
Nikolas Rose ve Des Fitzgerald’ın Kentsel Beyin: Dirimsel Kentte Akıl Sağlığı modern kent yaşamı ile zihinsel sağlık arasındaki ilişkileri disiplinlerarası bir çerçevede tartışan, düşünce olarak hem sosyolojiyi hem de hayat/bilim bilimlerini (özellikle psikiyatri ve nörobilim) bir araya getirmeye çalışan iddialı bir kitap. Konu, yani şehirler ve insanın şehirler üzerine deneyimleri her yönüyle kapsamlı bakış açılarını, incelemeleri ve araştırmaları hak ediyor, kitabın içeriğine baktığımızda, hatta ele alınan konuların özeti niteliğinde yazılan giriş yazısı bile bu hakkı Nikolas Rose ve Des Fıtzgerald yaptıkları tüm araştırmalarla hakkıyla yerine getirdikleri görülebilir. Kitabın tamamını okumak ise şehir yaşamına dair bilgiler adına başlı başına önemli bir deneyim oldu.
Şehir neresidir ve “Kentsel Beyin” denildiğinde ne kastedilmek istenmiştir, kitabın alt başlığı olan “Dirimsel Kentte Akıl Sağlığı, zaten konu itibariyle çok boyutlu olan yapıyı daha da derinlemesine katmanlandırmakta, işin içine düşünce, felsefe, psikoloji, sosyoloji gibi ana dallar girmektedir. Kitabın bütününe baktığımızda, yani Kentsel Beyin denilen yerin içini açıp ayrıntıları gördüğümüzde şehir dediğimiz stresli, karmaşık ve daima değişmekte olan yerde yaşayan insanların akıl sağlığı bulunmakta ve bu da kitabın odak noktasına tekabül etmekte. Akıl sağlığı artık şehir hayatının anlaşılabilmesi için çok önemli, artık siber şehirlerden bahsediliyor çünkü ve işler bu noktaya gelmişken Nikolas Rose ve Des Fitzgerald’ın ayrıntılı araştırmalarını yaptıkları konu üzerine sordukları şu sorular önem kazanıyor.
“Yapacağımız bu deneysel çalışmayla birlikte sosyal bilimler ve nörobilimdeki öncü araştırmaların aynı çatı altında toplanmasının sağlayacağı olanakları ve ortaya çıkaracağı kısıtlamaları görmek istedik. Şehir hayatı ile zihinsel yaşamın iç içe geçmesinden ne gibi anlamlar çıkarılabilir? Bu alanda neler mümkündür ve bu alanı anlamak bize ne kazandırabilir? Şehir hayatı neden bazı insanların akıl sağlığını çok kötü etkilerken bazıları için faydalıdır? Bu tarz bir deneysel çalışmanın başarılı ya da başarısız olarak sonuçlanmasından sosyal bilimlerin “yeniden canlandırılması” çağrımız için ne gibi çıkarımlar elde edebiliriz?”
Kentsel Beyin, kentleri yalnızca ekonomik veya fiziksel alanlar olarak değil, “dirimsel” (vital) canlılıkla dolu – insanların, diğer canlıların, altyapıların, teknolojilerin ve kurumların birbirine geçtiği – yaşam alanları olarak ele alıyor. Yazarlar, kent deneyiminin bireylerin beyinlerine, stres-yanıtlarına ve zihinsel hastalık risklerine nasıl “yazıldığını” göstermeye çalışıyor; bunun için sosyolojik analizleri nörobilimsel ve psikiyatrik bulgularla ilişkilendiriyorlar. Temel soru: şehirler neden kimi zaman insanların akıl sağlığını bozuyor, kimi zaman ise destekliyor?
“Elbette sosyal bilimler ve fen bilimleri arasında her zaman bir etkileşim bulunmaktadır. Bazı araştırmalar canlı organizmaların içinde yaşadıkları dünyayı birkaç kabataslak faktöre ya da çevre olarak adlandırılan dört duvar arası bir terime indirgese de, canlı organizmaların doğası ve gelişimi üzerinde çalışan herkes bu varlıkların yaşamlarının kendi bedenlerinden öteye uzandığının farkındadırAynı zaman zarfında sosyal bilimlerde de bazı gelişmeler meydana gelmiştir. Feminist sosyal bilimciler insanın sadece zihinden ibaret olmadığının, bedenleşmenin de insan varlığının bir parçası olduğunun farkına varılmasının bir mecburiyet olduğu konusunda ısrarcı olmaya başlamıştır.”
