi Sena üzerinden bunu görebiliyoruz. Yine kendi alanınızdan sormak istiyorum sevginin felsefi bir açıklaması var mıdır? Sevgiyi gösterememek, dokunamamak, sarılamamak sadece aileye mi ilgilidir?

Sevgi, felsefe tarihinde birçok düşünür tarafından farklı açılardan ele alınan bir konu. Kimi onu ilahi bir bağ, kimi erdemli dostluğun temeli, kimi de insanın eksikliğini gidermeye dönük bir yönelim olarak tanımladı. Bizim hikâyemizde ise sevgi, birlikte bir dünya kurabilmenin, ortak bir anlam üretebilmenin ve bu anlam içinde özgürlüğü paylaşabilmenin imkânı. Temelinde yalnızca bir duygu değil, bir başkasıyla yan yana var olmayı ve onun özgürlüğünü, ayrı ötekiliğini kabul etmeyi, aynı zamanda onu koruyup desteklemeyi gerektiren bir paylaşım. Gençlikte kurulan dostluklarda, arkadaşlık bağlarında bu anlam bilhassa belirgin oluyor. Birbirinin dünyasına katılmak, ortak hayaller kurmak, birlikte bir yaşam alanı inşa etmek. Ailenin koruyuculuğu ve desteği bu sürecin güvenli zemini olabilir fakat bizim asıl önemsediğimiz, özgürlüğü kısıtlamadan yan yana durmak, aynı anlam evreninin bir parçası olmayı mümkün kılan arkadaşlıklar ve beraberlikler.

Kahramanınız Aydan üzerinden gidersek, bir ailenin çocuğunu/ergeni nasıl şekillendirdiği onun gerçek hayatta olaylara verdiği tepkilerle görülebilir. Gerçeklerle nasıl yüzleşeceği, zorluklarla nasıl başa çıkabileceği, çözüm yollarının nasıl bulunabileceği ailede öğretilmesi gereken unsurlar olduğunu düşünüyorum. Durum bu kadar önemli ve gerçekken özellikle toplumumuzda bu denli kuvvetli, kişilikli bireyler sizce yetişiyor mu? Bu roman buna mı dikkat çekmek istiyor?

Elbette, aile bu tür bir donanımın verilebileceği ilk ortam olabilir ancak biz arkadaşlıkların da bir o kadar belirleyici olabileceğine inanıyoruz. Arkadaşlıklar pek çok açıdan bizi biz yapan ilişkiler. Romanımızın vurguladığı noktalardan biri bu. Bahsettiğiniz açıdan kuvvetli bireylerin ailede yetiştiğini pek düşünmüyoruz ancak bireylerin kendilerini yetiştirebileceklerine inanıyoruz.

Eserimizde akran zorbalığı olarak değerlendirebileceğimiz bir konu da kahramanınız Aydan ile arkadaşı Zeynep’in son dönemdeki ilişkisi. Bu da en az aile travması kadar hayatın geri kalanını şekillendiren bir durum. Siz kurgunuza bu olayı katarken (meraklı okurlar için burayı açıklamayacağım) akran zorbalığına mı dikkat çekmek istediniz?

Evet, akran zorbalığı değindiğimiz temalardan biri. Bu tür bir dinamiğin gençlerin dünyayı deneyimlerken kendileriyle ilgili benimsedikleri anlatılarda çok etkili olduğunu gözlemliyoruz. Bu konuya Mısra karakteri üzerinden ikinci kitapta daha çok odaklanmak istiyoruz.  

Eserin sonunda devamının geleceğini öğreniyorum. O halde Aydın’ın, Zeynep’in, Sena’nın, Onat’ın ve hatta Merih’in ve Alp’in olayları devam edecek. İkinci ciltte bizi neler bekliyor, ip ucu verebilir misiniz? Ve ne zaman okuyacağız?

İkinci kitabın hazırlıklarına başladık ve yakında yazmaya oturacağız. Hikâyenin devamında epey şaşırtıcı olduğunu düşündüğümüz gelişmeler var. Bazı karakterlerdeki değişimler ilk kitaptaki gözlemlerinizi sorgulatabilir. Aydan ve Zeynep arasındaki ilişki ciddi bir dönüşümden geçecek. Paralel evrenler hakkında ise söyleyebileceğimiz tek şey, işlerin epey karışacağı. Aydan’ın yaşadıkları öyle bir noktaya gelecek ki, sorgulamaya başlayacağız: “Mükemmel” dünya hangisi, berbat dünya hangisiydi? İkisinin arasında bir fark var mıydı?

Tüm cevaplarınız için teşekkür ederim.

Yorum yapın