İlk Adımlar: Hülya Çelik | Hande Emekçi

Eylül 5, 2025

İlk Adımlar: Hülya Çelik | Hande Emekçi

Söyleşi serimizin yeni konuğu, Everest Yayınları’ndan çıkan, “Merdivenli Sokak” adlı ilk kitabı ile Hülya Çelik.

Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Kitaplarla ve yazmakla olan ilişkiniz nasıl başladı?

Kitaplarla olan ilişkim okurlukla başlayıp derinleşti aslında. Ben İngilizce öğretmeniyim, işim hep dille, edebiyatla ve Türkçe okuyup yazmak benim için her zaman daha ön planda oldu. Okuduğum dergi ya da kitaplarda kelime ya da tapaj hatası görmeye hiç tahammül edemeyen bir okur olarak, yolum bir noktada editörlükle kesişti. Yazmaya da önce gazete ve dergilerde başladım. Ama elbette bir kitap yazmak, teslim süresi ve vuruş sayısı belli olan haber/yazılar yazmaya hiç benzemiyor. Kısacası; kitaplarla ilişkim önce iyi bir okur olmakla, yazmakla ilişkimse kendi kitabımı yazmaya evrilen dergi ve gazetecilikle başladı diyebilirim.

Kitabınızın ortaya çıkış öyküsünü anlatabilir misiniz? Fikir nasıl doğdu, kitabın ismine nasıl karar verdiniz, yazma sürecinde neler yaşadınız?

Fikir nasıl doğdu, sorusu çok zor bir soru çünkü kitabımın içinde 13 tane öykü var ve her birinin fikri birbirinden farklı anlarda doğdu. Öykü gerçekten çok farklı bir tür, roman gibi tek bir konuyu genişleterek ilerlemediğiniz için kitapta ne kadar öykü varsa o kadar farklı fikriniz ve meseleniz oluyor. İlk öykümü bundan dört yıl önce yazdım; pandeminin ilk günlerinde, sokağa bile çıkamadığımız o tuhaf, distopik günlerin birinde. Bir olay yaşadım, çok korktum, kızım daha üç yaşındaydı ve bir tetiklenme anında ilk öykümü çıkardım. Çıkardım, diyorum çünkü bende süreç böyle işliyor. Konu/mesele içimde günlerce birikiyor ve sonra oturup bir anda hepsini yazıp kalkıyorum masadan. Kitabın ismi de yazdığım ilk öykünün ismi: “Merdivenli Sokak”. Kitabın ruhunu çok iyi yansıttığını düşündüğüm bir hüznü var bu ismin.  

Kitabınızı tamamladıktan sonra yayınevi bulma süreciniz nasıl geçti? Kitabınızı basmaya karar veren yayıneviyle yaşadığınız süreç nasıldı?

Bu bence işin en zorlu kısmı. O yüzden buradan yayınevim Everest Yayınları’na, Genel Yayın Yönetmeni Saadet Özen’e ve kitaba benim kadar emek veren çok kıymetli editörüm Didem Ünal Demir’e teşekkür ederek başlayayım. Özellikle ilk kitabınızı çıkarmaya çalışıyorsanız hiçbir yayınevi dört gözle sizi beklemiyor maalesef. Fakat Everest Yayınları ilk dosyalara, yeni yazarlara kıymet veren bir yayınevi. Süreç başta da dediğim gibi biraz zorlu ilerliyor elbette. Yayınevinin yoğunluğu, bekleme süresi, resmi işlemler derken ilk kitabını yayımlatmaya çalışan bir yazar olarak elbette sabırsızlanıyorsunuz. Ama sabırlı olmak, beklemeyi bilmek ve bunun asla kolay bir yolculuk olduğunu unutmamak gerekiyor.

Kitabınızdan biraz bahsedebilir misiniz? Kitapta sizi en çok etkileyen bölüm hangisi?

Yukarıda da bahsettiğim gibi 13 tane öykü yer alıyor kitabımın içinde. Ben yazarken ortak bir tema altında toplamaya çalışarak yazmamıştım ama editoryal çalışmamız bittiğinde, editörüm Didem Ünal öyküleri tek bir cümleyle bir araya getirdi: “Gücünü çocuk suskunluklarından alan öyküler” dedi. Ben de kısaca böyle tanımlayabilirim sanırım kitabımı. Kitapta beni en çok etkileyen bölümü düşünüyorum da, hâlâ elime aldığımda ağlamadan okuyabildiğim bir öykü yok içlerinde, o yüzden net bir cevap veremeyeceğim sanırım.

