
Edebiyat üzerine ilk yazıları 1983’ten itibaren çeşitli dergilerde yer almış. 1989’da Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği Yunus Nadi Öykü Armağanı’nda “Saklı” adlı öyküsüyle birinciliği kazanmış. Öykü dosyası aynı yıl kitaplaşmış. İlk romanı “Kapak Kızı” 1992’de yayınlanmış. Öykü, roman, senaryo, araştırma ve yaşantı yazıları olmak üzere çeşitli türlerde eser vermiş. Yanlış saymadıysam, 5 öykü kitabı, 9 romanı, toplam 17 kitabı var. İlk yazısından 42 yıl, ilk kitabından hesaplarsak 36 yıllık bir emek. Usta bir yazardan söz ediyoruz. Ayfer Tunç’tan.
Yazık ki ülkemizde böyle büyük emeklerin hiçbir kıymeti yok, bir tweet’le yerle bir edersiniz ya da öyle yaptık sanırsınız. Ayfer Tunç’un ‘Annemin Uyurgezer Geceleri’ adlı yeni romanı yayınlanır yayınlanmaz Tweeter’da, sistemli bir şekilde günümüzün tabiriyle “linç yedi”.
Hızlı kitap okurum ama daha piyasaya çıktığı gün bir romanı okuyup bitiremem. Üstelik ‘Annemin Uyurgezer Geceleri’ tam 440 sayfa. Hızlı okuma kursuna gittiyseniz bile bir günlük okumayla ancak “Olay İstanbul’da geçiyor” diyebilirsiniz, Moda’dan bile söz edemezsiniz. Ama sosyal medya linççileri için bu ufak bir ayrıntı; romanı yarım günde okudular günün diğer yarısını da yazarını Twitter’da linçleyerek geçirdiler. Ve bu paylaşımlar kar topu gibi büyüdü ve gönüllü troller hemen çullandı hedef seçilen kişinin üzerine. Ayfer Tunç ve romanı ‘Annemin Uyurgezer Geceleri’ hakkında demediklerini bırakmadılar.
Kitabın künye sayfasına bakarsanız ‘Annemin Uyurgezer Geceleri’nin ilk baskısı 70 bin adet yapılmış. Yani çok satacağı, çok okunacağı umuluyor. Zaten Ayfer Tunç çok ouknan, çok sevilen yazarlardandır. Yayınevi böyle yüksek tirajlı bir kitap için mutlaka bir tanıtım kampanyası düzenlemiştir ama Tweeter’daki linççiler kadar başarılı olabileceklerini sanmıyorum. Bu sistemli saldırı yok etmek, okutmamak amacıylaydı ama kitabın daha çok ilgi çekmesine neden oldu.
Ayfer Tunç, “Ne yazsa okurum” dediğim yazarlardan. ‘Annemin Uyurgezer Geceleri’ni de okuma listeme dahil etmiştim. Ama sosyal medyadaki linç kitabı daha erken okumamı sağladı. Listemde öne aldım. İyi de etmişim.
‘Annemin Uyurgezer Geceleri’ bellek, unutma ve hatırlama üzerine kurulu, dört kuşak kadının hikayesini toplumsal değişimi de ihmal etmeden anlatan bir roman. Büyük anneanne Esme, anneanne Hatice Şehbal, anne Ayhan ve torun Şehnaz’ın kaderleri, yaşadıkları ve öyküleri birbirine bağlanıyor.

Romanın ana karakteri Şehnaz, “hiçbir şeyi unutamayan” bir iktisat profesörü. Yaşadığı olayları tüm ayrıntılarıyla anımsayabiliyor. Buna kokular da dahil. Bu öyle bir anımsama gücü ki çok küçük yaşlara kadar gidebiliyor. “Unutamama hastalığı” da denilen “Hipertimezi”ymiş bu hastalığın adı. 2006’da tıbbi literatüre girmiş. Dünya çapında yalnızca birkaç düzine kişide görülen oldukça nadir bir hastalık.
