
Kalbin Durduğu Bütün Zamanlar, edebiyatın yaraya dokunma kudretini hatırlatan güçlü bir ilk roman. Yazar, 12 Eylül’ün baskı ikliminde yoğrulmuş bir kuşağın belleğini, kadınlık deneyiminin kırılganlığıyla kesiştiren bir anlatı kuruyor. Merkezde, çocukluğunu yetiştirme yurdunda geçirmiş, ağır işkencelerden sağ çıkmış, buna rağmen yetiştirme yurdu müdiresi Mü’nün desteğiyle kendini eğitip dört dil öğrenmiş, tercümanlık yapan, aynı zamanda da bir peruk dükkânı sahibi olan Meşhur Kara ve onun içinde bir kaybolup bir hortlayan, susan, ağlayan, konuşan, gülen, kırılan, düşen, kalkan, dağılan, ölen, dirilen, örselenen bir sürü kız var. Onun hikâyesi, bir dönemin karanlığında kaybolmuş bir yaşamı değil; yaralarıyla düşünmeyi, hatırlamayı, direnmeyi öğrenen bir kadının var olma çabasını taşıyor.
Özlüoğlu, bu çabayı kuru bir tanıklıkla değil, insan ruhunun ayrıntılarını kavrayan bir dikkatle işliyor; Meşhur’un bedeninde ve belleğinde biriken acıyı, yaşamın dirençli noktasına uzatıyor. Misal Meşhur’un çevirmen oluşu, romanda yalnızca bir meslek ayrıntısı olarak değil; onun ruhunu ayakta tutan gizli bir güç olarak seçilmiş gibi… Diller arasında gezinirken, sözcükleri özenle bir dilden diğerine taşırken, kendi içindeki karanlığı da ışığa çevirmeye çalışır mahiyette… Yabancı metinlerle kurduğu temas, belleğinin derinlerinde biriken acıyı dönüştürmenin, ona yeni bir ad vermenin yolu hâline gelir. Yazar bu yönüyle Meşhur’u, yalnız yaralarının tanığı değil; aynı zamanda kelimelerle kendini onaran bir karakter olarak kurguluyor.
Roman, yaralı belleğin kültürle kurduğu besleyici ilişkiyi görünür kılması açısından da hayli davetkâr bir tutum sergiliyor. Bergen’den Sezen’e, Ahmet Kaya’dan Mustafa Sandal’a, Tanpınar’dan Atılgan’a, Fürûzan’dan Gülten’e, Edip’ten Mungan’a, Paul Newman’dan Jack Kerouac’a değin yaptığı tüm göndermeler, romana çok katmanlı bir yankı kazandırıyor. Bu kültürel damar, Meşhur’un yalnızlığını, korkularını, iç dökmelerle dolu dükkân sahnelerini, sokakların kül renginde gezinen bedenlerini ve sessizce biriktirdiği yaralı kızları birer imgeye dönüştürüyor. Travmanın ağırlığına rağmen, Özlüoğlu karakterine yeni bir görme biçimi kazandırıyor; Meşhur’un adımları, ‘Bugün Pazar’ şiirindeki o unutulmaz dizeleri hatırlatan bir duyarlılıkla karanlıktan çıkıp ışığa yöneliyor:
“Bugün pazar…
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak,
bu kadar mavi,
bu kadar geniş olduğuna şaşarak,
kımıldamadan durdum.”
Özlüoğlu’nun dili hem acının ağırlığını hem de hafızanın direncini sezdiren bir kıvamda; kimi zaman bir işkence hücresinin karanlığı, kimi zaman bir sabah çayının buharı, kimi zaman bir ressamın tuvaline sinmiş ışık gibi okuru sarıyor.
Romanın ilerleyen bölümlerinde Özlüoğlu, Meşhur’un bedensel ve ruhsal yaralarının gündelik yaşama nasıl sızdığını incelikle işliyor. Çocuklukta başlayan yalnızlık duygusu, cezaevi sonrasında biçim değiştiriyor; ama bu yalnızlık, tükenişe değil, kendini yeniden kurmanın bir yoluna dönüşüyor. Yazar, yetiştirme yurdu, hücre, peruk dükkânı ve dar sokakları karakterin hafızasının uzantısı hâline getirerek mekânı ruhun diline bürüyor. Peruk dükkânı, romanın simgesel merkezi olarak öne çıkıyor. Meşhur, başkalarının kaybına dokunurken kendi yarasını da eviriyor, saç telleri geçmişle gelecek arasında asılı duran bir imgeye dönüşüyor. Ve böylece dükkân, iyileşmenin olduğu kadar belleğin de sahnesi hâline geliyor.
