Sibel Öz: “Arabesk sınıf atlamış, erk olmuş, ilk kez gecekondulardan çıkarak devletleşmiştir denebilir.”

Şubat 11, 2021

Sibel Öz: “Arabesk sınıf atlamış, erk olmuş, ilk kez gecekondulardan çıkarak devletleşmiştir denebilir.”

Söyleşi: Burak Soyer

Fotoğraf: Kadir İncesu

Türkiye’nin son altmış yılının en önemli toplumsal popüler kültür öğelerinden biri olan arabesk, ‘Arabesk Yeniden – Müzikte Sinemada Edebiyatta 2000 Sonrası’ kitabıyla a’dan z’ye masaya yatırılıyor. Kitap Türkiye kaynak kıtlığı çeken arabeski kültürden siyasete arabeskin gelişimine parmak basıyor.

Arabesk belki de bu topraklardan çıkan en önemli popüler kültür öğesi. 1950’ler Türkiye’sinde değişen iktidarla birlikte başlayan köyden kente göç arabeskin kendini yasladığı en önemli duvar oldu. Büyük şehirlerde bu göçle oluşan şehir içinde şehircikler başlı başına ayrı bir demografik unsur olarak kendine ait birçok özellikle köyü kente taşıdı.

Ancak göçün her yönüyle oluşturduğu bu ‘küçük Anadolu’lar bu yerleşim yerlerinde yaşayanları şehrin ‘araf’ında bıraktı. Bu bölgelerin sakinleri şehirde ‘ne yaşar ne yaşamaz’ olarak adlandırılır oldu. Böylece Suat Sayın’ın o dönem ülkede çok popüler olan Mısır filmlerinin gösteriminden yola çıkarak yaptığı müzikle arabeskin temelleri atıldı.

1960’lı yıllar ise Orhan Gencebay’ın piyasaya çıkışı ile arabesk tekstil atölyelerinde, inşaatlarda, meyve sebze hallerinde gerçek hedefini buldu. İlerleyen yıllarda da Ferdi Tayfur ve Müslüm Gürses’le birlikte arabeskin ‘forvet hattı’ tamamlanmış oldu. Arabesk bu üçlüyle sinemaya da sıçradı. İçinde yaşadığı durumun sınıfsal nedenlerini, sonuçlarını sorgulamayan, kaderci, alınyazısını kabul edenlerin sesi oldu arabesk.

Aşağıdaki satırlarda okuyacaksınız Türkiye’yi bu kadar derinden etkileyen sosyal bir olguyu etkileyen sadece beş kitap var. Bunlara şimdi de Sibel Öz ve İsmail Afacan tarafından hazırlanan, Nota Bene Yayınları’ndan çıkan ‘Müzikte Sinemada Edebiyatta 2000 Sonrası’ kitabı eklendi. Kitap kendi alanında uzman isimlerin yazılarıyla arabeski doğuşundan günümüze nasıl sınıf atladığını, arabeskin sebeplerini sonuçlarını, tekstil atölyelerinden beyaz yakalıların Beyoğlu gecelerindeki rakı gecelerine eşlik edişine geçirdiği sürece ışık tutuyor. Arabesk Yeniden’i Sibel Öz ve İsmail Afacan’la konuştuk.  

Kitap fikri nasıl ortaya çıktı?

İsmail Afacan: Kitabın işaret fişeği 2018’in son aylarında vizyona giren “Müslüm” filmiydi. Film, Türkiye’deki sinema salonlarında tüm zamanların en fazla izlenen dördüncü filmi oldu ve toplumun geniş kesimleri tarafından beğeniyle karşılandı. Anlaşılan, seyirci filmde kanırtılan acıyla büyük oranda duygudaşlık kurmuştu. Kültür sanat alanında arabesk bir figürün işlenişi “Müslüm” filmiyle sınırlı değildi. Popüler kültür dergileri arabesk figürleri atıf yaparak kapaklarına taşınıyordu. Rock grupları ve sanatçıları tarafından çok sık yorumlanıyordu arabesk şarkılar. Arabesk sanatçılarla rockçıların düetleri ilgiyle karşılanıyordu.

Tüm bu yaşananlar bize bazı sorular sordurttu: 80’li yıllarda iktidarını ilan eden ve 90’larla birlikte düşüşe geçen arabeskin 2010’larla birlikte tekrar yükselişe geçmesinin temelinde ne yatıyordu? Ya da 1989 yılında vizyona giren, dönemin arabesk üretimini eleştiren Ertem Eğilmez’in “Arabesk” filminden, bir arabesk güzellemesine dönüşen “Müslüm” filmine kadar geçen süreçte neler değişmişti? Öte yandan arabesk kültürü üreten ve tüketen kesimlerde gözlemlenen değişim de ilgimizi çekmişti. 80’li yıllarda arabesk, sol ve demokrat çevrelerce eleştirilirken bugün arabesk kültürün modernize edilerek yeniden üretilmesinde sol-entelektüel çevreler de rol alıyordu. Bu gibi sorular bizi böyle bir derleme hazırlamaya itti.

