
Söyleşi: Nilgün Çelik
Gülay Işık’ın Belirsizlik Çağı romanı Myrina Yayınları tarafından yayımlandı. Yazarla son romanı üzerine konuştuk.
Gülay Hanım, eseriniz Belirsizlik Çağı’nın yolu açık olmasını diliyorum. Söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Sizi yeni tanıyacak okurlarınız için kendinizden bahseder misiniz?
Edebiyat her zaman hayatımda bir şekilde var olmuştur. Daha küçük bir kızken defterime küçük hikâyeler yazardım. Kurguladığım dünyalar beni gerçek dünyadan daha çok çekip içine alırdı. Üniversitede edebiyat okumam ile hikayelere olan bağlılığım derinleşti. Sait Faik’in “Çatışma” adlı hikayesini okuduğumda gözyaşına boğuldum ve benim için kendiliğinden çizilen yol önümde aydınlanıverdi. Yazdığım hikayelerden birkaçı Varlık, Adam Öykü, Patika gibi dergilerde yayımlanınca yazmayı ciddiyetle ele almaya karar verdim. Belirsizlik Çağı’nın ilk sayfalarını da üniversite yıllarında kaleme aldım. Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nde dosyamın dikkate değer görülmesini New York’ta Yaratıcı Yazın yüksek lisansı takip etti. O süreçte çok değerli yazarlarla tanışıp onlardan mentorluk aldım. Beat kuşağının önemli figürleri olan Anne Waldman ve Lewis Warsh gibi yazarlardan ders alma şansım oldu. New York’ta geçirdiğim yıllar kalemime heyecan verici yeni bir soluk getirse de üslup arayışı Belirsizlik Çağı’nın tamamlanmasını on yıl gibi bir süreye yaydı. Şimdi İstanbul’da bir özel üniversitede ders verirken yazın hayatımı sürdürüyorum.
Kısa ancak çok katmanlı bir roman Belirsizlik Çağı. Aşk, yas, ait olma, kendini bulma, özgürlük, belirsizlik, sanat ve daha birçok temayı içeriyor ve akıp gidiyor. Bu eserin çıkış noktasını merak ediyorum ve nasıl bir yazma süreci geçirdiniz?
Az önce kısaca değindiğim gibi romanımı henüz üniversite öğrencisiyken yazmaya başladım. Edebiyat kulübümüz Çanakkale’den İstanbul’daki kitap fuarına bir gezi düzenlemişti. Tüm gün fuarda yayınevi stantları arasında dolaşmış, yazar söyleşilerine katılmış, heyecanlı okurlar arasında kaybolmuş olmanın heyecanıyla dolmuşken o akşam nasılsa kendimi kulübümüzün bazı üyeleri ile İstiklal Caddesi’nin arka sokaklarında bir türkü barında bulmuştum. Arkada yüksek telden çalan bağlama sesi eşliğinde oraya aidiyetimi sorgularken masadaki peçetelerden birine uzanıp romanın ilk cümlelerini karalamaya başladım. Sizin de dediğiniz gibi aidiyet romanımda üzerinde durduğum temalardan biri. Benim de üyesi olduğum Y kuşağının kendini bulma ve özgürleşme yolunda belirsizlikler içinde tökezleyerek yürümesinin hikayesi. Denildiği gibi, gidilecek en uzun yol eve dönüş yoludur. Kahramanımız Murat’ın Bursa’dan İstanbul’a çıktığı seyahatte tarihe bu kuşağın buhranının anlatmak istedim.

Eserinizin kurgusu “neden sonuç” ilişkisi değil sonuçtan nedene götüren bir akış izliyor. Neden bu yöntemi seçtiniz? Okurla bağ kurma sürecinde bu yöntem daha mı etkili?
Bilinç nasıl her zaman bir düzlemde ileri akmayıp, bazen iki kutucuk ileri sıçrayıp bazen de bir kutucuk geri adım atıyorsa biz de romanın önemli bir bölümünü Murat’ın hatırasının uzandığı düzlemlerde takip ediyoruz. Hatıra bazen bizi yanıltır, bazen de şimdiki zamandan daha gerçektir. Hafıza hatırayı yeniden yazıp, değiştirip, dönüştürebilir ve bizi bir belirsizliğin kucağına atabildiği gibi elimizden tutup oradan çekip çıkarabilir de. Zaman tanrısı karşısındaki aciz insanın kontrolü biraz olsun ele alma çabasından başka nedir bu? Ancak bu daha az gerçek olduğu anlamına gelir mi? Bu zamanda atılan zigzagların romanın ruhunu, daha iyi verdiğini düşünüyorum.
Eserin başında yan kahramanlardan biri “Gökyüzünde bir tek yıldız yok ve biz yıldızlar altındayız.” diyor. Bu cümledeki ironiden bahseder misiniz?
Bu aslında bu cümleyi kuran karakterin hayalciliğine, umuduna, karanlıkta ışık kaynağını göremediğinde de var olduğunu bilerek yol almanın mümkün olduğuna inancına işaret ediyor. Ben hayalcilik, umut ve inancın bu çağda kadınların yollarını bulmalarında onlara eşlik edeceğini düşünüyorum.
İstanbul’da Beyoğlu sokaklarında, Çanakkale’deki şehitlikte okuru gezdiriyorsunuz. Terkedilmiş evlerden, bahçelerden fotoğrafçı ya da antika dükkânı gibi eskiyi hatırlatan yerlerde kahramanlarınızı dolaştırıyorsunuz. Bunların hepsinin bilinçle kurgulandığını düşünüyorum. Hepsi geçmişe işaret ediyor. Doğru mu düşünüyorum, mekanlar ve geçmiş sizin için ne anlam ifade eder?