Meşhur’un Elmas ile kurduğu çok özel bir bağ var ki; geçmişin yüküyle şimdinin kırılganlığı arasındaki bu karşılaşma, romanın etik katmanını açıyor; travmanın bugüne sızdığı o belirsiz bölgede sorular bırakıyor. Özlüoğlu, kolay bir yanıt sunmadan, belleğin karanlık noktalarıyla bugünün masumiyetini yan yana getiriyor. Kalbinin Durduğu Bütün Zamanlar, anlatım teknikleri bakımından da dikkate değer bir incelik taşıyor. Anlatının omurgasını, belleğin iniş çıkışlarını izleyen geriye dönüşler oluşturuyor; zaman çizgisi, Meşhur Kara’nın geçmişle şimdi arasındaki salınımıyla sürekli yeniden kuruluyor. Bu yapı, karakterin yaşadığı travmaların anlık birer hatırlama değil, bugünü belirleyen derin katmanlar olduğunu sezdiriyor.
Yazar, anlatının içine ustalıkla yerleştirdiği çerçeve anlatılarla -Meşhur’un çevirdiği kitaplardan yaptığı tahliller, yazarlarla sohbetler, radyo ve podcast kayıtları- romanın sınırlarını genişletiyor; ‘kitap içinde kitap’ diyebileceğimiz bu küçük metinler hem karakterin kültürel ufkunu hem de edebiyatın iyileştirici yüzünü görünür kılıyor. İç monologlar, Meşhur’un ruhsal çözülüşlerini ve direncini doğrudan okura aktarırken; kimi zaman keskin, kimi zaman kırılgan bir ses tonuyla karakterin iç çatışmasını duyulur kılıyor. Diyaloglar, çoğunlukla sessizliklerin arasına serpiştiriliyor; böylece roman, sözün ve suskunluğun dengesiyle ilerleyen bir ritim kazanıyor. Anlatıcı sesi hem olayların tanığı hem de ruhsal bir çözümleyici gibi konumlanıyor; betimlemeler, iç konuşmalar ve dış dünyadan gelen kültürel göndermeler, aynı akış içinde birleşiyor. Bütün bu teknikler, Kalbin Durduğu Bütün Zamanlar’ı yalnızca bir hikâye olmaktan çıkarıp, belleğin, kimliğin ve edebiyatın iç içe geçtiği katmanlı bir metin hâline getiriyor.
Romanın son katmanında ise Özlüoğlu travmayı anlatırken umudu koruyan bir ses kuruyor. Meşhur’un hayata tutunuşu ne yüceltiliyor ne de melodramın ağırlığına teslim ediliyor. İnsan incinebilirliğinin yanında direnç yetisini de taşır ya; işte metin, bu dengeyi ölçülü bir anlatımla hissettiriyor. Bu sayede Kalbin Durduğu Bütün Zamanlar, yalnızca bir kadın hikâyesi olmaktan çıkıyor; hatırlamanın, yüzleşmenin ve yeniden kurmanın edebî imkânlarını bizlere gösteriyor. Umudun romanı demeliyiz belki de Kalbin Durduğu Bütün Zamanlar’a: Çünkü 12 Eylül’ün ağır mirasını kişisel bir belleğin süzgecinden geçirirken, okura hâlâ diri bir umut duygusunun mümkün olduğunu hissettiriyor. Meşhur’un yüreğinde sessizce yanıp duran o kor, kitabın sayfalarından okurun kalbine usulca ulaşıyor ve edebiyatın, insanı en karanlık yerden bile çekip çıkaran kudretini bir kez daha hatırlatıyor. Özlüoğlu’nun bu ilk romanındaki olgunluk, yalnızca kalemi ustaca kullanmasından değil, uzun yıllara yayılan titiz bir okurluk deneyiminden besleniyor. Yaklaşık altı yıllık bir süreçte olgunlaştırdığı Kalbin Durduğu Bütün Zamanlar, yazarın okuma serüveninin bir izdüşümü mahiyetinde diyebiliriz. Farklı türlerden, kültürlerden ve dillerden beslenmiş geniş bir birikim, romanın hem yapısal inceliğine hem de duygusal derinliğine yansıyor. Özlüoğlu, sözcüklerin arkasında yalnız bir yazar değil, aynı zamanda seçici, meraklı ve sürekli beslenen bir okur olarak beliriyor ve bu zengin okuma pratiği, metnin katmanlı yapısı ile anlatımındaki berraklığı güçlendiren en önemli dayanaklardan birine dönüşüyor. Sözün özü; Kalbin Durduğu Bütün Zamanlar, anlatının imkânlarını çoğaltan bir kurgu anlayışını görünür kılıyor. Metnin satır aralarında, dilin sınırlarını yoklayan bir arayış; duygunun gerisinde titreşen bir düşünce disiplini var. Salt çözülmüş bir acının sayfaları değil, aynı zamanda okuru kendi duyumsama alanını genişletmeye çağıran edebî bir örüntü olarak öne çıkıyor. Sözcüklerin ince dokusu, sessizliğin bile bir tartışma zemini hâline gelebileceğini gösteriyor. Böylece roman, çağdaş Türk edebiyatının tartışmaya açık izleklerinde yeni bir yol çizerek, okurunu, estetik bir deneyimin yanı sıra, eleştirel bir merakın da ufkuna davet ediyor…
















