“Devinimler”in içindeki dünya | Hülya Soyşekerci

Ağustos 15, 2025

“Devinimler”in içindeki dünya | Hülya Soyşekerci

Şafak Baba Pala, edebiyata yoğun emek veren nitelikli bir yazar ve kütüphaneci. Bursa Nilüfer Belediyesi kütüphanelerinin yıllar boyunca organize ettiği Yılın Yazarı sempozyumlarının; sergi, tiyatro, resim, fotoğraf ve grafik etkinliklerinin yönetici ve düzenleyicileri arasında yer alan Şafak Baba Pala, bu alanda gerçekleştirilen başarılı ekip çalışmasının öncü ve önder ismi olarak, özellikle Bursa penceresinden dile getirilen edebiyatı kalıcı olacak şekilde kayda geçirdi, iz bırakan çalışmalara imzasını attı. Geçtiğimiz yıllarda Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Sevgi Soysal, Sait Faik, Fakir Baykurt, Nezihe Meriç, Gülten Akın, Tomris Uyar gibi yazarlar adına düzenlenen Yılın Yazarı edebiyat ve sanat etkinlikleri, bütün yıl boyunca sürüyor, yılın bitimine doğru düzenlenen iki günlük bir sempozyumla sona eriyordu. Sempozyumda sunulan bildiriler ve yıl boyunca gerçekleştirilen sanat çalışmaları kitaplaştırılıyor ve edebiyatın belleğinde iz bırakacak şekilde kayıt altına alınıyordu. Şafak Baba Pala’yı ben de bu etkinliklerdeki yoğun, nitelikli ve disiplinli çalışmalarıyla tanımıştım.

Şafak Baba Pala, sadece iyi bir kütüphaneci ve etkinlik düzenleyicisi kimliği değil, aynı zamanda yaratıcı ve özgün çalışmaları olan bir yazar kimliği de taşıyor. İlk öykü kitabı 2008’de “Sızı” adıyla yayımlanan Pala’nın, ikinci öykü kitabı “Yüzüne Sabah Çiyi Düşmüş” 2012’de okurlarıyla buluştu. Üçüncü öykü kitabı “Sana da Güle Güle Nezahat” adıyla Şubat 2020’de yayımlandı. Öykü ve denemeleri Varlık, Kitap-lık, Evrensel Kültür, Notos, Birgün Pazar, Eliz Edebiyat, Bursa Defteri, Bursa’da Yaşam gibi mecralarda yayımlanan Şafak Baba Pala’nın “Devinimler” adlı deneme dosyası 2022 Vedat Günyol Deneme Ödülleri’nde Jüri Özel Ödülü’ne değer görüldü. “Devinimler”, Nisan 2025’te Everest Yayınları tarafından yayımlanarak okurlara ulaştı.

“Devinimler”i okudukça duyarlı, incelikli, birikimli bir kadın yazarın iç dünyasına, duygu ve düşünce zenginliklerine daha yakından tanık oldum. Kadın deneme yazarlarının pek çoğunda karşılaştığım duygu derinliği, yorum zenginliği, farklı perspektiflerden bakarak hayatı, edebiyatı, insanı, kadını anlama ve anlamlandırma çabasını ve o olağanüstü içtenliği Şafak Baba Pala’nın denemelerinde de gördüm. Şafak Baba Pala, bütünüyle edebiyat ve sanatın içinde soluk alan bir yazar. Yaşadıklarına, okuduklarına, gördüklerine, tanık olduklarına dair düşünce ve duygularını, deneme türünün sınırlarını biraz genişleterek, bazen metne öykü ya da anlatı tadı vererek dile getiriyor “Devinimler”deki denemelerinde.

 Yılın Yazarı sempozyumlarındaki “hoş geldiniz” konuşmalarını bu kitabında kayda geçiren yazar, tanıdığı yazarların, okuduğu kitapların, roman ve öykülerdeki kişilerin kendi hayatındaki izdüşümlerini, onların bıraktığı etkileri de kaleme almış. Toplumsal olayları duyarlı bir vicdanla, içten bir insanlık ve yaşam sevgisiyle yorumlamayı önemseyen Şafak Baba Pala’nın bu kitabındaki pek çok deneme yazısında feminist bakış açısının da yer aldığını görüyor, kadının toplumdaki konumuna, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dikkat çektiğine tanık oluyoruz. 