Şehnaz her şeyi anımsıyor ve zaten anımsamak istiyor ama annesi ve anneaannesi yaşamlarını “unutmak” üzerine inşa etmişler. Anne Ayhan anımsamamak üzerine kurmuş hayatını ve ne yaşadıysa bilinçaltına bastırmış. Paşa kızı olduğunu iddia eden anneanne Hatice Şehbal ise geçmişini kendine göre yeniden yazıyor, ayrıntılandırıyor anılarını anlatırken ve anlattıklarına öncelikle ve en çok kendi inanıyor. Büyükanneanne Esme de unutmak isteyenlerdenmiş ama o kadar acı şeyler yaşamış ki bunları belleğinden silmesi mümkün olmamış ve çıldırmış.
Kitabın ismine kaynaklık eden olay, Şehnaz’ın annesi Ayhan’ın uyurgezer olduğunu fark etmesi. “Uyurgezerlik (somnambulizm), kişinin uyku sırasında bilinçsizce kalkıp dolaşması veya çeşitli davranışlar sergilemesidir. Genellikle derin NREM uykusunda ortaya çıkar ve kişi ertesi gün bu olayları hatırlamaz” diye tanımlanıyor. Şehnaz annesini uykuda gezerken yakalıyor. Tam bir disiplin, ahlak abidesi olan, örnek insan ve iyi öğretmen Ayhan Hanım uyurgezerlik sırasında tamamen zıt bir kişiliğe dönüşüyor. Bu durum ve annesinin o haldeyken söylediği küçük cümleler ya da birkaç isim Şehnaz’ın anımsamalarını tetiklediği gibi geçmişiyle ilgili sorular sormasına ve bu soruların cevaplarının peşine düşmesine neden oluyor.
Romanın diğer boyutunda Şehnaz ile üniversitedeki hocası E. arasında yaşanan, 30 yıl süren yasak veya imkansız bir aşkın hikayesi var. E., mesleğinde çok başarılı, saygın, tanınan ve entelektüel birikimi yüksek bir iktisatçı akademisyen. Yakışıklı, etkileyici ve entelektüel. “Mükemmel” görünen bir evliliği, düzenli bir hayatı ve mesleki başarıları ile örnek insan olarak gösterilebilecek bir tip. Dışarıdan bakıldığında nazik, düşünceli ve duygusal. Yakından tanındığında ise kibirli, ukala, olağanüstü bencil, sevgisiz ve saygısız. Hayatta kendinden başkasına önem vermeyen, her şeyi kendi çıkarı için yapan, yorumlayan, işler istediği gibi gitmeyince de hemen kabalaşabilen bir tip. Ama bu özelliklerini ustaca gizliyor. Aşkı için hiçbir fedakarlıkta bulunmuyor, düzenini bozmuyor, karısından ayrılmıyor ve fırsat bulduğunda sevgilisine köle ya da hizmetçi muamelesi yapmaktan çekinmiyor. Çok tanıdık bir tip, belki de ismi o nedenle gizli tutuldu diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Şehnaz ile üniversitedeki hocası E. arasında yaşananlar akademide, kültür -sanat ve iş dünyalarında sıkça rastlanan bir ilişki tipi. Romanda herkesin açık adı var ama E.’ninki adının ilk harfiyle belirtiliyor demiştim, çünkü tipikliğin yanında bu kısaltma Şehnaz için anlaşılmaz bir tutkuyla bağlandığı adamın hep bir “bilinmez” veya “tam sahip olunamayan” olduğunu simgeliyor. Bu nedenle de Şehnaz’ın aşkı tutkuya, tutkusu bağımlılığa dönüşüyor ve hemen terk etmesi gerektiğini bilmesine rağmen E’yi ölene kadar bırakamıyor. İlişkinin ne zaman başlayıp ne zaman duracağını, ne kadar süreceğini ve ne kadar yakınlaşılacağını hep E. belirliyor. Şehnaz hep “bekleyen”, E. ise “lütfeden” konumunda. Yani iktidar hep E.’de.
