Post Mortem(*)’in Düşündürdükleri | Tacim Çiçek

Temmuz 12, 2025

Post Mortem(*)’in Düşündürdükleri | Tacim Çiçek

Post Mortem, editörlüğünü dostum, arkadaşım şair Altay Ömer Erdoğan’ın yaptığı, (1. Baskı, Haziran 2025, Kayıp Kitaplar Yayınları, İzmir) benim de çeşitli mecralarda yayımlanan yazılarından isim olarak tanıdığım Şirvan Erciyes’in üçüncü ama ilk şiir kitabıdır. Öğretmen olan Erciyes, Kayseri de doğmuş. Argıncık Açık Kapılar (Heyamola, 2014) ve Yazınsal Tutkunun İzinde (Ürün Yayınları, 2024) adlı kitapları yayımlanmış. Çeşitli dergilerde ve dijital platformlarda yazıyor hâlâ.

Altay, kitabın tanıtımının yayınevinde olacağını bildirince 9 Temmuz’daki etkinliğe ben de katıldım. Böylece yazılarından tanıdığım Şirvan Erciyes ile şahsen de tanıştım. Etkinlik güzel, doyurucu geçti. Kitabını aldım imzalı olarak… Uzun ve kısa 43 şiirden oluşan kitap 64 sayfa. Okurken bana düşündürdüklerini şiirlerin not ettim.  İşte bu yazı o notlarımın sonucudur.

Kapağa gösterilen özen kadar iç sayfaların mizanpajına da, ciltlenmesine de özen gösterilseydi keşke dedim içimden. Çünkü bir forma daha eklenerek, özellikle uzun şiirlerin sayfalara yığılmasının önüne geçilirdi. Ciltlenmesi daha sağlam olsaydı sona geldiğimde tüm sayfalar kapaktan ayrılmazdı.

Bir cümleyle özetlemem gerekirse, Şirvan Erciyes’in yaşama, insana, ölüme ve kendine dair düşünce dünyasının adeta bir aynası bu şiirler diyebilirim. Örneğin ‘ölüm, ölü, ölmek’ incinilen, acıtan bir kopuş gibi gelmedi bana. Aksine örtülü de olsa onu aşmanın geleceğe yaptıkları ve yazdıkları ile kalabilmekten çok kendisi olabilmek ve öyle kalmak istemesinin aracısı bir tür metafor gibi geldi bana. Can vermek, hayatın sona ermesi anlamındaki ‘ölmek’ sözcüğünden türetilmiş ve neredeyse birbirinin aynısı 75 sözcüğün 21 şiirde geçmiş olması bu yüzden. Başkaları ne düşünür bilemem, okunan aynı şiirler de olsa bize düşündüreceği şeyler çok az örtüşebilir ya da parmak izlerimiz gibi özgün ve özel olabilir. Ben, şairin derdini daha görünür yapmak için sıklıkla başvurduğu bir bilinçli seçim olduğunu düşünüyorum. İtirazım 39 ölümlü sözcüğün ve neredeyse de birbirinin aynısının geçtiği ‘öldür ölünü’ (sf:17/18) adlı şiir. Yeterince işlenmemiş, rafine edilmemiş, üzerinde fazlaca düşünülmemiş. Bana göre daha az sözcükle daha iyi bir sağaltım, anlatım yapılabilirdi.

Otopsi anlamına da gelen ‘post mortem’ kullanıldığı yerlere göre de yan anlamlar içeriyor. Ölüm sonrası ya da bir şeyin sonundan sonra meydana gelen olaydan sonra anlamında gibi… Örneğin, izlediğimiz bir filmin veya okuduğumuz bir kitabın, gezdiğimiz bir resim sergisinin ardından konuşmak da bu sözcükle ifade edilir. Bence, Şirvan Erciyes ‘ölmek’ten türettiği sözcüklere gönderme yaparak bir çeşit sözcüksel otopsi yapıyor burnunun direğini sızlatan yaşanmışlıklara ve kişisel tanıklıklara. Böylece metaforik bir gönderme ile ölümü aşabilmeyi amaçlıyor. Okur olarak da bizim buna dikkat etmemizi istiyor. Bu olası mı? Yani, öteden beri tartışılan ‘ölümsüzlük ve görünür olmak’ olası mı? Bence maalesef… Çünkü bir projenin tamamlanmasından sonra düzenlenen tartışma/konuşma toplantısı gibi Erciyes de bilincinde ve farkında olarak Simurg gibi kendi postmortemleriyle kendini var etmek istiyor gibi geliyor bana.

