Ölümü Nasıl Bilirdiniz, Bayım? | Fatma Namlıoğlu

Ağustos 9, 2025

Ölümü Nasıl Bilirdiniz, Bayım? | Fatma Namlıoğlu

Bundan üç sene evvel “Doğu’nun Kraliçesi” sayılan Antakya’ya gittiğimde Arkeoloji Müzesinde kırmızı duvarlarıyla insanı içine çeken lahitler odasına girdim. Önüm, arkam, sağım, solum lahitlerle çevriliyken bir anda bakışlarım duvardaki Seneca’nın mektuplarında geçen, üç dille vurgulanmış yazıya takılı kaldı: “Omnia mors aequeat/Ölüm her şeyi eşit kılar!” Bu söz, genellikle antik dönemden kral, aristokrat, burjuva gibi üst tabaka için yapılmış, el emeği göz nuru ölümü süsleyen lahitler mekanında bulunarak esasında ölüm hakikatinin kimseye ayrıcalık tanımadığını vurgulamaya çalışıyordu şüphesiz. Fakat, hakikat böyle miydi? Bu soruya 19. yüzyılda natüralizmde öne çıkan bir isim olan Emile Zola “Nasıl Ölünür?” eseriyle yakından bakmamızı sağlıyor. Kısacık ama içi en yoğun hakikati taşıyan yapıtıyla yazar, ölümün insanlar arasında ne derece eşit yaşandığını kurduğu beş öyküyle gözler önüne seriyor.

İlk öyküde aristokrat çevrede yetişen Vertuel isimli bir kontun ölümüne şahitlik ediyoruz. Eşi kontesle ilişkileri menfaat üzerine dayalı ve kopuk olan kont ölüm döşeğindeyken üç doktor ve iki hizmetkar onunla özel ilgilenmektedir. Karısı ve çocuklarıyla bağları zayıf olsa da ölüm öncesi ve sonrası kontun maddi imkanlarla suni de olsa bir yası tutulmaktadır. Buna göre cenaze sabahı konağın insan yığınlarıyla -asiller, ordu, senatörler vs.- dolması, cenaze arabasının gümüş saçaklı örtüler, saçaklarla kaplanması, trafiği tıkayacak derecede yoğun olan ve çoğu da boş arabalardan oluşan cenaze alayının yapılması, kilise töreninin iki saat sürmesi… Tüm bu detaylarla yazar ölene duyulan gerçek sevgi tam olmasa da ekonomik sınıfın bireysel değerin kat sayısını görünüşte arttırabildiğini ifade etmektedir. Ayrıca kontun mezarının kiralık mezarlık yerine fazla sayıda heykellerle süslü ve şapeli olan aile kabristanına defnedilmesi üst sınıf bireyin dünyadaki yerini sabit tutma ve hep var olma imkanına da sahip olduğunu gösterir.

 İkinci öyküde burjuva sınıfından dul bir kadın olan Guérard ile karşılaşıyoruz. Kadın öldükten sonra onun da töreninde özel hazırlıklar yapılmıştır. Anneleri gibi oğulları da cimri olmasına rağmen ölüm yası için kapılar gümüşten siyah kumaşla kaplattırılmış ve on iki araçlı bir cenaze konvoyu oluşturulmuştur. Kilisede papazın özel duasıyla uğurlanan tabutun vardığı son nokta ise bir şapeli olan haneye özgü kabristandır. Yapı o kadar dikkat çekicidir ki cenazeye katılanlar öleni unutup mimariye dalmışlardır. Ayrıca etrafta bu gösterişli mezarlığa benzer başka yapıların olması sınıfsallığın ölüm sonrasında da devam ettiğini göstermektedir.

