Telif mi dediniz?! | Feridun Andaç

Nisan 29, 2014

Telif mi dediniz?! | Feridun Andaç

feridun andac 10.tifAçmazımız

Yayın dünyamızın en temel açmazlarından biri de budur: telif. Yani yazılan bir kitap/yazı ya da yapılan bir çeviri, düzelti/redaksiyon vb. için ödenen ücret.

Paris Kitap Fuarı’nda Fransız bir yayıncıyla konuşuyordum. Seçtiğim kitabın yayın haklarına sıra geldiğinde aşağı yukarı şunları söylemişti:  “Evet, yazarın temsil hakkı bizde, sizi tanımış da olsak, ne yazık ki Türkiyeli bir yayınevine direkt  vermeyi uygun bulmuyoruz. Ödemelerde, basım takibinde sürekli sorunlar çıkıyor. Bir iki deneyimde zararlı çıktık. Bizi Türkiye’de temsil eden ajansla görüşmeniz daha uygun, çünkü onun üzerinden çalışmayı daha güvenli buluyoruz!” Adlar anarak birtakım örnekler de vermişti. Bir ajansın aldığı ödemeleri aktarmamasını da şaşkınlıkla anlatmıştı.

Bana göre, bu yüz kızartıcı bir durumdu. Temsil ettiğim kurum Fransız yayıncılarca tanınsa da, tek söz edemedim.

Bu yalnızca yayınevi-yayınevi ilişkisinde yaşanan bir sorun değildi. Yayınevi-telif ajansı, yayınevi-yazar ilişkilerinde de sıklıkla gözlenendi.

(Telif ajansları, yazar ajanları üzerine ayrıca yazacağım için buradaki sorunları şimdilik değinmiyorum.)

Yayınevi olarak davet ettiğimiz bir Fransız yazarımızı (Yasmine Ghata) uğurlarken, kendisine bir fotoğraf albümü ve basın dosyasıyla birlikte zarfta telifini de sunarken; “Albin Michel’de bile görmedim bunu,” diyerek şaşkınlığını dile getirmişti!

Küresel Yangın, Erime

Bu tür bir yayıncılığı biz aslında 2000’lere girince tükettik. Çünkü yayıncılık bir “piyasa” durumuna getirildi, ya da öyle algılanmak istendi. Yazarı, çevirmeni, yayın yönetmeni, editörü bu piyasanın üç maymununa dönüştürüldü. Yaşadığımız kitap kirlenmesine bakınca bunu daha iyi gözleriz. Tabii ki bir de yayıncılar hakkında açılan telif davaları en önemli göstergedir.

popüler2 copyİyi yayıncılığı tamamen tükettik diyerek haksızlık etmek istemem. Ama Türkiye uluslararası fuarlar/yayıncılar mecrasında bu konuda “damgalı”.

Kendi yazarlarımız/çevirmenlerimiz cephesinden ise durum hiç iç açıcı değil. Süreli yayınlardaki telif açmazı ise bu sorunun elbette ki öteki boyutu.

Kuşkusuz “ajans” kurtarıcı değil. Kimi kez de sorun çoğaltıcıdır. Ajansa ödediğiniz paranın yazarına/temsilcisine gidip gitmediğini kontrol etmeniz de güç.

“Dış”tan yığılı/tanık olunan örnekler dudak uçuklatıcı düzeyde. Bunların çoğu dedikodu ötesi bilinendir.

Bu alandaki eksiklerimiz/yanlışlarımız/yetersizliklerimiz sayılmakla bitmez.

Gene yayıncılık dönemimdeki bir uygulamadan söz etmek isterim burada. O dönem, henüz yayıncılarımızın yapmadığı bir şeydi: Kitap matbaadan çıkar çıkmaz bir çizelge gönderilirdi yazara. Baskı adedinden protokol dağılımına, telifinden stopajına, ödeme tarihlerinden bu konuda muhatap olunacak kişinin adı/telefonuna kadar tüm bilgileri içeren bu çizelge yapılan işin bir parçasıydı elbette. Ama iş gelip “insan”da düğümleniyordu. Bunun asıl nedenlerinden biri de bu alanda kurumsallaşamamayı beceremememiz, yayıncılığın sektörel kimliğinin oturamamasıdır.

Çalışan birinin bir bandrolü yanlış kullanması bile yayınevinin başına iş açabiliyor, hukuki süreçleri başlatabiliyordu. Ve daha birçok sorun…

Bunların birkaç önemli ayağı var, ilki yayıncılıkta yetişmiş insan yok ya da buna çok özen göstermiyoruz. (Dağıtım ve kitabevleri ayağını gene bir başka yazıda ele alacağım)

Bir diğer önemli yan yazarların beklentileri. Ve tabii ki konunun uluslararası hukuk normları ölçeğinde nasıl uygulandığı. Bu konuda hukuksal eksikliklerimiz var, gene orada da “insan” öğesi başat. Çünkü telif davalarında muhatap olunan yargı birimlerindeki hukuk insanlarının yeterli donanıma sahip olmadıkları gözlenen bir olgudur. Bu savunma katında da öyle yargıda da. Bu alanda uzmanlaşmış avukat/hukuk bürosu bulmak güç.

