Öykü: Ötekiler | Ali F. Çalışkan

Kasım 22, 2025

Öykü: Ötekiler | Ali F. Çalışkan

“De-de-dediğimi an-nladın mı?” diye kekeleyerek sordu Giray. İşitmediğini düşündü önce. Bir kez daha, kelimelerin çatırdayıp bariyerlere takılmasını engellemeye çalışarak, tek seferde, “Orada başınızda ben de olacağım,” diye tekrarladı. Kendisiyle bir  anlığına gurur duydu. Arkadaşı sesin geldiği yöne doğru başını selam verir gibi eğerek, büzüşmüş dudaklarından sözcükleri zorlukla döktü.

“Geri gitmek istiyorum. Bugün olmaz. Beni geri götür.”

Rüzgar, birbirine kenetlenmek üzereymiş gibi duran çarpık parmaklarıyla dudaklarının altında biriken tükürükleri sildi.

“Artık ço-çok geç. Geldik sayılırr,” dedi Giray tebessüm ederek. Direksiyonu sağa kırıp cümbüş havasındaki caddeden tenha bir sokağa daldı. Arkadaşı yan koltukta, buruşuk kağıt parçasını andıran eski püskü paltosunu üzerine rastgele atmış, kaderine razı gelmiş bir idam mahkumu gibi büzüşmüş bir pozisyonda oturuyordu. Baskı kurarak değil, insancıl bir emrivakiydi Giray’ın yaptığı. Onu biraz olsun sosyelleştirme fikrini aklına  birkaç aydır takıldıkları dernekteki tanıdıklardan biri sokmuştu.

Kafeyle aralarındaki mesafe kısaldıkça, Rüzgar’ın heyecandan bayılacak gibi olduğunu farketti. Hem heyecandan hem de meraktan. Ama birkaç dakika sonra gerçekleşmek üzere olan randevu, arkadaşının klostrofobiyle bütünleşmiş sıkıcı günlük rutininden ciddi bir ihlal derecesinde sapmaydı; bu yüzden bedeninin —başkaları için sıradan, ama onun için hiç de öyle olmayan— bu buluşmaya vereceği her türlü fiziksel tepkinin olağan olduğunu biliyordu.

Giray, kafenin yakınlarında bir yere vardıklarında arabayı boş bulduğu ilk yere sıkıştırdı. Sol ayağı aksaya aksaya yürüdü. Bir yandan Rüzgar’ın koluna girmeye çalıştı ama yardımı reddedermiş gibi kolunu geri itti arkadaşı. Buz pistinde kayıyormuşçasına sürünerek adım atıyordu. Son yıllarda yürüyüşü -ona göre- bir nebze olsun düzelmişti.

Kafeye girdiklerinde cansız ve boğucu bir manzarayla karşılaştılar. Çoğu masa boştu ve çelimsiz, yaşlı bir garson üstlerindeki artıkları bir tepsiye döküyordu. İki müşterinin içeri girdiğini yeni farketmişti. Onlara dönüp kısık, sakin bir ses tonuyla: “Hoşgeldiniz efendim. Masalarımız boş, istediğiniz yere geçebilirsiniz,” dedi. Giray başını tamam anlamında salladı. Rüzgar’ın gözleri loş kafedeki iki yabancı kadını aradı. Kafenin bahçeye bakan tarafında, cam kenarında iki kişi oturmuş fısır fısır bir şeyler konuşuyordu. “Bizden önce gelmişler,” dedi Giray. Arkadaşını kolundan tutup sürükledi. Göbeğini daha şimdiden içine çekti. Rüzgar bu sefer onu geri çevirmedi. 

Hararetli biçimde sohbet eden üç müşterinin ortamı sis perdesi gibi saran sigara dumanını aşarak bahçe tarafına ulaştılar. En ücra masaya sığınmış iki kadının karşısında dikildiler. Sanki karşılaşmak istemedikleri iki tanıdığa bakar bir ifadeyle şaşırdı kadınlar. Biri, Giray’ın dernekte birkaç defa ayaküstü muhabbet ettiği, 30’lu yaşlarında, tek kolu olan Denizdi.  Öteki tarafında, sağlam kolunun dörtte biri uzunluğunda, son derece deforme bir el mevcuttu. Giray kadının deforme elini ilk gördüğünde çok şaşırmıştı ve omzuna yapışık duran kısa bir ağaç köküne benzetmişti. O zamanlar kadınla ilgili, “Yüzü güzel,” diye düşünmüştü.

“Sizi yarım saat sonra bekliyorduk. Erken geldiniz”, dedi iki adama. Konuşmasında tatlı bir samimiyet olduğu belliydi ve Giray hiç alınmadan gülerek karşılık verdi.

