Levent Karataş’tan “İmdat Dünya” Yahut “Geberttik Onları Şiirle” | Bâki Ayhan T.

Ekim 15, 2025

Levent Karataş’tan “İmdat Dünya” Yahut “Geberttik Onları Şiirle” | Bâki Ayhan T.

Levent Karataş’ın İmdat Dünya adlı kitabı (160. Kilometre, 2023) hem şiirde hem de şiirle bir şey yapma arzusunda olan, bunu da yapan bir şairin dünyasından içtenlikli izdüşümler, anekdotlar, iddialar, itiraz ve isyanlar içeriyor. Modern şiirin temel bir argümanı olarak, yetmiş dokuz sayfalık bu kitapta tema tasnifi imkânsıza yakın görünüyor. Aşk, yalnızlık, anne, masumiyet, mahalle, inanç, arkadaşlık vd. gibi temalar iç içe geçiyor, birbirinin üstüne biniyor, altlı üstlü arzulu istekli sükûnetli hareketli kucaklaşıyor, çatışıyor, dövüşüyor, hep beraber var oluyor, biri diğerinin varlık nedenine dönüşüyor.

Hal böyle olmakla birlikte okumaya da yazmaya da bir yere çentik atıp oradan başlamak gerekiyor. Bazı şiir kitaplarını, eskilerin şiir falı dedikleri şekilde, rastgele şiirler seçerek, bazılarını ise roman okur gibi en baştan başlayıp sayfa akışını bozmadan okuyabilirsiniz. İmdat Dünya’yı, her ne kadar şiirlerin ayrı ayrı başlıkları var ise de, ikinci tarzda okumaya başladım, öyle de bitirdim çünkü adeta bir anlatı okur gibi başlayıp öyle de devam ediyorsunuz, metinden metne sayfa atlayarak geçemiyor, sırayı bozamıyorsunuz. Hem bunlar “metin” mi? Yani dil bilgisi yahut teknik zanaat de dikkate alınarak kotarılmış metinler mi yoksa ruhtan, içten, şairin içindeki şiir evreninden geldiği gibi yazılıp bırakılmış şiirler mi bunlar? Ağız alışkanlığı ile her ne kadar yazıda metin kavramını kullanacak da olsak bunlara o anlamda metin demek zor. Neden mi? Bu kitaba gücünü veren zanaat veya teknik değil, içtenlik de ondan. İmdat Dünya, şair ve birey Levent Karataş’ın olaylar, durumlar, özel yaşantılar, toplumsal gelişmeler, evrensel gidişmeler karşısındaki, içindeki tepkileriyle ruh kazanıyor.

Bu kitabın her sayfasında şiir var. Bundan daha doğal ne olabilir, zaten bir şiir kitabı değil mi demeyin. Önsözü bile şiir olan, daha doğrusu şiir gibi kaleme alınmış bir kitaptan söz ediyorum: “Nöbet nöbet şiirler örerken çok gürültü çıkardım, müstesna komşularım da affetsin. İmdat Dünya kitabımda mana ve madde iç içe. Anlatıcı lisanıyla yazdım şiirleri. Becerebildiğim yegâne sanatı örgütlemeye çalıştım.” Bundan âlâ şiir mi olur? Bakalım, olur mu olmaz mı?