Yazar, özellikle göç ve kadın konusundaki duyarlılıkların izini sürüyor bazı denemelerinde.  “Saç” başlıklı denemede Kafkasya’dan göç etmiş ve dilini yitirmiş olan ailesinin kadınları üzerinden kendi kişisel tarihine açılan Şafak Baba Pala, “göçmenliğin ve iktidar baskısının en çok kadınları, çocukları ve dilleri vurduğunu biliyorum.” diyor ve toplumsal baskının kadınlar üzerindeki egemenliğini dile getiriyor. “Bu ülke topraklarında dilsiz, yurtsuz kalan büyük halalarımın genetik kodunu taşıyorum ve bu duygu tarifsiz bir duygu işte.” diye devam ediyor sözlerine. “Ya da annem geliyor aklıma, kırk günlük çocuğu öldüğünde ağlaması ayıp olan…” derken, toplumsal geleneklerin kadın üzerindeki zorlayıcı, acıtıcı, baskılayıcı etkilerine dikkat çekiyor.

Göçmenliğin kuşaklar boyunca yarattığı travmayı, kendi ailesi bağlamında dillendiriyor Şafak Baba Pala. Balkan göçmeni bir annenin kızı olarak bu konu benim de hep içimi acıtmıştır. Bir yazımda “göç ve kadın” konusunda şunları dile getirmiştim: “Yersiz yurtsuzluğun, göçmenliğin, mülteciliğin çilesini en derinden yaşayanlar, kuşkusuz ki kadınlardır. Çünkü kadın, evi ile bütünleşen bir varlıktır. Evler, bir anlamda kadınları temsil eder. İçinde kadın olan evin ve evdeki sofranın etrafında toplanır aile bireyleri.  Annedir kadın; ninedir, abladır, teyzedir, haladır… Kadın, yaşadığı evle bütünleşen bir varlık olduğu kadar, aile bireylerini bir arada tutmayı başaran bir kişiliktir. Bu bakımdan, göç nedeniyle çözülen aile bireyleri, ancak bir kadınla ve onun bütünleştiği yeni bir ev ile tekrar bir araya gelme olanağı bulabilirler. İnsanların içinde doğup büyüdükleri, yaşadıkları, evlendikleri, doğum yaptıkları, yaşlanıp son nefeslerini verdikleri evler, hayatın pek çok anına tanıklık eder. İnsan, ancak o evin bulunduğu çevre ve oradaki yaşama tarzıyla var olur, kültürüne ve toprağına orada kök salar. Göçmenlik, önce evini yitirmektir, sonra da yurt toprağını. Hayat, insanın ayağının altından anayurt toprağını çekip alır; onu başka topraklara savurur. Bu savrulmada güçlü olmak, aileyi ayakta tutmak, kadının o olağanüstü birleştirici yeteneği ile gerçekleşebilecektir.” 

Şafak Baba Pala ayrıca kadınlar arasındaki bağlılık ve dayanışmanın önemini vurguluyor ve “saç” imgesinden hareket ederek şunları yazıyor: “Ben de dünyanın her köşesinde hemcinsleri tarafından saçları taranan, örülen, sıkı sıkıya toplanan o kadınlardan biriyim. O saç bağıyla bağlanmışım anneme, halalarıma, komşu teyzelerime. İlk defa saçımdan zapturapt altına alınmışım belki de. Böylece o saç bağından daha kuvvetli bir bağ kurulmuş hemcinslerimle, yani bütün kadınlarla aramda.” (s.36)

Kadının gücünü keşfetmenin aydınlık bilinci ve toplumsal erk sorgulamaları yansıyor yazarın cümlelerine. “Geçmişte hep erkekler tarafından belirlenen sınırlar içinde yürümeye, yol almaya çalışan kadınlar. Hep erkekler ya da gücü elinde tutan erk tarafından yazılmış kanunlar, erk tarafından yazılmış tarih, erk tarafından sert çizgilerle çizilmiş eğitimin sınırları. Ve hayatın gelmiş geçmiş bütününü kaplayan kocaman, büyük, güçlü erkek kahramanlar! Peki, biz kadınlar nereden güç alacağız? O erke mi dayayacağız sırtımızı, yoksa genetik kodumuzla varlıklarını sıkı sıkıya sarmaladığımız babaannelerimize, halalarımıza ya da kan bağı olmayan ama ortak yol aldığımız bütün kız kardeşlerimize mi?” (s.35) diyor. Kadının yüzyıllarca toplumun, yasaların, tarihin, eğitimin, sanatın, edebiyatın dışında tutulduğu, görmezden gelindiği, hatta yok sayıldığı gerçeğinin altını çiziyor Şafak Baba Pala. Sorgulama ve dayanışma yoluyla erkek egemen düzeni sarsmaya gayret ediyor.

