
I.
Roman yazmanın tek tanımı yok. Olamaz. Mesele engin, uğraş sonsuz; katman-anlam-mesel beklenenden fazla. Roman genelde tek değil. Tekil, hiç. Yayımlansa da sona ermemesi bir yana, genelde hemen ardından gelmeye niyetlenmiş roman çekiştirdiğinden, yarı yol geçildiğinde el ayak başka türlü birbirine karışır. Beden bulmaya yaklaşmış; kendine içten içe işleyerek resmiyete hiç yanaşmayan bir tarih ile taklidi imkânsız biricik kimliğini örmüş. Görünmezliğinden soyunma hamleleri. Bir nevi refleks. Daha fazla ağırdan alamayacağı safhaya getirilmiş. Öne atılıp kendini tamamen toparlamak zorunda kalacak. İpi ancak böyle göğüsleyecek. Eh, durumu kurtarmak şart; yazar kendine bazı sözler vermiş. Hem nihayetinde ömür sınırlı.
Kapıları yumruklayan davetsizse bir zamanlar uykuya zorlanmış olanın zıddı. Fena ısrarcı. Vaatsiz olması yetmezmiş gibi yaygaracı ve talepkâr da. Yazar bir zaman kalemi kökten bırakıp kaçmıştı ama şimdi nasıl olduysa ikisi birden o koca roman cüsseleriyle hiç çekinmeden aynı anda tezgâha yayılma derdinde. Arkadan ittiren olmasaydı atalet bastıracaktı. Yine de iyi ki geldin denemiyor. Silkinmek için birkaç doz zorlanma. Uyu uyan uyu uyan. Bir sabah hiç düşünmeden gövdesini suya bırakıyor. Doğanın hareketi taşıyıcı. Elini kalem misali işletenin roman olduğunu farkettiğinde en başta kendisi şaşırıyor.
Başlangıçta bir kesinlik, kapsayıcı duyuş, yenidoğanların enerjisi, dönüpgelmişlerin yörüngesizliği; hemen ardından tüm satıhları muamma kaplar. Sonrasında bu sefer daha kesif bir yokluk. Er geç yankı alınacağına dairse güvence yok.
2.
Tabii şunu da hesaba katmalı: Çitlerle çevrilse bile roman toprağının yeraltından-üstünden-yöresinden-ötesinden belli belirsiz yayılışı daha ilk cümlesinden izlenebiliyor. Peşinden gidilebilseydi eğer, yazarı geleceğinden mektuplar alır; bunlarla bir biçimde gönenir, kendini iyi kötü eylerdi, hoş tutardı. Ama bağımsızdır o. Alıp başını ne zaman nereye gideceği kestirilemez. Ağaçların derinlere çepeçevre yürüyüp duran kökleri misali bihaberiz romanın, sözün akıbetinden. Uzun menzili oranında çatallanan bahçe.
Öyleyse biz atımızı roman yazmanın düzene girmeyecek, buna gönül indirmeyecek; öngörülemeyecek, özü gereği yenilikçi, toparlanıp hâle yola sokulmaya niyeti olmayan his-düşünce-refleks-atılım vb. silsilesine bağlayalım. Yazınsal kendiliğin üretiminde geridönüşüm vahası. Bir o kadar da gelecek ve belirsiz zamandan doku nakli.
Roman yazmaya adeta gaiplerden gelen, kaynağı belirsiz dürtüyle koyulmuş, dönüş yolunuysa kaybetmiş olabileceğini kendine itiraftan uzak duran o biçareyi görüyorum şu an: Bir gün zemberekten boşanan, sonraki gün kesif sessizliğe kesmiş. Henüz zafiyetin imkâna evrildiği ufuk net değil. Her sabah gözünü açar açmaz kitlelere diskur çekebileceği bir düzen(ek) kuramadıysa nasıl aktaracak onu halden hale sokan söz sağanağını.
3.