Doğru düşünmüşsünüz. Mekanlar ve geçmiş arasında kurduğum bu melankolik bağ kahramanların kendiyle hesaplaşmasının izlerini taşımakla birlikte bu mekanların benim hafızamdaki anısını fotoğraflayarak silinmesine engel olma arzumdan geliyor.
Eserin tamamında kahramanınız Murat’ın duygusal çatışmalarını ve sosyal ilişkilerini gözlemliyoruz. Bireyin halleri bir yazarın elbette odak noktasıdır. Ancak bireyin kendiyle çatışmasını yazmak oldukça zordur, diye düşünüyorum. Siz kahramanınız üzerinden toplumdaki bireylere ve çatışmalarına mı dikkat çekmek istediniz?
Romanın başlarında Murat daha çocukken babasının ileride hangi mesleği edinmesini istediğini söyler. Toplumun bireylere yükledikleri roller, bireyin bu rolleri bir kabuk gibi üzerinde taşımakla atmak arasında yaşadığı gelgitler Murat’ın ve benim de üyesi olduğum neslin sızısı.
Romanınız ilerledikçe dünya ve Türkiye gerçeğinden de bahsederek daha samimi daha gerçekçi bir atmosfer oluşturuyorsunuz. Türkiye ABD ilişkisi, Türkiye’deki bir mültecilerin varoluşu gibi. Burada tarihe bir not mu düşmek istediniz? Kurguya girme sebebi neydi?
Aidiyet meselesi bu topraklarda aşina olduğumuz bir konu. Memleketin Doğu ve Batı etkileşimi arasında sıkışmışlıkla ne Doğulu’ya ne Batılı’ya yaranamayışı şahsına münhasır bir kültürel mozaik oluşturmakla birlikte biraz yalnızlaştırıyor. Ait olma arzusu ile özgürleşme güdüsü arasındaki çatışma karakterlerin de meselesi haline geliyor. Ben bu durumu zenginlik olarak görüyorum ve yasını tutmak değil kutlamak istedim.
Kahramanınız Murat’ın akılcı bir bakış açısı varken mistik bir dünyayla karşılaşması ile bireylerin hayata tutunma şeklini mi, kendiyle çelişme hallerini mi işaret etmek istediniz?
Dünyadaki varlığımızı tanımlama biçimimiz kendimizi anlamaya yardımcı olmakla birlikte bizi dış dünyanın hoyratlığından korur. Ancak sırtımıza giydiğimiz kimlik yeleği kurşun geçirmez değil. Murat’ın giydiği akıl yeleği çıktığı yolculukta sökülüyor ve karşılaştığı karakterlerin işaret ettiği başka dünyalara doğru ürkek ancak meraklı adımlar atıyor.
Mitoloji ve tarihi bir arada kurguladığınız bir bölüm var eserinizde. Başlı başına birçok soru içerebilir bu bölüm. Hatta örgüte üye birinin örgütten korkusuna resim yapamaması durumu da var. Bu bölüm hayli ilgi çekici. Ben mitolojik semboller üzerinden sormak istiyorum. Her birinin işaret ettiği bir anlam var mı yoksa kurgunun gelişi mi öyleydi?
Tarih yaşantıya not düşerken resim ve mitoloji onu hayal edip yeniden yorumlama şansı veriyor. Bizde bu kaynaklar oldukça zengin olduğu için şanslıyız. Ben de bu üçünden besleniyorum. Romanda İstanbul’un çeşitli semtlerinde duvarlara çizilen resimler, diyardan diyara uçan kuşlar okurla aramızda gizli bir selamlaşmadır.
Eserinizde önemli iki konuyu vurguluyorsunuz kahramanlarınız üzerinden. Anne kız ilişkisi ve kadının özgürlüğü. Eserinizi okumamış olan okurlarınız için bu konudaki fikirlerinizi eseriniz üzerinden anlatır mısınız?
Kadının toplumsal cinsiyet rollerinden özgürleşip kendini var etmesi romanın da merkezinde tuttuğum bir mesele. Kanser olup memeleri alınan bir kadın daha az kadın mıdır? Annelik toplumda yaygınlıkla kutsanıyor ve kadın için en naif en ulvi rol olarak betimleniyor. Peki bu rolü üstlenmek istemezse ona ne oluyor? Bu soruları soruyorum. Bu kadınlar bazen toplumdan dışlanıyor, ayıplanıyor, insanlığa karşı bir görevi varmışçasına ondan hesap soruluyor. Dünya yekpare bir kerpeten gibi onu yakalayıp büküyor ve istediği şekle sokuyor. Üstelik bu bazen kadın yoluyla kadına yapılıyor, anneden kıza geçiyor. Romanda kadınların özgürleşmesi sadece erkekle arasındaki bir hesaplaşma değil ve annelerinden ve onlardan öğrendikleri kadınlık tanımından göbek bağlarının kesilmesiyle gerçekleşebiliyor. Birçok kadın günümüzde kendi kaderini kendi yazma yolunu seçiyor artık. Yaşamda üstlendiği rol her ne olursa olsun, bu kendi seçimi olsun istiyor. Bu sevindirici.
Eserinizde bir rüya alemi ya da paralel bir evren var. Bununla neyi işaret ettiniz? “Belirsizlik Çağı” buradan mı geliyor?
Zahir ile batını birbirinden ayıran bilinç çizgisi silikleştiğinde ortaya çıkabilecekler beni hem korkutmuş hem cezbetmiştir. Bu iki evrenin aynı anda geçmişte, şimdide ve gelecekte, her yerde ve her zaman var olması ihtimalinden yola çıkıp kahramanlarımı o ince çizgide yazın yoluyla dolaştırmayı seviyorum. Nihayetinde kendini bulmanın tek yolu kaybolmaktır.

















