Max Frisch’in Minimal Romanı ve Genişleyen Dünyası | Mehmet Hanifi

Ekim 8, 2025

Max Frisch’in Minimal Romanı ve Genişleyen Dünyası | Mehmet Hanifi

Meselesini olabildiğince az sözcükle yaratmış yazarların metinleriyle karşılaştığımda, içimde yatan edebiyat anlayışımın da buna denk düştüğünü düşünür, yazarına hayranlık duymamla beraber, kıskanırım ufaktan. Az sözcükle geniş dünyasını yaratmak, romanı şiire yaklaştırıyor. Yalınlığına rağmen okurun dilinde hoş bir tat bırakan yoğun atmosferi hemen göze çarpıyor.

Bin Ya da Pekin’e Yolculuk kitabı Türkçe’ye çevrilen yetmiş yedi sayfalık son romanı, Frisch’in iç dünyasına bakışını yansıtıyor. Şehirden başlayan ve bir ormanın bilinmezliklerine yol alan hikâyesiyle fantastik edebiyatın kıyısında dolaştırıyor okuru. Bu maceraya romanın karakteri Teo da inanmıyor ve bir rüyanın içinde olduğunu sanıyor. Onu sınırda anlatıcı Bin beklemektedir. Yol ayırımında savaş çanları çalmaktadır. Romanın arka planında ikinci dünya savaşının bunalımının izlerini taşıyan bir Avrupa vardır. Pekin çok uzak değildir. Yaşam bireyin kendine karşı verdiği en büyük savaş değil midir? Pekin, bir yolgeçen hanı gibidir. (Kitabın bir savaş anısıyla başlaması boşuna değil.)

Çin Seddi, varoluşsal anlamda insanın düş gücünü tetikleyen ve onu harekete geçiren eşiktir. Şehirden ormana kaçış, modern dünya insanın evlilikten, iş hayatından, günlük hayatın yorgunluğundan ve bunalımından doğaya, doğal olana yönelişini, zihinsel yolculuğunu temsil eder. Bin, öteki bendir, aynadır, iç sestir. Kendini arama arayışıdır. Teo’nun kısık kalan diğer sesidir. Bu ses ona başka bir dünyanın mümkün olduğunun işaretidir.

Romanda geçen altı üstü bir gündür ama okurun zihninde derin bir iz bırakır.  Yazarın lirik ve parçalı anlatımı okuru sarmalar ve içine çeker. Metinde felsefi derinlik yoğunlukla yoğrulur. Anlatımdaki açık uçlu yaklaşım, okuru kapalılıktan kurtarır. İnsanın ütopyasına, düşlerine kilit vurulabilir mi? İnsan dediğin ya gider ya kalır.

Bin Ya da Pekin’e Yolculuk’ta Max Frisch, bu çağın bireyinin çıkmazlarını, kendine ve topluma yabancılaşmasını, kimlik bunalımlarını ve insanın hiç bitmeyecek varoluşsal arayışını ele alır. İnsanın kendine sorduğu, Ben Kimim? Sorusunun peşine düşer.

Yeniyle eskinin, düş ile gerçeğin çatışmasında, insan kendine doğru yönü tayin edebilir mi? Özgürlük çok mu uzak insandan? İnsan dediğimiz, bir savaşın içinden sağ salim çıkabilir mi?

Yorum yapın