Haruki Murakami’nin Sessiz Başlangıcı: Rüzgârın Şarkısını Dinle | Özge Nur Botan

Ekim 23, 2025

Haruki Murakami’nin Sessiz Başlangıcı: Rüzgârın Şarkısını Dinle | Özge Nur Botan

1979 yazı. Japonya ekonomik büyümenin sarhoşluğunda, şehirlerin gürültüsü plak sesleriyle yarışıyor. Bir yanda Batı kültürünün etkisinde kaybolan gençlik, öte yanda kendi benliğini arayan birey. Tam bu atmosferde, genç bir bar işletmecisi olan Haruki Murakami, bir beyzbol maçında tribünde otururken bir topun vuruşunu duyar ve o anda karar verir: “Yazabilirim.” Bu kararın sonucu, Rüzgarın Şarkısını Dinle olur. Sade, kısacık, ama Murakami’nin tüm evrenini içinde taşıyan ilk kitabı. Rüzgarın Şarkısını Dinle, Murakami’nin edebiyat yolculuğundaki ilk nota. Henüz karmaşık değil, derin değil ama içten, saf ve dürüst.
Bir yazarın kendini bulduğu, bir çağın suskunluğunu dile getirdiği ilk an. Bugün Murakami’yi okurken, belki Kafka Tamura’nın rüyasında, belki Aomame’nin çift ayın altındaki yalnızlığında dolaşıyoruz.
Ama o yolculuğun başlangıç noktası, hala aynı yerde duruyor:
Bir yaz akşamı, açık bir pencereden içeri giren rüzgarın söylediği o ilk şarkıda.

Başlayınca romanın isimsiz anlatıcısıyla tanışırız. Ne kim olduğunu biliriz, ne nereye ait olduğunu. Onun sesi, bir yaz mevsiminin durağanlığında, Fare adlı arkadaşıyla geçen günlerin arasından süzülür.
Bar tezgahlarında, gecikmiş aşkların tortusunda, kaybolmuş plakların ritminde geziniriz. Murakami bu sıradanlıkta büyülü bir dinginlik kurar biz okurlara. Rüzgarın Şarkısını Dinle, Murakami’nin ilk üçlemesinin de girişidir.
Bu üçleme,  Rüzgarın Şarkısını Dinle, Pinball, 1973 ve Yaban KoyunununPeşinde,  Murakami’nin kimliğini inşa ettiği içsel bir haritadır.
Burada henüz 1Q84’ün metafizik labirentleri yoktur ama onların yankısı duyulur.

“Bütün yaz boyunca aynı şarkıyı dinledim. Şarkı değişmedi, ama ben değiştim.” Bu cümle, romanın özüdür. Çünkü Murakami’ye göre değişim insanın kendi iç sesinde başlar. Bu anlatım tarzıyla Murakami, dönemin Japon yazarlarından farklı bir dil kurar. Ne geleneksel Japon anlatısına bağlı kalır ne de tamamen Batılı bir biçim benimser. Raymond Chandler’ın ritmiyle, Kurt Vonnegut’un ironisiyle, Richard Brautigan’ın minimalizmini buluşturur.
Ama tüm bu etkiler, Murakami’nin iç dünyasından süzülür ve ortaya sessizliğin müziği çıkar. Romanın temposu rüzgar gibidir, bir esip bir durur. Bilinen olay örgüsü dizilimi yerine anlatımdan çok hissettirilen bir  ritim vardır. Kısa bölümlerden oluşan romanda cümleler ne gösterişli ne de süslenmiştir. Çünkü Maruki edebiyatı bir anlatı sanatı olmaktan çok, bir ritim sanatıolarak görür. Her kelime, sanki bir caz parçasındaki notalar gibi birbirine dokunur, bir an sessizliğe çekilir, sonra yeniden yükselir. “İyi bir roman, okunmaz; dinlenir.” Murakami’nin tüm yazı anlayışını özetler bu cümle. Onun romanlarında cümleler birer ses dalgası gibidir. Bazen alçak, bazen yüksek, ama daima içsel bir titreşime sahiptir.
Bu nedenle Murakami okuru, satırları hızla geçip giden bir göz yerine kulak kesilen bir bilinçtir. Onun bu müzikal sadeliği, sonraki eserlerinde bir biçim felsefesine dönüşür.
Norwegian Wood’unduygusal sadeliği, 1Q84ün ritmik yapısı, Dans Dans Dans’ın döngüsel anlatımı hep bu ilk sessizliğin yankısıdır. Murakami, dilin melodisini yükseltmek yerine, anlamın iç sesini duymayı öğretir.

Murakami, Rüzgarın Şarkısını Dinle’yle aslında modern insanın en büyük kaybını anlatır: dinleme yetisini. Kahraman konuşmaz, dünyayı anlamaz, sadece dinler. Ve bu dinleme, pasif değil  bilinçli bir varoluş biçimidir. Belki de Murakami’nin çağrısı budur: Kendi iç rüzgarımızı duymadıkça, ne bir hikayeyi ne de kendimizi anlayabiliriz.

Yorum yapın