
Söyleşi: Zeynep Begüm Güney
Asya, insanlık tarihinin en geniş coğrafyalarından biri olarak yalnızca imparatorlukların ya da hanedanların tarihiyle değil kültürel çeşitliliği, dinî zenginliği ve toplumsal örgütlenmeleriyle de dikkat çeker. Binlerce yıllık birikimiyle bu kıta, insanlık serüveninin en canlı, en karmaşık ve en öğretici sahnelerinden birini oluşturur. Tarihçiler için olduğu kadar genel okuyucu için de Asya’nın geçmişini anlamak, bugünün dünyasını kavramak adına vazgeçilmezdir. Bu ihtiyaca kapsamlı bir yanıt sunan Asya Tarihi, Rhoads Murphey’nin özenli çalışması ve Kristin Stapleton’ın katkılarıyla hazırlandı, Faruk Akyıldız ve A. Şeyma Taç’ın özenli çevirisiyle Türkçeye kazandırıldı.
Kitap, tarih öncesi dönemlerden başlayarak günümüze kadar uzanan geniş bir anlatı sunar. İndus Vadisi uygarlığından Çin’in Shang ve Zhou hanedanlarına, Japonya’nın erken devletleşme süreçlerinden Güneydoğu Asya’daki Hint etkisine kadar farklı coğrafyaların gelişimini ayrıntılı bir şekilde işler. Hinduizm, Budizm, Jainizm, Konfüçyüsçülük, Taoizm, Şinto ve İslam gibi inançların doğuşu ve yayılışı, hem tarihî metinler hem de kültürel yansımalar aracılığıyla ele alınır. Bu sayede kitap, Asya’nın siyasî olaylardan başka düşünsel ve manevi boyutlarıyla da okunabileceğini gösterir.
Murphey ve Stapleton, eserlerinde toplumsal yapıları ve gündelik yaşamı da öne çıkarır. Aile düzeni, evlilik gelenekleri, kadınların toplumdaki konumu, eğitim ve okuryazarlık, maddi refah düzeyi ya da hukuk ve ceza sistemleri, dönemin kaynakları ve görselleriyle aktarılır. Böylece okuyucu, tarihî gelişmeleri sıradan insanların hayatlarıyla birlikte değerlendirme imkânı bulur. Kitap yalnızca imparatorlukların savaşlarını değil, aynı zamanda halkların nasıl yaşadığını, üretip tükettiklerini, inançlarını nasıl şekillendirdiklerini de gözler önüne serer.
Eserin bir başka güçlü yanı, Asya’nın dış dünyayla temaslarına ve sömürgecilik süreçlerine geniş yer ayırmasıdır. Portekizlilerin, Hollandalıların ve İngilizlerin kıtaya girişi, ticaret ağlarının yeniden biçimlenmesi, emperyalist rekabetler ve bu karşılaşmaların yerel toplumlarda yarattığı dönüşümler ayrıntılarıyla işlenir. 20. yüzyılda milliyetçi hareketlerin yükselişi, bağımsızlık mücadeleleri, Soğuk Savaş döneminin etkileri ve günümüzde Asya’nın ekonomik ve kültürel yükselişi de kapsamlı bir bakışla ele alınır.
Haritalar ve görsellerle zenginleştirilmiş bu kitap, hem akademik araştırmalar için güvenilir bir kaynak hem de meraklı okuyucular için sürükleyici bir başvuru eseridir. Asya Tarihi, kıtanın kendi iç dinamikleriyle şekillenen benzersiz yolculuğunu anlatırken okuyucuyu insanlığın ortak mirasını yeniden düşünmeye davet eder.
Asya Tarihi gibi kapsamlı ve çok katmanlı bir eseri çevirmeye sizi ne yöneltti? Bu kitabı seçmenizde özel bir ilgi ya da özellikle önemsediğiniz bir nokta oldu mu?
Asya Tarihi’nden önce zaman ve mekân bakımından daha dar kapsamlı tarih metinleri ya da belirli düşünce ve kavramların tarihi üzerine metinler çevirmiştim, ancak bu kadar geniş kapsamlı bir eseri Türkçeleştirme fırsatının bana sunulması beni özellikle heyecanlandırdı. Yazarların da belirttiği gibi dünya nüfusunun yarısına ev sahipliği yapan bu kadar geniş bir coğrafyayı yazılı tarihin dahi ötesine ulaşarak ele alan bir eserin bir çevirmen için başta biraz göz korkutucu olduğunu söylemeliyim. Ancak böyle bir kitabın dilimize kazandırılması ve olabildiğince çok okura ulaştırılmasının önemini daha ilk birkaç sayfada idrak ettim.
Çeviri sürecinde Asya’nın farklı coğrafyalarına ve kültürlerine ait terminolojiyle sık sık karşılaşmış olmalısınız. Bu kavramları Türkçeye aktarırken nasıl bir yöntem izlediniz?
Kitap, konuyla yeni tanışan geniş bir okur kitlesine hitap etmeyi hedeflemesi nedeniyle okuru aşina olmadığı yeni kavramlarla tanıştırırken terminoloji bakımından aşırı yükleme yapmamaya çalışan bir üsluba sahip. Bilhassa toplum yapıları, inanç ve düşünce geleneklerinden bahsederken daha sık kullanılan ve Türkçede yerleşik karşılıkları olmayan az sayıdaki terminolojik kavramı ise transliterasyon yoluyla aktarmaya çalıştım.