Bir diğer izleksel sözcük, daha doğrusu sözcükler toplamı da sevgiye, sevdaya dair olanlardır. Her hâli, yaşamla, doğayla, insanla barışık ve iç içe olma hâlidir diyebilirim. Her ne kadar sıradan olmayan, susmazlığı olsa da şairin; en azından pek çok şiirinde derdi dünyayı, kendini, tekil ve tümel duyguları, hayatı algıladığı ve de içselleştirdiği gibi aktarabilmektir; ağdalı, anlamsız bir soyutlamaya gereksinim duymaksızın. Onun deyimiyle özetleyecek olursam bu dediğimi; süslü imgeleri, büyülü sözleri sevmiyor diye uzak durmuyor meramını yükleyeceği sözcüklerden. Onları sevdiği kuşlara benzeterek yaratıyor kendi söz kuşlarını… Medet Ağacı, Ölmek İstemem, Ayna ve Baba adlı şiirleri bu anlamda favorilerim arasında.

İster kişsel, isterse genel olsun şiire dair olan ‘şey’lere ‘dış-konu’ diyecek olursak dediğime bakmayın ki öyledir; yani ‘dış-konu’lar ‘iç-konu’ya şairler tarafından dönüştürülür. Sütün yoğurtlaştırılmasından çok yağının çıkarılması ya da yumurtanın özündeki civcivi vermesi gibi bu dönüştürme sırasında işlediğini sözcüklerle görünür yapabilmek için her şairin içlerine ve dışarıya bakabilme becerileriyle orantılı özel ve özgün görme dürtüleri girer devreye. Bu görme dürtüsü kimi şairde, yazarda daha çok içe, (Didem Madak, Nilgün Marmara, Füruğ Ferruhzad, Sylvia Plath, Emily Elizabeth Dickinson gibi) kiminde de (Sennur Sezer, Gülten Akın, Ayla Kutlu, Elif Şafak vs. gibi) dışa dönük olur. Pek çok örnek verilebilir ama pek çok şair ve yazarda da bu görme dürtüsü her ikisine de dönük olur. İşçilikleri, şiire, yazmaya dair birikimleri, okumaları konu seçimleri ve yetenekleri oranında da özgün ve özel şiirler, öyküler, romanlar, anlatılar yaratırlar. Bu anlamda benim Şirvan Erciyes’te gördüğüm en azından bu şiirler toplamında daha çok kendi içime, geçmişte yaşadıklarına bakışı…

Buradaki içe bakış dürtüsü, kitabının tanıtım etkinliğinde şiire olan yakınlığını anlatırken  ‘dokuz yaşından beri gizlice şiir yazdığını ve bazı sabahlar dilinde bir dizeyle uyandığını’ demiş olmasına yaslanmıyor sadece; belki de ister istemez geçmişin yarattığı içindeki ‘yara’lara da yaslanıyor.  Çünkü ‘yara’ sözcüğü etimolojik olarak Eski Yunancadan everilip dilimize de girmiş. Daha çok da tıpta bedensel yırtılma, yarılma, kesile gibi sonuçları ifade etse de maalesef içimizde de çeşitli sebep ve dış etkenler yüzünden oluşan ve kapanmayan; dış etkenler ve sebepler var oldukça da kapanmayacak olan, asla da kabuklanmayan iç yaralarımız da var. İşte bu yüzden, Post Mortem’deki şiirler daha çok şairin bu anlamdaki iç yaralarının sonuçlarıdır demek bir abartı olmaz hiç. Özel ve özgün olması da bundandır kanımca. Unutmayalım ki kimi özel ve özgün şiirler sadece yaratıcısının duygu ve düşüncelerini görünür yapmaz; aynı zamanda hemcinslerinin hem de insanın ortak acılarını, yaralarını da görünür yapar. En azından üstlerindeki gizli örtüleri kaldırır hayatla, havayla, mavilikle, güneşle temas etsin ve böylelikle sağalmalarına bir nebze dermen olsun diye…

Kimi tekrarlarına rağmen iyi bir şiir dili yakalamış olan Erciyes, kendisi olabilme ve öyle kalabilme yolundaki itiraz kapısını iyi ve sağlam aralamış, yolu açık olsun.

Yorum yapın