Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlanan Türkçe’deki ilk romanınız Babamın Köyünde, bir çocuğun gözünden aile, eğitim ve toplumsal kalıpları sorgulayan çok katmanlı bir roman. Leo’nun hikâyesini yazarken sizi özellikle bu temalara yönlendiren etkenler nelerdir?
Bir roman üzerinde çalışmaya başladığımda, daha başından bir mesaj vermeyi amaçlamam. İlk isteğim bir hikâye anlatmaya yöneliktir. Okurun, benimle birlikte, bazı yönlerden kendisine benzeyen bir karaktere, hayattaki çeşitli deneyimleri boyunca eşlik etmesini isterim. Léo des villes, Léo des champs hikâyesi çifte bir mekân değişikliği sunuyor. Léo, evinden ve ailesinden uzakta kendi hayatında ayakta durmayı başarabilecek mi? Bu romanı yazmaya başladığımda ben de bilmiyordum. Öğrenmek için yazdım.
Satranç, yalnızca bir sporu değil aynı zamanda Leo’nun dünyasını anlamlandırma biçimini de oluşturuyor. Bu spor dalını seçmenizin özel nedeni/nedenleri nelerdir?
Ben gerçekten, hepimizde derinde yatan bir yetenek, kendini ifade etmeyi bekleyen bir armağan olduğuna inanıyorum. Ne yazık ki çoğumuz, parlamak için yaratıldığımız alanı bulamıyoruz. Okulda zorlanan Léo, tüm özsaygısını yitirmiştir. Bay Litvak sayesinde, neredeyse tesadüfen, bir konuda gerçekten çok iyi olduğunu keşfeder. Fransızcada “satranç” kelimesi “échecs” olarak çevrilir ve aynı kelime “başarısızlıklar” anlamına da gelir. Paradoksal biçimde, satranç (yani “başarısızlıklar”) ona başarı yolunu bulma olanağı tanır. Kelime oyunundan öte, satrancı daha derin bir sebepten seçtim: Oyun olmanın yanı sıra satranç, mantık ve sezgi, zekâ ve hayal gücü, soyutlama ve duygunun iç içe geçtiği, dünyayla kurulan özgün bir ilişkiyi ifade eder; tıpkı bir ressamın ya da sanatçının yaptığı gibi.
Romanda çocukların zekâ testleriyle, karşılaştırmalarla ve önyargılarla sınandığı bir dünyayla karşılaşıyoruz. Sizce yetişkinler, çocukların potansiyelini değerlendirirken ne gibi yanılgılara düşüyor, nelere dikkat edilmeli?
Yirmi yılı aşkın süredir öğretmenlik yapıyorum. Herkesi, hayatta aynı noktaya, aynı yöntem, aynı ritimle götürmeyi amaçlayan bir sistem nedeniyle hayata küsen, hiçbir işe yaramadığına ikna olmuş hâlde okulu bitiren çok fazla çocuk ve genç gördüm. Oysa bu çocukların kaçı belki de bahçıvanlıkta, yemek sanatlarında, bilgisayar programlamada ya da marangozlukta gelişip serpilecekti? Yalnızca belirli entelektüel kapasitelere odaklanmayı seçerek okul, bu türden kapasitelere sahip olmayanları başarı yolunun dışına iteledi. Ama aslında dünyada barınmanın binbir çeşit yolu var. Madem okul bunu her birimiz için başaramıyor, o halde bu olasılıkları çocuğa açmak ve onlara ait oldukları yeri bulmalarında yardımcı olmak çocuğun çevresindeki yetişkinlere, ailesine, arkadaşlarına, sosyal ve kültür alanında çalışanlara düşer.
Léo’nun şehirden köye gönderilmesi, hikâyede hem bir yalnızlaşma hem de bir yeniden doğuş sürecine dönüşüyor. Köy atmosferi, sizin anlatımınızda bu dönüşümün neresinde duruyor?
Romanın başında Léo, kendisi hakkında sahip olduğu yıkıcı imgenin tutsağıdır; bu imge okul, çevre ve ebeveyni tarafından da Léo’ya yansıtılıp durmaktadır. Bu anlamda köy, kimsenin onu tanımadığı, bu sayede de Léo’nun keşif için her türlü imkana sahip olduğu yeni bir mekânı temsil eder. Dolayısıyla hem bir sınavdır hem de bir yeniden doğuş. Bu kitabı yazarken büyükannem ve büyükbabamı çok düşündüm. Çocukken tatillerimi geçirdiğim bir köy evleri vardı. Şehirli bir çocuk olarak orası benim için safi merak unsuruydu: Tarlalarda koşmak, ağaçlara tırmanmak, kulübe inşa etmek… Sarhoş edici bir özgürlük ve genişlik hissi verirdi. Ama romanım kırsal yaşamı yüceltmeyi ya da şehirde bulunmayacak değerlere sahipmiş gibi göstermeyi amaçlamıyor. Bu hem absürt hem saçma olurdu. Edebiyat, köyden çıkıp şehre gidince gelişen genç kahramanlarla dolu.
Leo’nun babaannesinin ona ceza yerine sorumluluk vermesi, köpek sahiplenerek bu sorumluluğunu arttırması ona olan güvenini besliyor bir yandan da… Hem ebeveynlerin hem de eğitimcilerin “sevdiği” cezayla eğitmenin yanında “öğretmek” oldukça önemli bir detay… Günümüzde uzak olduğumuz bu yaklaşım sizin için ne ifade ediyor?
Léo’nun büyükannesi emekli öğretmendir. Bu yüzden Léo’yla kurduğu ilişkide, kendi zamanından, eski dönemlerden devşirdiği otoriteyi öğretmenlik bilgisiyle harmanlar ve Léo’nun en iyi yanını ortaya çıkarmayı amaçlar. Büyükannesinin sayesinde Léo, sahip olduğunu bilmediği niteliklerini keşfeder. Yavaş yavaş kendine olan saygısını geri kazanır, başkalarına yardım edebileceğini ve insanların güvenini kazanabileceğini hisseder… Teşvik etmek elbette cezalandırmaktan daha iyidir. Bugün eğitimin bu temel ilkesini unuttuk mu? Sanmıyorum. Fakat, Léo’nun anne ve babası ayrılıklarının ve mesleki hayatlarının zorluklarıyla boğuşurken, büyükannesinin bu prensibi ortaya koyacak vakti ve zihinsel özgürlüğü vardır.

















