Yayınevinde editoryal kadro neden önemli? | Feridun Andaç

Şubat 18, 2014

Yayınevinde editoryal kadro neden önemli? | Feridun Andaç

feridun andac 10.tifButik yayınevlerinde yayın yönetmeninin tarzına/bakışına ve  birikimine evet. Ama artık kurumsal boyuta ermiş, daha geniş kitlelere seslenen yayınevlerinde bir yayın yönetmeni editoryal kadrosuyla vardır. Tabii ki bunun içinde editör, tasarımcı, redaktör, düzeltmen, tanıtım, pazarlama da dahildir. Yayın yönetmeni bu orkestranın şefidir. Ama her şey onun iki dudağının arasında değildir.

Yurtdışındaki kitap fuarlarından kitap/yazar izi sürmenin dışında seçtiğim bazı yayınevlerini de izlemeyi, yayınlarını gözden geçirmeyi, kataloglarını incelemeyi severim. Eğer görüşme randevusu almışsam seçtiğim kitabı/yazarı konuşmanın dışında kendi yayın işleyişlerini de zaman zaman söyleştiğim olur.

Bu konuda özellikle Fransız, Alman ve İtalyan yayıncıları gözde bulurum. Random House bunların birçoğuna el atsa da değişmeyen çizgileri, yayın politikaları, editoryal  işleyişleri her zaman öğretici gelmiştir bana.

Fransızların Gallimard, Actes Sud; Almanların Diogenes, Fischer; İtalyanların Mandodori/Einaudi gözlemevimdeki yayınevleri olmuşlardır. Bir dünya yayınevi olan Gallimard’ın artık bir “okul”/”ekol” olduğunu kimse yadsıyamaz. Diogenes, Fischer’da öyle.

Pavese’nin desteğiyle Einaudi Yayınevi’ne  ilk adımı atan Italo Calvino, şunları söyler: “Einaudi Yayınevi faşizme karşı bir direnme merkeziydi…Einaudi’daki entelektüel muhit edebiyattan çok, tarih ve sosyal sorunlara odaklanmıştı…” Orayı, bir tür edebî gelenek merkezi olarak görür Calvino.

Bir kültür adası olarak nitelendirebileceğimiz bu tür yayınevlerinin oluşturduğu gelenek toplumun eğitim-kültür coğrafyasında her dem etkin olmuştur. Ama gelin görün ki ülkemizde durum hiç de öyle değildir.

Evet, kitap kültürel bir üründür. Ne kadar çok okunur, incelenir, hatta göz gezdirilirse üzerinde, o kadar toplumsal zihnimizin sınırları genişler. İşte yayıncılık bu açıdan önemli birkaç sorumluluğu birden üstlenir. Bir yayınevi “ilkeler” etrafında, toplumsal standartları yükseltmeyi, entelektüel ve estetik seviyeyi iyileştirmeyi, yeni merak ilgi alanlarını ortaya çıkarmayı, insanların zihnini açmayı asıl kendi sorumluluğu saymalı. Kültür politikalarının geliştirilmesi için bu birikim ve çabalarını uluslararası arenaya da taşımalı bence.

Bugün bir araya gelip birtakım mesleki örgütler kuran yayıncıların entelektüel güçlerini birleştirip toplumsal kültür politikalarında etkin olamamaları da ayrı bir eleştiri konusudur elbette.

Yayın politikası sadece nereden iyi para kazanırızla değil, asıl iyi edebiyat/iyi kitap ve iyi okumalara yatırım yapmakla olur. Ama gelin görün ki, ülkemizdeki yayıncılığımızın seyri hiç de bu yöne doğru gitmemektedir.