Aynı denemesinde Nezihe Muhittin’den Sevgi Soysal’ın Tante Rosa’sına, oradan Virginia Woolf’a uzanan yazarın bilinci, kadınların yaşadıklarının kayıt altına alınmasına, sözlü tarih çalışmalarına, sosyolojik araştırmalara büyük değer veriyor. Asıl olarak “kadınların yazması, yazması, hiç durmadan yazması”nın önemine dikkat çekerek, yazma süreçlerinin kadınların dar yaşamını genişlettiğini, ona bir anlam kazandırdığını; kadınların pek çoğunun yazarak özgürleştiğini vurguluyor.

Şafak Baba Pala’nın denemelerinde, düşünen, akıl yürüten, yorumlayan bir yazarın yanı sıra, kendini olduğu gibi dile getirmekten çekinmeyen yürekli bir duruş da görüyoruz. Yazar, yazma süreçlerinde yaşadığı sıkıntıları dile getirirken ne kadar da içten: “Bir yazıya başlarken içimde bir tedirginlik olur. Bu tedirginliğimin nedenini tam olarak bilemem ama içim pır pır eder işte. Bir yazıyı yazmak için masaya oturmayı elimden geldiğince ertelerim. Hep böyle olur ama her ne olursa olsun yazmaya devam ederim. (…) Peki, ben yazı yazmayı neden bu kadar çok erteliyorum? Bu sorunun cevabı uzun ve belki başka bir yazının konusu. Yine de şunu belirtmek gerekir ki bu gerçekliğin altında uzun yıllardır alt benimizde taşıdığımız, neredeyse genetik kodlarımızdan bize geçen bazı durumlar, bazı kadınca durumlar olabilir.” (s.17) sözleriyle, kadının yüzyıllar boyunca susturulduğunu sezdiriyor; kadının toplumsal baskı nedeniyle yazma süreçlerinde yaşadığı çekingenliğe, tereddütlü hallere, ötelemelere dikkat çekerek, yazmanın ve yaratmanın kadınlar açısından tam anlamıyla cesaret gerektiren bir eylem oluşunun altını çiziyor. 

Şafak Baba Pala, vicdani duyarlılığı yüksek bir yazar olarak, denemelerinde toplumsal meseleler üzerinde düşünüyor, daha güzel, daha âdil, daha nitelikli bir toplumda yaşamanın ipuçlarını büyük edebiyatçıların yapıtlarında araştırıp bulma gayreti içine giriyor. Mesela Yaşar Kemal için şunları yazıyor: “Sanki bir sis çanı gibi yol gösteriyordu bize. İyiye, güzele giden yolu. Bütün olumsuzluklara rağmen umut var hayatta, diyordu gümbür gümbür sesiyle. Doğruyu devleştiriyor, yanlışın güdüklüğünü gösteriyordu bize, edebiyattaki dili ve hayattaki duruşuyla.”  (s.31)

Şafak Baba Pala, uzun yıllardan beri Bursa’da yaşayan, bu kentle bütünleşmiş bir yazar. Bursa’nın ulu çınarlarını, asırlık camilerini, Uludağ’ı, kar ve kışı, onun kelimelerle resmettiği tablolarda görüyor, sanki hepsine dokunacak gibi oluyoruz. Bu kitaptaki denemelerde Bursa’daki tarihsel mekânları dolaşıyor, kentin kültürel ve yazınsal belleğini, Bursa’da yaşamış ya da yolu bir şekilde Bursa’dan geçmiş yazar ve şairlerin yaşamlarında ve yapıtlarındaki Bursa izlerini keşfediyor; yazarla birlikte Bursa’yı yaşıyor, Bursa’yı duyumsuyoruz.