Üçüncü öyküde esnaflık yapan karı-kocaya rastlıyoruz: Bay Rousseau ve Adéle Lemercier. Adéle, eşiyle beraber yıllarca çalışıp ilerde taşra, doğa içinde bir yerde rahat hayat sürmeyi hedeflemektedir. Fakat aniden vereme yakalanır. Ölmesi çok muhtemel görünürken bile eşine hasta yatağındayken işinde destek olmaya hep devam eder. Ona bakan sadece bir hizmetçi bulunmaktadır. Fakat Françoise adlı bu kadın bu iş dışında dükkanı temizleme, yemek yapma gibi birçok görevi de yerine getirmektedir. Bu nedenle nobran olsa dahi mecbur oldukları için onunla çalışmaya devam etmektedirler. Ayrıca eşi geçimi sağlamak endişesiyle eşine tam vakit de ayıramamaktadır. Bu durum ilk öyküyle kıyaslandığında gerçek manevi bağ kurulmuş olsa da kısıtlı imkanlarla bunu sunmada yetersiz kalınabildiğini gösterir. Ne aristokrat ne de burjuva sınıfında bir pazarlık olmazken Adéele’nin ölümü sonrası eşi kiliseyle “indirimli tören” yapmak durumunda kalır. Süreçte fazlaca kısa bir tabutun yollanması ise ironidir. Böylece alt kesimin esasında “eksik” kimseler görüldüğüne atıf yapılmaktadır. Cenaze arabası da beyaz saçaklı ve sadedir. Alaya katılanlar da az sayıda tüccar ve birkaç işçiden oluşan bir takımdır. İlk iki öykünün tam tersi olarak bu kez kilise töreni sadece 40 dakika sürer. Bay Rousseau aile mezarlığı olmadığı için beş senelik “kiralık mezar” alarak eşini buraya gömer. İlerleyen zamanlarda para toplayıp eşini satın aldığı bir mezara yerleştireceğine söz veren Rousseau’nun bu durumu alt sınıfın ölüm sonrası dahi bir ufak parça toprağa ait olamadığını, “kiralık mezar”la ötekileştirilmenin daha da şiddetlendiğini gözler önüne serer.

 Dördüncü öyküde ise bu kez ölüm küçük bir çocuk olan Charlot’a dokunacaktır. Annesi çamaşırcı babası ise duvar işçisi olan çocuk, yoksulluktan dolayı yetersiz beslenir ve hastalanır. Annenin elbiselerinden, çocuğun hasta yattığı yün şilteden belli miktarda yün kopartarak satmaya kadar her yola başvurulur para bulmak için. Ancak oğullarını kaybederler. “Oyuncak kutusundan bile ufak” olan ve yoksulluk belgesi ile devletin bedelsiz verdiği tabut alelade şekildedir. Aile kiliseye sadece beş kişiyle birlikte bir araba olmadan çamurun içinde koşarak gider. Kilisedeki tören süreyle belirtilemeyecek kadar çabuk yapılır. Mezarın kale duvarlarının dışında zor ulaşılan, toplu mezarlıkta bir yerde olması, “cehennemin dibi” veya “çukur” ifadeleriyle vurgulanmış, öteki olmanın ölüm sonrası da devam ettiği böylece belirtilmiştir.

Son bölümde Jean-Louis Lacour adlı yetmiş yaşındaki karakteri görüyoruz. Ömrünü on yaşından beri tarlada çalışarak geçim derdinde geçiren bu adam üç çocuğu olsa da son nefesini yalnız verecektir. Doktor çağrılmasının hem zamansal hem de maddi yük getirdiğini düşünen Jean-Louis muayeneyi reddederek evlatlarının tarlada çalışmasını emreder. Bu hal, yoksulluğun geçim derdi ile ölüm arasında tercih yapmak zorunda bıraktığını göstermektedir. Ölen adamın töreni için papaz geç kalırken tabutu araba yerine elde mezarlığa taşımak zorunda kalırlar. Mezarın bir mezarlık yerine tabiattaki herhangi bir bahçenin içinde olması da alt sınıfın toplumdaki yeri bakımından anlamlıdır.

Nitekim yazarın kilise tören saati, cenaze arabası, mezarlık gibi metaforları her öyküde bağlamına göre tekrarlaması ölümün daha net kıyaslanması fırsatını vermiştir. Buna göre ölüm aristokrat, burjuva için bir gösteriş fırsatı olarak ortaya çıkabilirken esnaf, köylü, işçi sınıflarında ise yaşanması gereken ağır imtihan şeklindedir.

Yorum yapın