Bazı cümleler, bir kitabın ya da filmin içinde saklanmış halde karşımıza çıkar ve bir anda düşünce biçimimizi, hatta hayat yolumuzu değiştirebilir. Yazarlık da böyle değil midir zaten? İçimize düşen küçük bir kıvılcımla başlar, sonra bizi adım adım geliştiren bir serüvene dönüşür.
Bu söyleşide, yazarların kendi ilham kaynaklarına, yazma alışkanlıklarına ve iç dünyalarına samimi sorularla dokunuyoruz. Her yanıt bir sahneye dönüşüyor, her sahne okura yeni bir kapı aralıyor.

Orhan Pamuk’un Yeni Hayat kitabı “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.” diye başlar. Sizin şimdiye kadar okuduğunuz kitaplar arasında hayatınızı değiştirmese bile etkilendiğiniz, okumasaydım çok şey kaybederdim diye düşündüğünüz bir kitap var mı?
Olmaz mı hiç. Hayatımı değiştirmese de kararlarımı etkileyen, bana yön çizdiren, duygu ve anlam dünyamı dönüştüren kitaplar oldu. On sekiz yaşımda Mrs. Dalloway beni çarpmıştı. Yirmili yaşlarımda, Kolera Günlerinde Aşk. Filoloji okurken Charles Dickens ve Thomas Hardy. Otuzlarımda Anna Karenina ve Simone de Beauvoir’ın tüm kitapları. Kırklarımda Goethe’nin şiirleri ve Faust’u. Tabii bunlarla kalmadım. Uzun bir süre keşke Bülbülü Öldürmek romanını ben yazmış olsaydım diye hayıflandım. Çevirisini yaparken Hamlet’in büyüklüğü karşısında saygıyla eğildim. Yine çevirisini yaparken Woolf’un Dalgalar romanı beni epey sarsmıştı. Türk Edebiyatından İnci Aral, Leyla Erbil ve Erendiz Atasü romanları kadın romancı olmanın önemini anlattı bana. Ve tabii ki gençliğimden beri her romanını iki üç kez okuduğum Orhan Pamuk. Kar, Kara Kitap ve sırasıyla diğerleri…
Yazmaya başlamanıza ya da yazı biçiminizi dönüştürmenize ilham olan bir film oldu mu? Olduysa hangi sahne sizi etkilemişti, bizimle paylaşır mısınız?
Sylvia Plath’ın hayatını konu alan Sylvia filmi, Woolf’un hayatını anlatan Saatler filmi ve de bir yazarın ikilemlerini anlatan Aşık Shakespeare. Yazın dünyamı oluştururken severek izlediğim filmlerdi.
Haruki Murakami, yazarlığın bedensel güç gerektirdiğini ve her gün koştuğunu ya da yüzdüğünü anlatır. Sizin düzenli bir spor alışkanlığınız var mı? Varsa bu fiziksel pratiğin yazma sürecinize etkisi nedir?
Çok uzun yürüyüşlere çıkıyorum. Özellikle bir romanı zihnimde oluşturmaya çalıştığım o sancılı süreçte çok fazla yürüyüş yaparım. Yürümek, zihnimi açıyor böylece düşüncelerime daha rahat yer kalıyor.
Virginia Woolf, “Para kazanın, kendinize ait bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın…” diyerek birçok kadına yazma cesareti verir. Bu sözden yola çıkarak, siz yazmaya yeni başlayan birine ne tavsiye ederdiniz? Bir yazarın en başta hangi gerçeğe ya da duruma hazırlıklı olması gerekir sizce?
Woolf’un kendine ait bir oda kavramı hâlâ geçerli ancak bana sorarsanız ilk olarak “bir meselenizin olması” derdim. Kalbinizden söküp atmak istediğini o derin mesele nedir? Neden yazıyorum sorusunun cevabı verilmemişse o zaman tüm denklemler çöküyor. O “büyük” ve “can acıtıcı” meseleyi bulmak lazım. Sonra da okumak, çok okumak, daha çok okumak. Önemli bir şaheseri elinize aldığınızda ona gelene kadar neler okudunuz, hangi birikimleriniz var, zihninizde o romana denk gelecek neler var… Bunları önemsiyorum.
İnsanlar genelde okudukları kitabın altını çize çize okur. Peki siz bir yazar olarak kendi yazdıklarınız arasında altını çizeceğiniz bir cümle seçseniz, hangisi olurdu? Neden?
Evvel Bahar romanımdaki, “masallara olan inanç hiç yitmez, masallar ancak yeniden yazılır,” cümlesi bana Şehrazad’ı hatırlattığı için çok seviyorum.


