İlk bakışta Şehnaz’ın E.’ye hastalıklı tutkusu garip ve sıradışı gibi görünüyor ama ayrıntılara indikçe bunun da tipik olduğunu ve sadece aşkta değil birçok insan ilişkisinde böyle iktidarlar kurulduğunu ve bu yapıların kolay yıkılmadığını görüyorsunuz.
Ayfer Tunç romanlarında kadın deneyimleri, toplumsal yabancılaşma, beden ve kimlik sorunları, aile ve kuşaklar arası travma, iktidar ilişkileri gibi temaları işler. Biçemsel olaraksa çok seslilik, parçalı zaman kurgusu, grotesk ve karnavalesk unsurlar, gerçekçilik ile post-modern kırılmaların karışımı gibi özellikler öne çıkar. “Annemin Uyurgezer Geceleri”nde de bu nitelikleri buluyoruz.
Ayfer Tunç, çok yoğun, detaylı ve katmanlı bir yapı kurmuş. Anlatı düz bir çizgide değil Şehnaz’ın zihnine uygun olarak sarmallar halinde gelişiyor. Bir koku, bir ses, bir görüntü veya bir kelime onu tetikliyor ve geçmişteki bir âna götürüyor. Sarmallar nedeniyle Şehnaz nasıl farklı zamanlardaki olay ve kişileri sürekli anımsıyorsa metin de aynı olayları tekrar tekrar yineliyor. Bu durum okur için zorlu hatta biraz bunaltıcı yapı oluşturuyor. Ayfer Tunç’un bunu kasten yaptığını düşünüyorum, Şehnaz’ın ruh halini tam olarak anlamamızı istemiş. Bu tekrarlarla, pekiştirmelerle gelişen metnin zorluğunu akıcı ve tempolu bir anlatım ve sarsıcı olaylarla aşmış. Tabii aslında çok farklı kişiliklerde ve toplumsal şartlarda olsalar da dört kuşaktır kadınların yaşadıkları da birbirinin benzeri. Bu benzerlik de bir sarmal ve yineleme oluşturuyor.
Türkiye’nin özellikle son 30-40 yılda yaşadığı kültürel değişimi, orta sınıfın çöküp yoksullaşmasını da aynı evde yaşayan anneanne, anne ve kızlarının yaşadıkları ve Şehnaz ile E.’nin ilişkisi örneklerinde anlatıyor. Roman bu boyutuyla aynı zamanda toplumsal çöküşün de öyküsü halini alıyor. Tabii Şehnaz ve E.’nin ilişkisi akademiye, orada kurulan ilişkilere ve kültürel çöküşün eğitim hayatına nasıl yansıdığına da bakmamızı sağlıyor.
Türkçe yapı itibariyle uzun cümlelere uygun bir dil değil. Yani Almancadaki gibi bir sayfa süren cümleler yazamazsınız. Uzun yazdığınızı sandığınız cümleler aslında cümleciklerden oluşur ve kolayca cümlelere bölünebilir. Anlatıcı Şehnaz’ın içsel monologları noktalı virgüllerle ilerleyen yapısıyla iyi örnek olarak verilebilecek uzun cümleler olmuş. Şehnaz’ın bu monologlarının yapısı ve içerikleri bana Thomas Bernhard’ın yapıtlarını anımsattı. Bernhard’ın kahramanları gibi Şehnaz da çok iyi anımsıyor ve anımsadıklarının da katkısı ile çok ağır ama haklı bir şekilde eleştirebiliyor. Tek eksiği bu eleştirilerini kuvveden fiilie geçirememesi. Tellaffuz bile edemiyor. Zaten toplum olarak da en büyük sorunumuz bu değil mi?
* Annemin Uyurgezer Geceleri, Ayfer Tunç, Can yay. Kasım 2025


