Öncelikle buradaki “anlatıcı lisanı” ifadesi üzerinde durmak gerekiyor. Şair, daha en baştan, adeta bir anlatı, bir novella yazdığını, bunu dizelerle şekillendirmiş olsa bile meramının okuyucuyu adeta bir romanın içine çekmek olduğunu belirtiyor. Metin olarak roman değil ama hakikaten şiirler ilerledikçe bir romandaki dünyanın içine girmiş gibi hissediyorsunuz. Hem, yer yer sükûnetten söz etse de gürültülü bir dünya bu kitabın içindeki. İmdat Dünya gürültülü bir kitap, öyle sesiz ve derinden akan anlatılara benzemiyor, gürül gürül akıyor. Sonradan özür dileyeceğini düşündüren hiçbir ipucu da yok üstelik. Okur, kendisini Levent’in komşusu yerine de koysa öyle bir özür beklentisi söz konusu olamazdı. “akşam bültenlerinde beyaz ekran soytarılarına küfrederiz… ucuz romanlara çarpıyorum… aşkına yaslanıp sevgiyi reddettiğimi… üçüncü dünya ülkesi istasyonunda… James Dean kadar masumum…” diyen bir şairin kime özür borcu olabilir? Gürültü şairin içinden dışa vurulan, vurulmayıp savrulan bir yaşam ve anlam aracı bu kitapta. Levent, inandığı şeyin -din, halk, dava, eylem, kavim, içki, şehir…- her ne olursa olsun adını kendisi koyuyor. Yerleşik adlandırmalara, sıfatlandırmalara ciddi anlamda mesafeli hatta tamamen karşı. Pek çok şiirde geçen özel adlar (Ahmet Erhan, Anna Ahmatova, Cumhuriyet, Mirelle, Tanrı, Kars, Tunç Okan, Baudelaire…) var bunları da özel olmaktan çıkarıp çok özel kılıyor, kendisine mal ediyor. Onlar olmasa ben olmazdım demektense ben olmasam onlar bu sayfalarda olmazdı demek bu ve şiddetle desteklenmeli.

Şiirler genellikle uzun soluklu hatta az önce de işaret ettiğim gibi epik anlatımlı bir kuruluşa sahip. Bir şiir metninin uzun veya kısa olmasının ne anlamı olabilir? Kısa şiir, vurucu etkiyi, şok etkisini önemseyen, sözü de çağrışımı da bir noktada toplayan, odaktan şaşmayan, sapmayan şiirdir. Philippe Soupault, Orhan Veli, Sabahattin Kudret ve Orhon Murat Arıburnu’nun şiirleri böyledir. Uzun ve epik anlatımlı şiir ise bunun tersidir; anlamın ve çağrışımın bir yerde toplanmasını istemez, merkezkaybını öne alır. Edip Cansever ve Turgut Uyar’ın şiirleri bu çerçevede okunabilir. Cemal Süreya iki teknikle de dengeli oranda kalem oynatmıştır. Levent’in İmdat Dünya’sı şok etkisini metnin tamamından ziyade belirli kısımlarında gözeten, çağrışımı belirli bir noktada toplamayan, odak kaybını öne alan, epik anlatımlı şiirlerden oluşuyor. “Hepimiz Kralız, Linç, İkinci Perde” gibi şiirler böyle okunmayı gereksiniyor. Bunu derken, ehil okur anlayacaktır, anlamıştır, dağınıklıktan değil belirli bir yere kapılıp kalmamaktan söz ediyorum. Şüphesiz, bunun nedeni de şairin sınır tanımaksızın hayata dair hemen her şeye bakma arzusudur.

Yazının başlarında içtenlikten söz ettim biraz. Sonu da onunla bağlayayım. İmdat Dünya’nın en karakteristik tarafı, sözle duygunun birbirini tamamlaması, bağlamı daima sahicilikte tutması. Kitaptaki “en deneysel” şiir olan “Kökler”de bile bunun kabardığı söylenebilir. Uzun söze ne hacet, içtenliğin sembol değeri olarak şu dizelerle bitireyim yazıyı: “mutsuzluğumu anlaman için / saf bir âşıkken işittiklerimi bir bilsen / parkın sokağında seni bekleyişimi / evinin kapısını çalıp geri çekilişimi / yüzünü asla göremeyeceğim hissini / ‘Sen bilirsin artık Levent’ sitemini”

Dünyanın binbir halini, insanın duygusal sorgulamalarını, kararsızlıklarını, çevreyle ilişkilerini, bireyin ötekileri kendisine göre konumlandırışını şiir içinden bir kez daha görmek, sadece kötüyü değil kötülüğü de şiirle öldürmek için: İmdat Dünya.

Yorum yapın