Bu yayınevleri kuruluş/işleyişi patronoj ilişkilerden kurtulamadığı gibi, kurumsal yapılanmada sürdürülebilirlik/gelenek oluşturmak/ekol yaratmak gibi bir çaba da gütmez. Oysa yukarıda adını andığımız yayınevlerinin neredeyse tümünde sektörel kimlikle birlikte kültürel ve siyasi kimlik de  yayın politikalarının belirlenmesi belirli yayın dizilerinin oluşturulması, editoryal kadro ile birlikte yayın kurullarının varlığı her dem belirleyici olmuştur. Yani, güne zamana patrona  ve adama göre biçimlendirilmiş bir yayın çizgisi yoktur; ilkeler vardır.

Can Yayınları’nın Birikimi

Sağlığında bunların bazılarını Erdal Öz’le konuştuğumuz  olmuştu. Özellikle editoryal kadronun belli bir birikimi/deneyimi olan yazarlardan, kültür insanlarından oluşmasına sıcak bakıyordu. Hatta buna dönük ilk adımları atıp şiir dizisini Hilmi Yavuz’a, tiyatro dizisini Aziz Çalışlar’a, kurmaca/çeviri edebiyatı Özdemir İnce’ye vermişti. Kendisi de yerli edebiyatı seçiyordu.

Bu adımı bir tür yayınevini kurumsallaştırarak kültürel kimlik kazandırmayı içeriyordu. Ama çıkan sorunlar başka şeyleri getirip önüne koyunca, gene patronaj yapıya dönmek zorunda kalmış, yayın yönetmeni ekolüne geçmişti. Bunu bile Can Yayınları’nı var ettikten nice sonra benimseyebilmişti.

erdaloz
Erdal Öz

Çünkü, kendisi neredeyse yayınevinin her şeyiydi. Kapak tasarımından yayın hazırlık aşamalarının bir bir organize edilmesi, kitapların seçimi, yazar çevirmen ilişkileri, satış pazarlamanın seyri sınırlı bir kadro ile kotarılıyordu onun gözetiminde. Bu tabii ki, söylediğim anlamda  bir editoryal yapının kuruluşunu içermiyordu. İlknur Özdemir’in yayın yönetmenliğini üstlenmesiyle birtakım görev tanımları yayınevinde belirlenmeye başlamış, giderek bir editoryal yapı kurulmaya çalışılmıştı. Ama o da Öz geleneğini benimseyerek yayın yönetmeni ekolü yaratmak çabasındaydı. Bu da tamamen editoryal kadroyu işlevsizleştiren bir anlayıştı aslında.

Artık, Can Yayınları bir butik yayınevi değildi. Kültürel kimliği kadar siyasi bir duruşu da vardı. Kitap/yazar seçiminde, yayın dağıtım politikalarında, hatta ilan/reklam planlamasında belirli ilkeleri oluşmuştu. Ülkenin kültür/eğitim politikalarında etkili olabilecek birikimi var eden kuşkusuz Erdal Öz’ün kitapçılık/yayıncılık deneyimi kadar yazar olarak birikimi ve duruşuydu. Yeni edebiyatın gelişiminin önünü açmıştı. Kurmaca edebiyatı, klasikleri, Latin Amerikan Edebiyatı’nı, dünyanın birçok yeni yazarını okur orada tanımaya başlamıştı. O, entelektüel bütün ilişkilerini yayınevinin eksenine taşıyıp yeni bir yapı  kurmayı hep öncelemişti. Onun yayıncılık deneyimi birçok açıdan irdelenmeye değerdir. Alandan gelme biridir; “bir kitabın forma fiyatını bilmem” dese de, yayın piyasasının seyrini çok iyi bilir anlardı. Bir kitabın hazırlık süreçlerinde nelerin nasıl yapılabileceğini de. Bu nedenledir ki editoryal yapının kurulması fikrine hep açık olmuştu.

