
“Söze Dokunuşun Sözden Güzel Ustam…”
Antalya, tarihle edebiyatın kucaklaştığı o büyülü Cuma akşamında, 3 Ekim 2025’te, yeniden bir kültür mabedine dönüştü. Atatürk Kültür Merkezi Aspendos Salonu’nun duvarları, binlerce yüreğin sessiz fısıltılarıyla dolup taştı. Antalya Kitap Fuarı’nın açılışında, kıymetli büyüğüm, ustam Zülfü Livaneli’yi ağırlamak, sadece benim değil, tüm kitapseverlerin ruhunda bir bahar çiçeği açtırdı. Büyük usta, Barselona ziyaretinin ardından, kendisini Antalya Kitap Fuarı’na davetimi kırmadı; bu yılın Onur Konuğu olarak bir kez daha kalplerimizi fethederek, Cam Piramit’ten göğe yansıyan Akdeniz mavisiyle karışan kalabalığa umut, adalet ve özgürlük düşünceleri fısıldadı.
Bu anlamlı buluşmada ustamın karşısında, bir yanda büyük bir edebiyatçının sözlerini iştahla içime çekerken, diğer yanda kelimeleri göğe dokuyordum. Salon, fuarın “Kitapla umuda, adalete, özgürlüğe” temasıyla coşmuş, saatler öncesinden tıklım tıklım dolmuştu; dışarıda kalanlar ise bu edebiyat bayramının kapısında heyecanla bekleşiyordu. Livaneli’nin, “Derinden bir edebiyatçı insana inanır. Bir gün insanlık bu karanlığı yenecek, biliyorum” sözleri, alkışlarla taçlanarak yankılanıyordu. Ustamın her cümlesi, bir meşale gibi yanıyor, salonu bir umut bahçesine çeviriyordu. Bu bir söyleşi değil, adeta görkemli bir kitap şöleniydi.
Livaneli’nin dili, Anadolu’nun tozlu yollarında gezinen, Ege’nin dalgalarında yıkanan, İstanbul’un kalabalık sokaklarında evrensel bir şarkıya dönüşen bir nehir gibi akıyordu. Onun sadık bir okuru olarak, yeniden Serenad’ın ezgilerinde kaybolmuş, Huzursuzluk’un fırtınalarında sarsılmış, Kardeşimin Hikâyesi’nin derin sularında yüzmeye başlamıştım. Livaneli’nin evrenselliği, sınırları aşan bir kuşun kanatlarında saklıdır; sözleri Yunanistan’dan Mısır’a, Avrupa’nın salonlarından Asya’nın sessiz köşelerine uzanır; UNESCO’nun elçisi, Birleşmiş Milletler’in sesi olmuş bir bilgedir. Nazım Hikmet’in dizelerindeki isyan, Yaşar Kemal’in toprağa kök salmış destanları, Abidin Dino’nun renkli fırçası, Theodorakis’in yankılanan notaları ve Elia Kazan’ın sinemadaki derin bakışlarıyla dostluk kurmuş asil bir ruhtur Livaneli. Bu dostluklar, onun sanatını bir dünya haritasına dönüştürmüş, her eserinde insanlığın ortak acısını ve umudunu incelikle dokumuştur.

Aspendos’ta, son kitabı Bekle Beni’nin hissiyatıyla salonu büyülerken, “Antalya sadece turizmiyle değil, kültürüyle de parlıyor” dedi gülümseyerek. İlk konserini bu şehirde verdiğini anlatırken, anılarını hoşlukla bezeli bir nakış gibi işledi. Tarihle edebiyat iç içe geçti; ölümsüz şarkılarından sürgün günlerinin acısına, romanlarının derinliklerine uzanan 60 yıllık sanat ve edebiyat yolculuğu, bir bilgelik nehri gibi anlatılarıyla yeniden çağladı. Sorduğum sorulara ustanın verdiği yanıtlar karşısında, salon koca bir kütüphaneye dönüşmüştü. Atatürk’ün hayvanlara merhametini, Rıza Şah’la paylaştığı anıyı anlatırken, alkışlar salonun duvarlarına kazındı. Fuarda, Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Büşra Özdemir’in armağan ettiği Patara Deniz Feneri heykeli, sanki ustanın yol göstericiliğini simgeliyor gibiydi: Evet, Livaneli karanlıkta bir ışık, geleceğe bir rehberdi.
Ustayı dinlerken, Balıkçı ve Oğlu’ndaki o cümle zihnimde yankılandı: “Çiçeğe dokunuşu çiçekten güzel.” Livaneli, söze dokunuşu sözden güzel olan gerçek bir hünerdar. Kelimeleriyle ruhları canlandırır, okurlarını birer çiçeğe dönüştürür. Antalya Kitap Fuarı’nda, o dokunuşla binlerce yürek, Ekim ayının serin akşamında yeniden baharı yaşadı ve koca salon, edebiyatın sonsuz bahçesine dönüşüverdi. Ne mutlu bize ki, böyle ustalarımız var; edebiyatın dönüştürdüğü toplumun en güzel meyvesi, dört mevsim açan çiçekleri onlar. Baykuş’un kanatlarında uçsun bu sözler, edebiyatın ebediyetinde yankılansın. İyi ki aynı çağda var olduk, iyi ki varsın Livaneli.
Ustama sevgi, saygı ve hürmetle.



















