Adnan Binyazar benim ağabeyim. Benim ağabeyim yoktur, onu gerçek bir ağabey gibi sevdim. Aramızda bir aidiyet var. Aynı toprakların insanıyız. O Ağınlı, ben Eğinliyim. Adnan Binyazar Ağın ilçesinden, fakat Eğin’i çok sever. İkimiz de büyük dilci Emin Özdemir hayranıyız. Adnan Binyazar ondan söz edilince heyecanlanırdı. Onun yazın konusundaki düşüncelerine büyük önem verir, yazdıklarını ona denetletmekten çekinmezdi. Emin Özdemir ilçemizin Topkapı Köyü’ndendi. Köyden çıkıp gitmiş, öğretmen olmuştu. Dil konusundaki sözlerini hep anımsarım. Ankara’ya ilk öykü kitabım Taş Yolu/Eğin Öyküleri’ni alıp gitmiştim. Nasıl heyecanlanmıştı anlatamam! Bahçelievler’deki evinde hep Eğin’i konuştuk. Bana kitabın arkasına bir sözlük koymamı önerdi. Sözünü dinledim, yerel sözcüklerin anlamını koydum. O topraklardan üç önemli isim, Ağın’dan Adnan Binyazar, Topkapı Köyü’nden Emin Özdemir, Çit Köyü’nden acıların şairi Enver Gökçe çıkmıştır. Ağın Topkapı Köyü, Çit Köyü birbirine çok yakındır. Üçünün de yaşadıkları mekânları gidip gezdim. Enver Gökçe ile ilgili Eğin Türküsü/Enver Gökçe kitabını yaptım. Üç önemli edebiyat büyüğümü saygıyla anıyorum.

Adnan Ağabey’le bir araya gelince hemen topraklarımıza, Eğin’e gider söyleşiriz. O mutlaka sorar: ‘“Eğinli Yenge’ öykümü okudun mu?” Onun,” Yaşamını Yitiren Dev “ romanından çok etkilenmişimdir. Yirmi Yazar kitabım için çekimlere başlamadan önce “Ağabey, evdeki çekimlerden sonra nereye gidelim? Nerede çekeyim fotoğraflarınızı?” dediğimde “Sultanahmet’e gidelim,” dedi, çekimi orada sürdürdük. Bir söyleşide izleyicinin huzurunda klasik bir soru sormuştum:
“Nerede ve ne zaman başladınız yazmaya?”
Yine zarafet gösterdi, benim kendisini çektiğim fotoğraflardan başlayarak şöyle devam etti:
“Öncelikle şunu belirteyim: Bu fotoğrafları değişik bir duyguyla izleyerek görüntülere ben değilmişim gibi baktım. Bilirsiniz, insan, dış dünyadan çok kendini tanımaya yöneliktir. Çocuklukta başlayan bu duygu son ânına kadar sürer. Ayrıca insan uzun sere yeteneklerinin ne olduğu ayrımına varamaz. Buna üzülmemeli. Ayrımına vardı mı yaşamında bir durağanlık başlar. İnsanın ‘Ben buyum!’ demesi arayışın sonudur. Ben buyum diyen kendine bir hayat çizip onunla yetinmenin tutsağıdır. Olayların, sanatın, insanlık hallerinin dışına atmış olur kendini. Bu, insanın ölmeden ölmesidir. Oysa yaratıcı bir can taşıyan insan her an kendinde arayışa çıkmalıdır. Pablo Picasso ‘Hiçbir zaman aramayı durduramazsınız çünkü hiçbir zaman bulamazsınız!’ diyerek bunu doğruluyor. Şunu da ekliyor: ‘Hayatın anlamı, yeteneğinizi bulmak, amacı ise onu başkalarına sunmaktır.’ Kendinde yaşadığı dünyada arayışa girmek, yaratılışın kaçınılmaz gereğidir. Edebiyatın, resmin, müziğin insan yaratıcı algı dünyasındaki anlamı budur. Onun dışında gelişen durağanlık ise ölmeden önce ölmektir.”
Adnan Binyazar sadece bir yazar değil, benim için önemli bir düşünürdür. İnsanın iç dünyasıyla ilgili şöyle der:
“İnsanın ulaşamayacağı tek yer kendi içidir. İçinize doğru ilerleyin, ancak bir yere kadar gidebiliyorsunuz. Bilgisayar iç dünyası ile karşılaştığınızda onun belki binde biri değil. Bilgisayarda bir yere varıyorsunuz; önünüze hızını kesemediğiniz görüntüler, bilgiler diziliyor. Bir yerden sonra ‘Buraya kadarmış!’ deyip işlemi durduruyorsunuz. İçinizde öyle bir yerden sonra bilinmezlikler dünyasında buluyorsunuz kendinizi. Bilinmezliğin bilinç aşamasına gelmesi önemli. Yaratıcılık o evrede başlıyor. O zaman bir ölçüde kendinizi tanıdığınız sanısına kapılıyorsunuz. O zaman şu soru karşınıza çıkıyor: Bilincimizin ayrımındayız, ama bilinçaltında neler dönendiğini biliyor muyuz?”
Ağın’dan gelen kardeşi arkadaşım Günhan ve Feridun Andaç’la ziyaretine gitmiştik. Kitaplığına ve duvardaki resimlerine hayran olmuştum. Kitaplığında duvarlardaki resimleriyle çok sayıda fotoğraf çektim. Gerçekten karşımızda önemli bir düşünür vardı. Ancak Ağın’a gittiğinde sözlerinin duygusu değişiyordu. Daha içten, daha duygulu sözler dökülüyordu dilinden.
Muhteşem diye adlandırdığım Masalını Yitiren Dev kitabını sormuştum.
“Masalını Yitiren Dev’i bana yaşadıklarım, okuduklarım, kendimi insanda, insanı kendimde yaratma bilinci yazdırdı. Benim yarattığım dünyada kendilerine yer bulan okurlarımla bütünleşme, insanlığımı yüceleştiriyor, yaratma duygusunun hazzını yaşıyorum her satırında.”
Onlarca basılan kitap böyle anlatılır. Gönlü yüce bir insan böyle anlatır. Sultanahmet’te, müthiş açık hava müzesinde bana çok şey öğretti. Neler neler anlattı! Ben duygunun peşindeydim. Bu muhteşem mekânla onun duygu yüklü halini bir araya getirebilir miyim, diye çektim onlarca fotoğrafını. Küçük bir kız başını omzuna koyunca o zaman “Yakaladım duygusuyla, görseliyle!” dedim.
Adnan Ağabey’e kitaplarımı götürürdüm. Beni hep özendirirdi. Düşüncelerini söylerdi. Dediklerini hep yaptım. Kitaplarımla ilgili Varlık dergisinde çok güzel bir yazı yazmıştı. Benim için hayranlık duyduğum bir yazar ve önemli bir düşünürdür. Sohbet ederken insanı geliştirir, öğretir…
Sohbetini öylesine özledim ki! Güzel, sağlıklı günler diliyorum değerli ağabey…


















