
Yaşam, bu coğrafyada nefes alan her canlı için zor. Nesi zor diye sorulsa, herkes başka başka yanıtlar verir. Sosyo ekonomik, kültürel şartlar durumu değiştirmeyecektir. Mutlaka sorun vardır ve değişim istenmektedir. Yeni bir hayatın ilk günü! Kurulan hayallerin, yapılan planların sonucunda ulaşılması düşünülen, gerçekleştirilmeye çalışılan o hayatın ilk günü. Heyecan verici değil mi?
Salihcan Sezer de buradan bakarak yazmış öykülerini. Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanan “Yeni Hayatlarının İlk Günü” adlı öykü kitabında; hayatın yıkıntıları arasında umudu arayanları anlatıyor. On bir öyküden oluşan kitapta, batmak üzere olan bir müzikholde yıldız olmayı hayal eden bir bulaşıkçıyı, lise aşkı ve hayat mücadelesi arasında sıkışan bir genç kız, son kez mesleğini icra eden bir gassal, koleksiyon tutkusunun peşindeki iki çocuğun masumiyeti…
Yazar karakter seçimlerini doğru bir şekilde yapmış. Sıradan hayat süren insanlarla örmüş kurgusunu. Sıradan hayatların kırılma anlarını okuyoruz öykülerde. Duygu yoğunluğu kıvamında. İç burkan bir ajitasyon yok. Çarpıcı bir anlatım, bir miktar hüzün. Ardından gelen umut. Karanlığın sonundaki ışık… Öyküleri okurken kendimize dair düşler kurmaktan da geri duramıyoruz istemsizce.
Anlatı insana dair olunca etkisi de başka oluyor tabii. Sadece insan olması da yetmiyor aslında. Burada okuru yakalayan, içine hapseden o gerçeklik. Anlatılanların yaşananlardan farklı olmaması.
Kitabın adı da oldukça ilgi çekici. Kombinasyon başarıyla gerçekleştirilmiş. Yazarın adını ilk defa bu kitapla duymuş olmama dayanarak yeni yeni yazmaya başladığını düşünsem de gerçeğin bu olmadığını da özgeçmişinden öğrendim. Varlık, Galapera, Lacivert Öykü gibi dergilerde öykü ve denemeleri yayımlanmış. Kolektif kitaplarda yer almış, çeşitli yarışmalarda ödül kazanmış. Sadece öykü ve denemede değil tiyatroda da var. Yazdığı oyunların sahnelendiğini de yine özgeçmişinden okudum.
Edebiyat dünyasının kayırmacı ortamlarında bulunmadığını düşünüyorum. Aksi takdirde sırtını sıvazlayan birkaç abisi sayesinde mutlaka adını duyardım. Edebiyat dünyamızdan söz ederken bu abi-kardeşçilik ya da kız kardeşlik müessesinden bahsetmek de yaralayıcı bir durum açıkçası. Bu konu Salihcan Sezer’in öykülerine gölge düşürmesin ama.
Kahraman olmak için çöplerde poşet karıştırarak bomba arayan bir adamdan çocukların topunu tamir ederek kahraman olduğunu fark eden bir adam yaratan yazarın “Kader Kadar Sıcak” başlıklı öyküsünün son satırlarıyla yazıyı noktalayım: “Geçende topları patlamış, çöpe atacaklardı tam. Dedim, ‘Ben bunu tamir ederim.’ Uğraştım, didindim, yamadım. Toplarını teslim ettiğimde sevinçten etrafımda döne döne koşturdular. Sordular bir ara, ‘Abi topumuz patladığında sana getirsek olur mu?’ Seve seve… ‘Böylesi daha iyi bomba aramandan’ dedi içlerinden cin fikirli, gözlüklü bir şirin. Şimşekler çaktı bende. Yeni iş kolumu, kahramanlığın galiba farklı yolunu sayesinde bulmuştum. Bomba ararken çöpe atılmış kırık oyuncakları toplamaya, gerekliyse nalburdan veya internetten parçalar satın alıp tamir etmeye, işim bitince çocuklara dağıtmaya başladım. Sanırım bomba aramayı da yakında, tamamen kolluk kuvvetlerine bırakacağım. Çünkü topladığım gülüşlerin, övgülerin haddi hesabı yok. Baştan çıkmaktayım.”
Yeni hayatımızın ilk günü. Bir düşleyelim bakalım!

