İlk kitabı yayımlamanın en büyük heyecanı ve en büyük zorluğu neydi? Kitabınız yayımlandıktan sonra aldığınız tepkiler nasıldı?

En büyük zorluk, kaleminizin henüz kendini ispatlamamış olması. Daha önce dergi ve gazetelerde onlarca yazı yazdım, röportajlar yaptım, hepsi yayınlandı, okundu ama ilk kez kurgu bir şeyler yazdım, büyüdü, olgunlaştı, kendim dönüp dönüp okuyunca beğenmeye başladım, kitaplaşması fikri zihnimde dolanmaya başladı derken bir anda gelen “ya hiç kimsede bir karşılığı olmazsa” korkusu… Bunlar çok zor duygular bir yazar için, çok sancılı süreçler. Yazarlığınızı da bu sancı ayakta tutuyor ama gerçekten çok zor. Heyecanını ise nasıl tarif ederim bilmiyorum ama deneyeyim: İlk heyecan kapağı görmekle başlıyor, çünkü o ana kadar metni çalışıyorsunuz ama sorular hep bildiğiniz yerden geliyor. Kapağı görmek, işin ciddiye binmesi demek. Evet, tamam, artık kitap geliyor galiba hakikaten diyorsunuz. Kapaktan sonraki ikinci en büyük heyecansa kitabınızı birinin elinde görmek. Bana bir arkadaşım kitabı tuttuğu bir fotoğraf atmıştı, hayatım boyunca saklayıp her baktığımda heyecanlanacağım bir fotoğraftır o. Üçüncü ve en büyük heyecansa kitabı rafta görmek. Ankara’da yaşıyorum ben ve bu duyguyu da tabii ki Dost Kitabevi’nde tatmak istedim. Giyinip süslenip, bir sevgiliyle buluşmaya gider gibi gittim hatta. Hayatımın en heyecanlı anıydı rafta karşılaşmamız.

Aldığım tepkilerse işin en keyifli kısmı. Çok sıcak bir havada, dışarıda bin tane iş halledip eve gelmek ve kendinizi koltuğa atıp bir bardak su içmek gibi bir ferahlama hissi. Önce ailem ve yakın çevremden geldi tepkiler, herkes çok mutlu elbette. Hiç tanımadığım okurlardan yeni yeni dönüşler almaya başladım. “Bizim söyleyemediklerimizi söylemişsiniz,” diyorlar. Çok mutlu oluyorum.

İlk kitabınızı yayımladıktan sonra yazarlık konusunda düşünceleriniz değişti mi?

Yazarlığa inancım arttı. İkinci dosyaya başlamak için motivasyonum yükseldi.

Yeni bir kitap için çalışmalarınızı sürdürüyor musunuz? Henüz kitabı yayımlanmamış yazarlara tavsiyeleriniz neler olur?

İlk öykümü yazdığım günden beri zihnim yazmak üstüne işliyor. Kafamın içinde sürekli hikayeler dönüyor, kahramanlar yaratıyorum, konuşturuyorum onları, iç sesler susmuyor, yani içeride biz, ben ve kahramanlarım hep bir seyir halindeyiz. İkinci kitap için yine öyküler birikmeye başladı içimde. Kafamda yazıp bitirdiğimde kağıda da dökeceğim hepsini.

Henüz kitabı yayımlanmamış ama yayınlanmasını isteyen yazar adaylarına, naçizane tek tavsiyem çok okumaları olabilir. Hangi türde yazıyor veya yazmak istiyorlarsa o türün en iyi örneklerini bulup okumak çok önemli. Ve bir rehber ses de bulmalılar kendilerine. Yani kendi yazı seslerine en uygun yazarı bulup, onun kitaplarını ders çalışır gibi satır satır okumalı, neyi neden yazdığını, hangi kelimeleri nasıl kullandığını anlamalılar. Ve sonra da o rehber sesin kitaplarını, boş bir odada yüksek sesle okumalılar kendilerine. Bir de yazmak üstüne yazılmış kitapları okumalarını tavsiye ediyorum. Tahsin Yücel, Semih Gümüş, Murat Gülsoy, Ali Teoman ilk aklıma gelenler. Ben Nurdan Gürbilek’in kitaplarını da ders çalışır gibi okurum. Bunlar benim kendime uyguladığım, çok faydasını gördüğüm ve yeni başlayan herkese de tavsiye edebileceğim uygulamalar. Okumayan birinin iyi yazabilmesi mümkün değil bence.

Yorum yapın