Metnin akademik yönü güçlü ama aynı zamanda genel okura da hitap ediyor. Çeviri sırasında bu dengeyi korumak için nasıl bir üslup tercih ettiniz?
Bu konuda yazarlar, okurun elini tutup ona rehberlik ettikleri gibi bana da rehberlik ettiler. Bu denge zaten çok iyi kurulmuş olduğu için benim üzerime düşen onların tesis ettiği üsluba sadık kalmak, kavramları lüzumsuz karmaşıklaştırmamak, yeri geldiğinde de onların yaptığı gibi okurun metni takip edebileceğine güvenmekti.
Sizi en çok zorlayan bölüm veya kavram hangisiydi? Bunu çözerken nasıl bir yol izlediğinizi bizimle paylaşır mısınız?
Beni zorlayan, nasıl Türkçeleştireceğimi bilemediğim bir bölüm veya kavram olduğunu söyleyemem. Ancak kendi kör noktalarımı gidermek için kitabı bir kenara koyup başka kaynaklara yöneldiğim yerler oldu. Özellikle Budizm, Hinduizm ve Şinto gibi inanç sistemlerinin doğuşu ve tarihi konusunda bir hata yapıp okuru yanlış yönlendirmemek için önce metin dışı kaynaklara başvurmam gerekti.
Kitapta Asya’nın tarihi yalnızca siyasi olaylarla değil gündelik yaşam, aile yapıları ve toplumsal hiyerarşiler üzerinden de anlatılıyor. Sizce bu yaklaşım, Asya tarihini anlamada nasıl bir fark yaratıyor?
Batılı yazarların Batılı okurlara hitap ettiği bir kitapta belki beklenmeyecek bir detay ancak metnin ana gövdesine iliştirilen, mektup, günlük ve edebî eserler gibi kaynaklardan yararlanılan notlar ilk okumamda kitabın en hoşlandığım yönlerinden biriydi. Özellikle Güney ve Doğu Asya gibi ilk bakışta katı hiyerarşik ve kolektivist özellikleriyle öne çıkan toplumlara, özellikle de zaman ve mekân bakımından uzaktan bakarken, birey ve aile seviyesine kadar detaylara inilmesi ve bunun yorucu olmayan bir şekilde kotarılması, eminim ki okuru da memnun edecektir.
Dinlerin ve düşünce geleneklerinin (Hinduizm, Budizm, Konfüçyüsçülük, Taoizm, İslam vb.) kitabın temel sistematiğinde önemli bir yeri var. Bu anlatım, günümüz Asya’sının kültürel kimliğini kavramamıza nasıl katkı sağlıyor?
Bu sistemlerin ve geleneklerin bugünün ülke sınırlarını aşan etkileşimlerine, birbirlerini itip çekmeleri ve karşılıklı şekillendirmelerine odaklanan anlatımın, coğrafi birimlerin inanç, kültür ve düşünce bakımından tek tek ele alınmasının imkânsızlığını, tüm kıtayı tek bir eserde ele alma girişiminin muazzam zorluğuna rağmen doğru tercih olduğunu gösterdiğine inanıyorum. Binlerce yıl boyunca iç içe geçmiş kimlikleri konu alan bir anlatımın daha basite indirgenmesi, okura haksızlık olurdu.
Murphey ve Stapleton, Asya’nın Batı ile karşılaşmalarına, sömürgecilik ve emperyalizmin etkilerine geniş yer ayırıyor. Sizce bu bölümler, günümüz küresel ilişkilerine bakışımızı nasıl şekillendirebilir?
Batılı kâşif ve tüccarların Asya kültürleri ve devletleriyle ilk karşılaşmalarından yirminci yüzyılda başlayan dekolonizasyon sürecine ve günümüze kadar uzanan bölümlerin, kitabın tamamının ve dolayısıyla bölge tarihinin bağlamı içinde ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Sömürgeciliğin ve emperyalist merkez-çevre ilişkisinin tarih boyunca bu iki kültür arasındaki tek ilişki biçimi olmadığını, günümüzde ve gelecekte de bu ilişki biçimini sürdürmenin bir zorunluluk olmadığını görebiliriz.
Eserde haritalar, görseller ve zengin örneklerle desteklenmiş bölümler var. Bu unsurların, okurun tarihi kavrayışında nasıl bir rol oynadığını düşünüyorsunuz?
Her tarih metninin önemli bir parçası olan bu unsurlar, bu kitapta özellikle Güneydoğu Asya gibi diğer bölgelere kıyasla popüler tarih okumalarına daha az konu olan bir bölgeyi ya da tarih öncesi dönem gibi daha az bahsedilen bir dönemi okura sunmakta çok önemli bir role sahip. Bu unsurların bolluğu ve çeşitliliği, okurun ilk defa karşılaştığı bir dönemi veya mekânı kavrayışını mutlaka zenginleştirecektir.



