Bir denemede Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Beş Şehir” kitabındaki Bursa izlenimlerini okuyor, başka bir denemede Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal’in Bursa Hapishanesi’ndeki yaşantılarına tanık oluyoruz. Nezihe Meriç’in Bursa ile bağını keşfediyor; Bursa sokaklarını adımlayan Nezihe Meriç’in görüntüsünü yazarla birlikte biz de takip ediyoruz.  Sait Faik’in sürgün bir öğrenci olarak geldiği Bursa Erkek Lisesi’ndeyken yazdığı “İpekli Mendil” adlı ilk öyküsünün içindeki hüzne dâhil oluyoruz.  Aziz Nesin’in de Bursa’ya bir sürgün olarak yolunun düşmüş olduğunu hatırlıyor; “Bir Sürgünün Anıları” adlı kitabının sayfalarındaki Bursa’yı ilgiyle okuyoruz. Ahmet Vefik Paşa’nın 19. yüzyılda Bursa’da valiyken bir tiyatro binası inşa ettirdiğini ve ayrıca burada bir tiyatro kurduğunu öğreniyoruz. Genç yaşta Bursa’da vefat eden öykü yazarı Yücel Balku’ya, Bursa’da yaşayan şairlerimizden Halide Yıldırım’a da rastlıyoruz sayfalar arasında. İlhan İrem’in ardından şu cümleleri kuruyor Şafak Baba Pala: “Sevgili İlhan İrem’in kaybının ardından yaşanan üzüntü yalnızca onun ölümüyle ilgili değildi aslında. Onunla birlikte yaşadığımız geçmiş ‘güzel günlerimiz’den ve o günlerdeki ‘masum hallerimiz’den de bir parçayı yitirmiştik.” (s.113)

“Devinimler”, düşüncelerin, duyguların, yorumların devinimlerinden oluşan yoğun bir kitap. Deneme türünün özelliği olan çağrışım serbestliği, daldan dala, konudan konuya, kitaptan kitaba atlayarak kendi bilgi, kültür ve yaşantı birikimini okura yansıtma çabası, Şafak Baba Pala’nın bu kitaptaki yazılarında da görülüyor.

“Devinimler”i okurken pek çok şey öğreniyoruz. Mesela Norveçli yazar Per Petterson’ın “Ardından” adlı romanında Yaşar Kemal’in “İnce Memed” romanıyla karşılaşmamızın mümkün olduğunu; “Ardından”da olaylar akarken Ortadoğulu göçmen bir çocuğun, roman kahramanı Arvid’e “İnce Memed” kitabını armağan ettiğini öğreniyor; edebiyatın evrensel gücü karşısında büyüleniyoruz. Tomris Uyar’ın, yirmi beş yıl boyunca yazdığı ve “Gündökümü” adını verdiği güncelerine, 1999 depremiyle son verdiğini; Ağustos Sonrası adlı son yazısında “yeni bir pırıltı, bir ışık görmedikçe gündökümü yazmayacağını” belirttiğini hüzünle okuyoruz.

Ağaç, orman sevgisini işlediği bir yazısında, Şafak Baba Pala, orman yangınları karşısında duyduğu üzüntüyü dile getirirken güncel gerçeklere dokunuyor. Başka bir yazıyı okurken Covid 19 pandemisi döneminde Yılın Yazarı Fakir Baykurt Sempozyumu’nun çevrimiçi yapıldığını hatırlıyoruz. Hatay depreminde gezici kütüphaneler aracılığıyla kamplarda yaşayan insanlara kitap dağıtan ekipte yer alan Şafak Baba Pala, Samandağ’daki izlenim ve duygularını dile getirmeye çalışıyor çok zor olsa da, sözcükler ona yeterli gelmese de. Yazar, bu kitaptaki denemelerinde bir taraftan hayata ve insana özgü evrensel gerçeklere dokunurken bir taraftan da güncel olayların kayıtlarını tutmaya ve onları yorumlamaya özen gösteriyor.

Deneme türünü sevenlere “Devinimler”i öneriyor; Şafak Baba Pala’nın Sait Faik için yazdığı “İnsan! İnsan” başlıklı denemesinde, Sait Faik’in paltosunun cebinde saklanan Hidayet adlı öykü kahramanı üzerinden dile getirdikleriyle bitiriyorum bu yazıyı: “Düşündüm, bir paltonun cebinde gizlenmek, nasıl da absürt bir sığınmadır? Bir cebin içine sığabileceğimi düşündüm. Bir dostun, bir insanın cebine sığınmak, ne nadide bir duyguydu. Özendim Hidayet’e. Bütün bu kirlenmişliklerde, bütün bu sahtekârlıklarda, adaletsizliklerde, zamansız, pisipisine ölümlerde, haksızlıklarda, hırsızlıklarda ve sinsi bir yağmurda sırılsıklam olmuşken, bir dost cebine sığınmak. Hidayet gibi büzüleceğimiz bir cep olsaydı keşke.” (s.141)

___________________________________________________________________

*Şafak Baba Pala, Devinimler, Everest Yayınları, Nisan 2025

Yorum yapın