Adam Yayınları’ndan Yapı Kredi’ye…

Bence, yayıncılığımızda asıl kırılma noktası 1982’da Adam Yayınları’nın kurulmasıyla başladı. Söylediğim anlamda editoral yapı orada kuruldu. Gerçi yayın yönetmeni Memet Fuat olsa da, tek seçici/karar verici, hatta biçimleyici

Enis Batur
Enis Batur

değildi. Kendisi de bu yapının bir parçasıydı. Patron bir gölgeydi. Asıl   dönüşüm noktası 1990’larda Enis Batur’un Yapı Kredi Yayınları’nın başına getirilmesiyle başladı. Yayın çeşitlemesi, kitabın tasarımı düşüncesine özen gösterme, editörlük kurumuna kimlik kazandırma, dizi düşüncesini pekiştirme, yayın kurulları vb. onun Batı yayıncılığında gözlediklerini uygulamasıyla burada kimlik buldu. Batur’un çizgisi ne yazık ki kesintiye uğrayınca, Yapı Kredi kendini yenileyemediği gibi bir gelenek için de taşıyıcı olamadı.

Dünya Kitapları Deneyimim

Üç yıllık sürede, Dünya’nın yeniden kuruluşu kimlik kazandırılması, 44 dizide iki yüzü aşkın kitabın yayımını gerçekleştirdiğim Dünya Kitapları deneyimim Memet Fuat/Enis Batur ekolünden esinlenerek yeni bir kimlik kurma/bulma çabasıdır aslında. Oluşturduğum dizilerin niteliği/çeşitliliğinde geleceğe dönük  süreklilik ve kurumsallaşma ön plandaydı. Ama bir süre sonra görünen; asal işi kitap yayıncılığı olmayan bir kurumda bunun tutmayacağı,  çünkü buradan beklentisinin diğer alandaki beklentisine hiçbir zaman denk gelmeyeceği gerçeğiydi. Bunu da bir kültürel girişim, kurumsal prestij olarak görme anlayışı henüz oluşmuş değildi. Asıl istenenin , bugünkülerin çoğu gibi, “kargo yayıncılık” ya da “market yayıncılık”la bunun  yapılması anlayışıydı. Böyle bir gerçekle yüzleşmek bu işi yapma koşullarını ortadan kaldırıyordu benim için. O tarz yayıncılığın popüler kültürün değirmenine su taşımak olduğunu zaman daha iyi gösterdi bizlere. Elbette ki bunu yapanlar da olacak, ama bunun aktörleri farklı kişiler kimliklerdir her zaman. Bir grubun şemsiyesi altında o alanda da yayıncılık yapılır. Gelin görün ki ilkeli yayıncılık hiçbir zaman bu ülkede tutan bir olgu değildir. Hele hele bu tür kurumlarda.

Benim burada asıl altını çizmek istediğim “editör”lük kurumudur.

Yayıncılarımızda editörlüğün yeterince anlaşıldığını düşünmüyorum. Editör kısacası “kitabı yayına hazırlayan” olarak görülür.

Oysa, ben, editörü; deyim yerindeyse bir antrenöre benzetirim. Yazarın/kitabın/çevirmenin bir bakıma “Tanrı”sı. İsterseniz siz onarıcı/yapılandırıcı deyin. Ne derseniz deyin; onun birikiminin ibresi YAZAR’a/YAPIT’a dönüktür. Dolayısıyla bir yayınevinin belkemiğidir.

Bizde her şey ya patrona ya da yayın yönetmenine indirgendi.

Butik yayınevlerinde yayın yönetmeninin tarzına/bakışına ve  birikimine evet. Ama artık kurumsal boyuta ermiş, daha geniş kitlelere seslenen yayınevlerinde bir yayın yönetmeni editoryal kadrosuyla vardır. Tabii ki bunun içinde editör, tasarımcı, redaktör, düzeltmen, tanıtım, pazarlama da dahildir. Yayın yönetmeni bu orkestranın şefidir. Ama her şey onun iki dudağının arasında değildir.

Sanırım şimdi de editörden söz etmek gerekir, bu da bir sonraki yazıya…

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (18 Şubat 2014)    

Yorum yapın