“İsterseniz dış-dış-arıda yarım sa-aa-at bekleyebiliri-bekleyebiiliriiiz”, dedi Giray. Kelime aralarında nefes üfleyip verdi. Bu gibi anlarda dili tamamen iflas ediyordu. Sol taraflarıyla el sıkıştılar. Kadın, yanındaki tıknaz, Giray’ın tahminine göre 1.40 boylarındaki cüce kadını onlarla tanıştırdı. Rüzgar’la tanıştırmaya ‘çalıştıkları’ kadın. Arkadaş olabilirler diye düşünmüşlerdi.

   “Bu da sana bahsettiğim Berna,” dedi Deniz. Kadın en az Rüzgar kadar çekingen ve ürkek görünüyordu. Cücelere özgü ses tonuyla, “Merhaba”, dedi. Rüzgar ilkin sakat olmayan, terlemiş ve hafif titreyen sağ elini cüce kadına, sol elini de -gönülsüzce- tek kollu kadına uzattı. “Merhaba, ben de Rüzzgar.” Sesi boğuk, çatallı çıktı.

“Bir şe-ey söylediniz mi?” dedi Giray.

“Kahve içtik şimdilik. Siz de söyleyin. Garson arka tarafa gitti.”

“Su ister misin?” dedi Giray, Rüzgar’a bakarak. “Olur.”

İçeriden genç, uzun boylu, gözlüklü bir kadın garson girdi. “Ne alırdınız?” diye sordu. Hali tavrı hoşnutsuzdu ve sanki bir yerlere yetişmeye çalışıyormuşçasına acelesi vardı. Elindeki kalemin ucunu gergin gergin sipariş defterine vuruyordu. “İki kah-kahve, süü-süütlü.” Rüzgar’ın adına da sipariş vermişti Giray. “Bii de, biiii de su, dışarı-rıdan olsun ama.”

Birden kadının yüzü alaycı bir ifadeyle doldu. Dudak altından sırıtmaya başladı. Giray’ın, konuşmasını işitenlerden sıklıkla aldığı aşağılayıcı bir geri bildirimdi bu. Kadın bir şey demeden gözden kayboldu. Giray, bir gözüyle yanındakileri yokladı. Yine mi alınganlık ediyorum? diye geçirdi içinden. Garsonun tavrını yalnız o fark etmiş olamazdı; ama masadakilerde en ufak bir rahatsızlık belirtisi yoktu. Cüce kadın telefonunu kurcalıyordu. Berna derneğe yeni katılanlardan biriydi. Kendi halinde yalnız biriydi. Onu Rüzgar’la tanıştırma fikri Deniz’den çıkmıştı. Dernekte genelde toplu buluşmalar oluyordu ve bunun gibi buluşmalar nadiren yapılırdı.

“Ee, nasılsın geçen haftadan beri? İyi ki denk gelmişiz Facebook’ta seninle,” dedi Deniz.

“Hak-klısın. Enn azından yeni ark-aşşşlıklar edinmek gü-üüzel olacak.”

Garson kadın mutfaktan çıkıverdi. Kahve bardaklarını, sanki ucubelerin önüne aş fırlatıyormuş gibi, iki adamın önüne atıp gitti. Bardak altlıkları cam masada gürledi.

“Kafamıza fırlatsaydın.”

Giray eskiden olsa kafenin müdürüne üşenmeden şikayet edip garson kadının hakkından bir güzel gelirdi. Ama bugün sırası değildi. Kendisini kutsal bir görevin ortasındaymış gibi hissediyordu. Deniz’le ikisi, bu kutsal görevi gizli kapaklı yürüten elebaşlarıydı: iki yalnız ve içine kapanık insanı tanıştırma görevi!

“Berna bir süre önce bir fabrikada çalışıyordu ama işinden ayrılmak zorunda kaldı,” dedi Deniz. Kadın olan bitenle ilgilenmiyormuş ve ansızın dürtülmüş gibi başını telefonundan kaldırdı. “Evet, sağlık sorunları yüzünden,” dedi çocuksu sesiyle.

“Rüzgar da derneğin kafesinde çalışıyordu. Değil mi Rüzgar?”

Rüzgar tek kelime etmedi. Başını sallamakla yetindi. Hala heyecanını üstünden atamamıştı.

“Değil mi?” diye tekrarladı Giray.

“Hı hı? Öyle.” Rüzgar sıcak kahveden bir yudum almaya çalıştı. Dili yandı. Bardağı geri koyarken birazını masaya döktü.

Aslında o an ilgi odağı Rüzgar değildi. En azından iki kadının onunla ilgilenmediği kesindi. Giray, ufak kadının gözlerinin bir telefonuna bir Rüzgar’ın masanın üzerine koyduğu çarpık, deforme eline kaydığını farketti. Rüzgar elini, sanki vücudundan bağımsız, tek başına nefes alan bir organizmaymış gibi konumlandırmıştı masanın üzerine.