Mevzuat Var, Ama…

Evet, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde bir Telif Hakları Genel Müdürlüğü var. “Mevzuat gereği” her şey “dört dörtlük”. Ama uygulama, denetim ve telif hakları içerik/kapsamı yetersiz. Üstelik bu konuda şaibeli yayınevleri, yayın kuruluşları için uygulayım/denetim, hatta takip yok. Tıpkı korsandaki gibi bir yaklaşım var; parayı öde içeri gir-çık, sonra gene devam. Üstelik daha da acımasızca!

telif-hakkiKonuyu/sorunu kişiselleştirerek anlatmak istemem. Ama burada, adını anmadan, şu örneği vermem yararlı olacaktır.

Bu konuda (telif/editörlük/yayın yönetmenliği) “davalık” olduğum bir yayınevine açtığım borç ödeme davam sonuçlandı. Yayınevi ödemeye  mahkum oldu. Ama gelin görün ki; belirtilen bedelin tahsilatı bile başlı başına bir sorun olmakta. O yayınevi, gene aynı anlayışla yayıncılığa devam etmekte, başka insanların canını yakmakta. Çünkü, öyle durumlar var ki; adeta “meslekten men” edilmesini gerektirecek denli yüz kızartıcı! “Mevzuat” o kağıt üzerindeki kararın uygulamasını havada bırakıyor. O yayınevini kapatıp gidip başka bir adla işini yürütüyor, sizin alacağınız ancak kağıt üzerinde kalıyor.

Bir Başka Cepheden Telif            

Geçmiş yıllarda Türkiye Yazarlar Sendikası yönetim kurulu üyeliğim sırasında Oktay Akbal ve Demirtaş Ceyhun’la çalışırken, oluşturulan “telif komisyonu”nda yayınevleri/ gazeteler/ dergiler/ görsel medya ve birtakım etkinliklerde esas alınmak üzere, telif yasası içinde yer alacak  “tip sözleşme” hazırlanmıştı. O günlerde henüz internet  ağı gelişmemiş, dahası bu alanda da nasıl bir telif yasası olabileceği kimsenin aklına dahi gelmemişti.

Her neyse, o çalışma bir tür “kadük” oldu. Çünkü  yasalaşma aşamasında bürokrasi el değiştirip, Fikri Sağlar sonrası  bir Kültür Bakanlığı manzumeler dizisi başlayınca, yayıncılığımız  o tasarıyı görmeden kendi rotasında yoluna devam etti.

Bugün, bu konuda yayınevleriyle telif usulü çalışanların ciddi sorunları vardır. Hatta öyle ki, çifte standart ötesi, pazarlık usulüyle uygulamalar yapılmaktadır. Konunun vergi/stopaj boyutuna girmiyorum.

Sözleşme de Neymiş?!

Birkaç yayınevinin sözleşmelerini yan yana getirip incelediğinizde; şirket/vergi denetimi  uluslararası kurumlarca yapılan, bu sektörde de uç veren “büyük” yayınevleri adeta kat mülkiyeti/devremülk sözleşmeleri gibi kapsamlı sözleşmelerle yazarların karşısına çıkarken; butik ya da küçük veya geleneksel anlayışla yayıncılığı sürdürenler tek sayfaya 7-8 maddelik bir sözleşme yazıp yazarın/çevirmenin önüne koyarak “hemen” imzalamasını isterler.

Böyle bir sözleşmeye imza atan, ödüllü/çok kitaplı romancı dostum  geçen gün mahkemelik olduğu yayınevlerinden yakınıyordu: “Bir de ne göreyim, süre olarak 49 yıl yazıyor!” Ve daha başka şeyleri anlatınca yayıncılığımızın çivisinin nasıl çıktığını anlıyordunuz.

Görüyorsunuz sorunun/konunun yayınevi-yazar ayağına el atıp kapılarını aralayınca neler neler çıkıyor.

typewriterYayınevi-çevirmen boyutu ise çok daha vahimdir. Nasıl olması gerektiği konusunda ise ortak bir uygulama ne yazık ki yoktur. Her basımda telif ödemeye yanaşmayan yayıncının bir “ürün” satın alırcasına çeviriyi satın alıp bir kez ücret ödemesi ya da dünya ölçeğindeki normlara uyarak her basımda belirli bir telif yüzdesini esas alması…

Telif uygulamasının bir başka boyutu ise satışa göre ödeme. Yani yılın belirli dönemlerinde ya da her ay çıkarılan satış raporu üzerinden ödeme. Çoğu yayıncı buna nedense yanaşmamakta. Çünkü bu sistemin kendi kendinin de kontrolü demektir.