Temel bir soru var fakat Rose ve Fitzgerald bu temel soru veya etrafında beliren diğer sorulara pek çok açıyı gözeterek cevaplarını veriyorlar. Kitabın ergumanı, -Temel iddiası- kentlerin insan zihni ve bedenleri üzerinde belirgin, ölçülebilir etkileri vardır; bu etkileri anlamak için sosyal bilimler ile yaşam/bilim bilimleri (biomedikal disiplinler) arasında tekrar sıkı bir ilişki kurulmalıdır. Rose ve Fitzgerald “ekososyal” ve “dirimsel” bir çerçeve yaklaşımı sunuyorlar. Yani ruh sağlığı yalnızca bireysel beyin kimyasıyla açıklanamaz; konut, çevresel maruziyet, sosyal ağlar, göç deneyimi, ırk ve sınıf ilişkileri, kentsel altyapı ve hatta mikroçevresel faktörler (gürültü, kirlilik, yeşil alan eksikliği vb.) birlikte değerlendirilmelidir. Tüm bunlar göz önünde bulundurularak sosyoloji, epidemiyoloji, psikiyatri ve nörobilim bulgularını örnek olaylar, istatistikler ve tarihsel perspektiflerle harmanlıyorlar.
Bu noktada kitabın güçlü yanları için ilk söylenecek madde Disiplinlerarası köprü kurması kesinlikle . Rose ve Fitzgerald, genelde kopuk yürütülen sosyal ve biyomedikal açıklamaları bir araya getirerek yeni ve zenginleştirici bakış açıları geliştirebilmeyi önemsemişler. Bu, şehir çalışmaları ve akıl sağlığı araştırmaları için çok değerli. İkinci olarak teorik netlik ve kavramsal zenginlik. “Dirimsel kent” ve “ekososyal” kavramları, kentsel deneyimin canlılık boyutunu vurgulayarak okura kavramsal araçların veriliyor olması önemli ayrıntılar arasında. Kitabın politik ve etik duyarlılık konularında söz alırken söylediği şeyler ise yalnızca “biyolojik maruziyetler”i saymakla kalmıyor; kentin eşitsizlikleri, ayrımcılık, göçmen deneyimleri gibi politik açıları da merkezine alıyor. Bu, önerilerin politika yapıcılar için çekiciliğini artırıyor denilebilir.
Bu noktadan el alarak kitabın zayıf -ya da tartışmaya açık da denilebilir- noktaları şunlar: İlk sıraya “ampirik sınırlar” alınabilir. Disiplinlerarası sentez güçlü olsa da, bazı çıkarımların nedensellik düzeyinde kesinliği sınırlı olabilir — yani kentsel koşul ile belirli bir zihinsel bozukluk arasında doğrudan ve tekil bir nedensel hat çizmek zordur. Yazarlar bunu kısmen kabul eder; yine de bazı okurlar daha fazla nicel kanıt isteyebilir. İkinci sırada “uygulanabilirlik açıklığı” var. Kitap kuramsal olarak zengin olsa da, şehir planlaması ve sağlık politikalarına nasıl spesifik, ölçeklenebilir müdahaleler yapılacağı konusunda bazı bölümler daha sıra dışı veya genel kalabiliyor. Politik öneriler var; fakat uygulamaya geçişte karşılaşılacak zorluklar daha fazla ele alınabilirdi. Üçüncü olarak “Batı-merkezcilik” riski. Kitabın birçok ampirik örneği küresel kuzey şehirlerinden geliyor; megakentlerdeki (özellikle küresel güneydeki) farklı kentsel dinamikler daha ayrıntılı ele alınabilir diye düşünenler olacaktır. Kitap küresel göç konusunu işlese de, coğrafi çeşitliliğin daha geniş yelpazesi bazı okurların beklentisini karşılamayabilir.
“Everyone knows what stress is and no one knows what stress is” benzeri cümleler gündelik-bilimsel ikiliğin sorgulanabilir olması adına dikkat çekici cümleler arasında; çünkü bu cümle stresin hem bireysel bir deneyim hem de sosyal-ekolojik bir fenomen olduğunu vurguluyor ve bu vurgu şehirde yaşamanın zorluklarına çok benziyor. Şehirde “yaşama”nın nasıl sosyolojik biçimlendiğine dair tartışmalar; mekan ile özne arasındaki karşılıklı inşa süreçleri adına çok önemli zira. Eco-sosyal yaklaşımın pratik sonuçları: yalnızca beyin-biyolojisine değil, konut politikalarına, kentsel yeşil alan tasarımına, göçmen sağlığı hizmetlerine kadar genişleyen politika alanları öneriliyor.
Kentsel Beyin çağdaş kentsel sorunları anlamak için gerekli bir köprü görevi görüyor: sosyal yapıların, çevresel koşulların ve beden-zihin süreçlerinin nasıl iç içe geçtiğini kavramak isteyen herkes için düşünsel bir zenginlik bu. Eleştirileriyle birlikte, kent politikalarını ve klinik yaklaşımları birbirine daha iyi bağlayacak fikirsel altyapıyı sağlaması bakımından önemli bir kitap. Henri Lefebvre’in “Şehir Hakkı” ve Michel Foucault’nun “Heterotopyalarına” kadar kent yaşamının farklı etik perspektif inşası Kentsel Beyin ile daha da genişliyor. Sadece akademisyenler, öğrenciler veya bu tipte kitapları okumayı sevenlere değil şehirde yaşama tutunmaya çalışan herkese öneririm.


