Giray vaktin biraz geçmesini ve sohbetin ilerlemesini bekledi. Ama sohbet tıkalıydı ve açılmaya niyeti yok gibiydi. Yaklaşık on dakika sonra Giray, planladığı gibi Deniz’i sigara tüttürmek için dışarı çağırdı. Bahanesi hazırdı. “Kafe havası beni bastı.” Deniz anlamamazlıktan geldi. İki dalgın insanı baş başa bırakıp,  çiseleyen yağmurun altında sigara içtiler. Giray, kadına sigarasını yakması için yardım etti.  Yağmur hızlanmıştı. Onlar kafenin tentesinin altında dikilirken, önlerinden geçip koşuşturan insanların bazıları o telaşta bile Deniz’in tek kolu olmadığını farketti. Dudaklarını küçümsercesine genişlettiler ve acıyarak hallerine şükrettiler. “Montsuz halini görseler ne tepki verirler kim bilir?”, diye içinden geçirdi Giray. Ama Deniz, ona doğru seken alay ifadelerini her daim bertaraf ediyor, umursamıyordu.

“Sence ilerleyecek mi?”, diye sordu Deniz.

“Ummm-marım.”

“Şu anda ne konuşuyorlar acaba?”

O an danışmanıyla yaptığı en son konuşmayı düşündü Giray. Zihinini epeyce meşgul etmişti. “Birine yardım etmek istiyorum. irilerine iyi gelmek istiyorum. En azından bir sefercik bile olsa. Kaç senedir bomboş hissediyorum.” ‘Konuş ve rahatla’ yok. Her şeyi dökül. Daha da acı çek.

Yalnız başlarına bıraktıkları iki yetişkin-çocuğun yanlarına döndüklerinde, Rüzgar da minik kadın da somurtgan, canları sıkılmış görünüyordu. “Hadi gidelim artık. Akşam derneğe de uğramam gerekecek.”

Deniz, Giray’ın seslenmesine gerek kalmadan, girişte karşılaştıkları yaşlı görevliden hesabı istedi. Alaycı garson kadın yine göründü. Giray kadını baştan aşağı süzdü ve az önce yaptığına karşılık bu sefer o suratına alaycı bir ifade kondurmaya, bakışlarıyla rahatsızlık vermeye kalkıştı. Ama kadın ona doğru bakmadı bile. Ucubeler sirkinin bitişini seyreder gibi boş bardaklarla dolu masaya bakıyordu. Garson tekrar mutfağa döndüğünde, Deniz bahşiş bırakmak istedi fakat Giray’ın engeliyle karşılaştı. “Şaka mı yapıyorsun?” Deniz hiç oralı olmamış gibi 100’lük kağıt parayı hesap defterinin arasına sıkıştırdı. İki kadın bahçe kapısına doğru yürüdü. Giray, bahşişi kaşla göz arası kaptı ve cebine attı. Gıcık kaptığı garsonu beş saniyeliğine bile olsa sevindirmek istemiyordu. Rüzgar ne yaptığını farketti ama her zamanki gibi tek kelime etmedi.

Eve gitme vakti geldiğinde Deniz’le tekrar haberleşmek üzere sözleştiler. Giray, el altından yürüttüğü bahşiş cebinde, sanki garson kadına karşı bir zafer kazanmış gibi sırıtarak arabayı sürüyordu.

 “Ee, nasıl geçti sohbetiniz? Neler konuştunuz bakalım? Anlaşabildiniz mi?” Harfleri birbirine sürttürmeden, tek seferde kekelemeden döküldü cümleler ağzından.

“Ne konuşması?” dedi Rüzgar. “Hiçbir şey konuşmadı.”

“Konuşmadı derken? Sen de mi konuşmadın?”

“Konuşmadı. Konuşmadık.”

“İnanamıyorum. Öyle iki aptal gibi dikildiniz yani!”

“Sana gelmek istemediğimi, hatta yoldayken geri gitmek istediğimi söyledim.”

“Ağzz-ınndan biiir tane-taane bile olsa keli-mme dökül-me-medi mi? Konuşşmak içiin hiçççç çaba sarfetmedin yani.” Hızlıca nefes alıp verdi.

Rüzgar cevap vermedi. Yanlarından gelip geçen arabaları, işten eve yetişmek için çırpınan yayaları izlemeye daldı. Boşa vakit kaybettim diye düşündü Giray. Arkadaşı onu yüzüstü bırakmıştı. Danışmanıyla yaptığı konuşma aklına geldi tekrardan. Yardım edememişti. Yardım istenmemişti; reddedilmişti. Belki de bunu arkadaşından çok kendi için istiyordu. Kendini iyi hissetmek, bir işe yaramış hissetmek için. Yanlış kişide mi uyguladım acaba diye düşündü? İçini hem kendisi hem arkadaşı adına derin bir üzüntü kapladı. İki arkadaş, yağmur sonrası güneşin batışı tüm caddeyi kaplarken, evlerine doğru yola koyuldular.

Yorum yapın