
” Ben olsaydım ne yapardım?” sorusuna maruz bırakan olay örgüsü ile Aramızdaki Yedi Yıl, meraklı bakışların satırlarda gezindiği anlatımıyla sayfaların izini parmaklarınızda bırakıyor. Anlatıcı-karakterimiz Clemente, kitapları tanıtırken yazarların program akışını derliyor. Kitap tanıtımını severek yapan karakterimizi seslendiren yazar, okurun kitaplarla ilişkisine değinen cümleleriyle neden kitap okuduğumuzu hatırlatıyor. ” Bir kitabın, bir hikayenin en doğru sırayla dizilmiş sözcüklerin, insanda hiç ziyaret etmediği yerlere ve hiç tanışmadığı insanlara karşı bir özlem uyandırmasını seviyordum.”
Yan karakter olan teyze, ölmeden önce evinde zaman bükülmesi sonucu birisiyle tanışır. ‘Aşık olduğun zaman daima anlarsın.’ cümlesiyle anlatmaya çalıştığı yoğun duygularını ‘iyi şeylerin bitme korkusu’ sonucu evde bırakır, seyahatlerde Ayı kovalamaya başlar. Evden çıktığında günümüzdeki hayata devam ederken tesadüfün, kaldırımda denk düşmeyi bekleyen aşıklar gibi onları bir araya getirmesini umut ederek günlerini geçiriyor. Seyahatlerinde bir maceraya çıkalım çağrısıyla yeğenini de ,ana karakterimiz Clemente, yol arkadaşı yapıyor.
Bu noktada anlatıcı-karakter yakın ilişkili teyzesinin ölümü sonucunda kendi evinden taşınıyor. Teyzesinin miras bıraktığı eve yerleşmeye karar veren Clemente, taşınırken yorgunluktan uyuyakalır ve uyandığında evinde bir yabancı ile karşılaşır. Aslında şu satırlara ve kitapta sayfa 60’lara kadar heyecan ve merak duygusu arka planda kalıyor ancak evdeki yabancının konuşmalarının başlamasıyla sayfalar kendiliğinden ilerlemeye başlıyor.
“Bu ev olur olmadık zamanlarda zamanı büküyor. Dışarıdaki hayatta asla bir araya gelmeyen bir önsöz ile bir mutlu sonu, bir sonsöz ile trajik bir sonu, iki gelişme bölümünü, iki doruk noktasını, iki hikayeyi bir araya getiren bir kitabın sayfaları gibi.” cümleleriyle evin 7 yıl geriye ya da 7 yıl ileriye gittiğini öğreniyoruz. Neden ‘7’ sorusuna kitapta birkaç defa aynı açıklama getirilmiş: şans sayısı ihtimali.
Evde tanıştığı yabancıyla konuşmaya başlayan Clemente, telefondaki tarihten, evdeki eşyalardan zamanın gerçekten 7 yıl geride olduğu çıkarımını yapıyor. Yabancı dediğim karakter (Iwan) teyzesinin arkadaşının oğlu olduğunu kendisine bıraktığı mektupla açıklıyor. Macera ve merak duygusunun fısıltısına kulak vererek birlikte yaşamayı deniyorlar. İşinin yoğunluğundan, ilişkisinin içine sızamayan halinden evin içindeki yeni ilişki onu heyecanlandırıp kendisi için bir şeyler yapma duygusunun, var olduğunu hissettirmesi Clemente’yi uyandırmıştı. Birlikte keşifli, karşı konulamayan silikleşmiş duyguların gün yüzüne çıktığı bir hafta sonu geçiren çiftimiz evin her zaman geçmişte olmamasıyla kopukluklar yaşayarak okura beklemenin kıymetini hatırlatıyor.
Iwan’ın yok olmasıyla Clemente her yerde onu arıyor. Tam bu noktada hayat hali hazırda onunla olan fırsatları görmesi için ona ışık tutuyor. Bir filmde, dizide iki aşığın konuşmasını merakla bekleme halini yaşıyoruz. Akışta yazarla el ele anlatıcının diğer günlerine giderken buluyorsunuz kendinizi. Tam tahmin ediyorum sanırım, devamı nasıl olacak endişesine kapılacağım sırada yazar; kitapların içinizi gıdıklayan, yüzünüze kontrol edemediğiniz mimikleri konduran gücünü hatırlatıyor. Üstelik bir cümle ile!
“Ölü şairlerin isimleri verilmiş içkiler eşliğinde size bir sır veren arkadaşınız gibi” hayatın içinden; yemeklerden, kendini yaşıyor hissetmenin duygusu tutkudan, aşkın kaçınılmazlığından, kendimizle olan ilişkimizden tatmin edici olay örgüsü ile sıcak, akışta, hızını kontrole alan bir anlatım.
Iwan ve Clemente’nin bir araya gelmesini okurken iç gıdıklayan hisleri yaşıyorsunuz. 7 yıl öncesinden izler arayıp hislerin mantıkla karşı karşıya gelişinde anlatıcı-karakter arkadaşlık ilişkileri ve iş hayatının akışında kendini arıyor. Zamanın büküldüğü evde hissettiği duyguların kalıcılığıyla yüzleşiyor. Anlatımdaki benzetme cümleleriyle neden daha önce aklıma gelmedi türünden kıskançlık yaratan bir dilde aşkı okumak insana iyi geliyor. “Ellerimi tuttu ve yukarı kaldırdı, arnavut kaldırımlı zeminde beni etrafımda döndürdü. Hüzne, ölüme, yasa ve kalp sancısına karşı bir valsti bu.”
Kitabı yavaş yavaş çiğniyorsunuz, sabretmeye bırakılırken klasik ‘aşık’ anlatımı yerine karakterlerin güçlü duygularının yanında kendi istekleri, işleri, hoşlandığı alanlar ışık tutularak okura da içsel değerlendirme alanı açıyor. Sıklıkla değinilen insanın hayalleri konusunda ısrarcı olması, kişinin kendisine destek olması, hayatımdakilerle mutlu muyum sorusu içinizde bir yerlerde sesini duyurmaya çalışan benliğinize ses oluyor.
“Eğer hayatını hakkıyla yaşarsan, tek bir hayat yeterlidir.”

