Adına RomanYazım diyelim şimdilik. Oldu olacak hemen yakınına bir paralel evren konduralım. Başka bir yazımsal boyut. Yazarın başağrısına dolanan yaprak, nabzına sızmış tüy, göğsünde dinlenen şefkat, şakaklarında durmaksızın öten guguk ve onsuz olmaz: Endişe. Sonra bir anda dünya hırka misali tersyüz edildiğinde çiçek yağmurları. En beklenmedik anlarda coşkunun rastgele kurgusu. Gücünü beklenmemesinden aldığını bilenler her şeye rağmen yine de ve hep şaşıranlar.
Zihin ağırlığını, kalp atılımlarını, beden seğirişlerini takipedecek bir düzenek varsa o muhtemelen not almaktır. Aylak bir gece yürüyüşü gibi düşünebiliriz onu. Daldan bir olta atılmış suya. Ne ucunda yem ne suda balık.
Ah bu roman diyerek ona şarkı söylüyor Yazıcı. Roman’ın kendisiyle değilse kimle dertleşecek; kime-neye veryansın edecek. O açmadı mı başına bu işleri. Ah tatlı belası kendi kendisinin. AlınYazım versus RomanYazım. Dolama dolamayı…..
Her neyse, roman öyle bir bağımsız düzen ki: Kuramlara sıkıştırılmaya-şablonlara uydurulmaya-sıfırcı eleştirmen ah’ına, savruk okur’a ve daha nelere şükür yüz vermediğinden ferah salınımlar yurdu. Yüzüne bakmadıklarından kendine yeni yüzler biçer. Maske muamelesi göremeyecek denli sahici. Biliyor: Bakanlar pek yakında buna şaşıracak.
4.
Roman’ın geçmişi boşluk. Her seferinde sıfırdan. Enerjisi öyle yüksek seyrediyor ki her şeyden önce kendisi eşlik yorgunu. Başı sonu olmadığı yetmiyormuş gibi rafa peşpeşe dizildiğinde de sınır aşma peşinde. Dur durak tanımaz. Bir ciltten ötekine apar topar yer değiştirmeler başlamış bile. Varsın karışsın ortalık; kafalar tokuşsun.
Yeni projede de son büyük atılımın düş yüzeylerinde de hep taze. Sürprize yer vermem diye başlayana bakın siz diyecek biri; ikinci virajda yeni sökün edenlere çoktan teslim olmuş. Ellerimle özenerek döşediğim taşların üstünden sapa yolları bile seke seke aşarım diyense sele kapılacak. Her negatif yüklemede gelsin yeni bir tanım.
Yazma eylemini kanıksanmış hasattan koruyan sürprizlerin sürekliliği. Tanım hep yeni kılıkla karşımızda. Uğraş dur’un portresi tarif kabiliyetinde. Sevinelim mi yoksa yerinelim mi. Bilmiyorum. Cevap kendi cebimizde. Kiminin cebi kalbinde kimininki iliğinde. Kimi şakaklarında saklıyor ipuçlarını kimi seğirme düzleminde kalma arzusuyla iyice cepsiz bırakmış urbasını. Her an değişen hallerdeyiz. Roman farklı mı sanki. Meşrebimizce……. Dolanıyoruz ona. Yazarken. Okurken. O da bize. Bir nevi hologram doğuracak temas. Ama bu sarmalda hiç tekno bir hal de yok. Nasıl olacak. İşte kendisi söyledi: Kurtarılmış bölge. Saf alan.
Her seferinde yazılanın ötesinde bir de sürecin kendisini usul usul okuyup yazan, kelimelerin ardındakini toplayan bir düzenek: Çoğalmalara doymuyor. Giderek silinen salyangoz izi. O ışıltıda yazılmamışların bereketi. RomanYazım, kudreti yettiğince takip edecek. Uzaklardan biri Kim diye soracak. Gölge mi yazar mı? Bilinmez usta(sı). Aşikâr acemi(si). Sır nefes.

