Diğer sorunların neler olduğunu satır başlarıyla değinip, süreli yayıncılık ve sanal ortamdaki telif uygulama ve sorunlarına değinmek isterim.

Yazarlar/çevirmenler/yayınevi ve internet ortamı (sanal medya) çalışanları-yazanları birtakım hukuki/yasal/mesleki sorunlarının çözümü, danışmanlık gibi işlerinin takibi ve bunların tek elden yürütülmesi, işlerin kolaylaştırıcılığı için dernek vb.  örgütlenmelerin dışında (ki, bunların hiçbirinin yaptırımı/kolaylaştırıcılığı yok) ortak bir YAYIN AJANSI kurmak zorundadırlar.

Yayın Girişim Ajansı

İngiltere’de, ABD’de bu tür ajanslar vardır. Uluslararası normlarda çalışırlar, yasal yükümlülükleri güven unsurudur.

Turgut Özal Hükümeti’nde Tınaz Titiz’in Devlet Bakanlığı yaptığı dönemde Küçük Sanayi Siteleri’nin yeniden yapılandırılıp biçimlendirilmesi, verimliliği artırma, ortak projeler vb. geliştirme konularında ortak çözüm ve proje yönetimi için TEŞEBBÜS DESTEKLEME AJANSI kurulmuştu. Erol Özdemir bu projenin yürütülmesinde adeta maestro, Dr. Akif Emiroğlu ise bir teorisyen olarak bunun uygulamasında örnek çalışmalara imza atmışlardı.

Bu modele benzer bir model için, bütün bu meslek örgütleri bir araya gelerek  ARAMA KONFERANSI düzenlemeli, telif ve diğer sorunlarla ilgili nelerin eksik/yetersiz/yanlış olduğunu saptayıp öncelikle nasıl bir düzenleme çalışması yürütüleceğini ortaya çıkarmak zorundadırlar.

Bireysel çıkışlarla, birebir pazarlıklarla ajan/ajans tercihleriyle, eş-ahbap/dost, cemaat vari ilişkilerle, siyasi dirsek temaslarıyla yapılagelen her çalışma/uygulama sorunlar yumağı yaratmıştır karşımızda.

Eyeglasses on Open BookYazı yazdığı dergiden, gazeteden, gidip konuştuğu konferanstan, katıldığı panelden, konuşmacı olarak çağrıldığı bir televizyon ya da radyo programından telif alamayan bir “yazar”ın ortaya çıkıp “telif mi dediniz” salvolarında bulunması komik ötesi bir durumdur, evet!

Gösteri toplumunun aktörü/aktrisi olmak için insanlar birbirlerinin üzerine basarak oraya erişmek derdindeler, evet; sizde tutup  teliften söz ediyorsunuz, hangi/ne telifi?!

                                                          ***

Ortalık panayır havasında.

Bu nedenle “söz”e/”eğlence”ye  “program başına” diye ödeme yapılırken; “nasılsa kimse okumaz” denilerek “yazı” hep ıskalanır.

“Yazar”a da “gel, kitabın satılır, tanınırsın hem” denilerek olta atılır.

Evet, oltacıların ve avların/avcıların bu denli çoğaldığı bir ülkede sahi neden söz ediyoruz?!

“Telif!”

Hadi canım sen de; kim kaybetti ki sen bulasın! Git ordan, tanrı aşkına…Yaz çalakalem iki  şey, yapsınlar seni “köşebent” yazıcısı, versinler “havuz”dan da sana akçeler…Çağ ulufe dağıtma, ulufe alma çağı çünkü.

Öteden de aynalı okur konuşup dursun ha bire…

Toparlarsak

Biliyorum, böylesi bir sorunu bu ülkede “ciddi”ye alacak insanlar da var, yayıncılar da.  Ama az mı, azdır bunlar evet; hatta çok azınlıktadırlar.

copyrightBen giderek çoğalanların yaptıkları haksızlıklara dikkati çekmek istedim. Bu öyle bir kara örtüdür ki; yarın, nefes alacak bir alan bile bulamazsınız kötüye prim vererek. Bu iyinin de suyunu kesmektir bir bakıma.  Ahlak, ancak ahlaksızlığın uç verdiği noktada sorgulanır. 

Evet, göç geri dönünce topallar önden gider de; akıl çağının değirmenine su taşımak varken, yozlaşmanın/çürümenin/yalanın ve düzenbazlığın, korsanın ve karaborsanın uğursuzu olarak anılmak niyedir bunu inanın anlamış değilim.

Asıl telif/telif sorunlarını bundan sonra konuşacağız sanki! Bir başka  yazıya…

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (29 Nisan 2014)

Yorum yapın