Şunu da belirtmek isterim ki, bu kitabı hazırlama fikri masa başında çıkmadı. Tüm bu tartışmalar çerçevesinde 2019 yılında Evrensel Gazetesi’nde Arabesk Yeniden dosyası hazırlamıştım. Dosyada Naim Dilmener’le yapılan bir röportaj, Nuray Sancar, Sibel Öz ve Oya Yağcı’nın yazıları yer alıyordu. O dönem okurlardan çok olumlu tepkiler aldık. Dosyada yürütülen tartışmaları boyutlandırmak ve teorik bir çerçeveye oturtmak üzere Sibel Öz’le birlikte bir kitap çalışması hazırlamaya karar verdik.

Kitapta yazan isimler nasıl belirlendi? Konuya nasıl odaklanıldı? Bu süreci biraz anlatır mısınız?

Sibel Öz: Hayatımızı kuşatan, müzikten başlayarak sanatın her alanında kendini gösteren arabeskleşme sürecini anlamak amacıyla yola çıktık. Genellemelerden uzak durarak, gündelik hayatı ve değişimi gözden kaçırmadan kitabın tartışmalarını yürütmeye çalıştık. Kitapta yer alan isimleri de hem toplumsal-siyasal iklimi iyi tahlil edebilecek, hem de arabeskleşmenin müzikte, sinemada ve edebiyattaki yansımalarını somut olarak irdeleyebilecek müzikolog, sinemacı, akademisyen ve edebiyatçı arkadaşlardan seçtik. Aslında tam olarak ‘seçmek’ denmez buna, hep birlikte oturduk tartıştık, ortak heyecan ve refleks gelişti. Hayatın kendisi bu tartışmayı ve kitabı dayattı. 

‘Arabesk Yeniden’in bir yerinde bir konuya eğilebilmek için aradan zaman geçmesi gerektiği anlamını çıkarabileceğimiz bir bölüm geçiyor. Kitabın şu zamanda yazılması bunu doğruluyor sanırım. Buna katılır mısınız?

Sibel Öz: Kuşkusuz toplumsal değişimleri, henüz yaşandığı anda tahlil etmek, tanımlamak oldukça güç. Yaşadığımız anda, pek çok gelişmenin, değişimin dinamikleri hareket halindedir. Ancak bunu fark etmek için bu dinamiklerin olgunlaşması gerekir. Kitabın uzamını 2000 sonrası ile sınırlarken, bugünden geçmiş 20 yıla bakmayı hedefledik. Yirmi yıllık bir ufuk, 70’lerde yükselişe geçen, 80’lerde zirveye oturan ve 90’lar başında sönümlenen arabeskin 2000 sonrası gelişimine ilişkin söz söylemek için gerekli verileri sunuyordu.

Uğur Küçükkaplan’ın da kitaptaki yazısında belirttiği üzere Türkiye’de arabeskle ilgili yazılmış 5 kitap var. Toplum üzerinde böylesine bir etkisi olan bir meselenin üzerinde neden bu kadar az durulmuş? Arabeskin patlama yaptığı dönemde ‘şartların oluşmadığı’ için diyebilir miyiz? Ya da insanların zaten kendi dertleri vardı, zaten arabeskin tam dibinde yaşıyorlardı bu yüzden mi buna gerek yoktu?

İsmail Afacan: Bahsedilen çalışmaların çoğunluğu arabeskin etkin olduğu yıllar ve hemen sonrasında kaleme alınmış ya da üzerinden zaman geçtikten sonra döneme dair yapılmış çalışmalar. Belirttiğiniz yetersizlik durumuna yol açan en önemli etken, bizce akademik olarak müzik sosyolojisine gösterilen ilgisizlik. Arabeskin 2000’lerdeki dönüşümüne ve yükselişine dair irili ufaklı makaleler yazılmış olmakla birlikte kitap oylumunda bir çalışma olmaması dikkat çekici… Sanırım bunun nedeni, arabesk tartışmalarının tüketilmiş olduğu düşüncesi. Ancak hayat böyle akmıyor. Popüler müziğin kalbinde ve sinemada, hatta edebiyatın sokaklarında arabesk yeni biçimlerde görünüyor ve yaşıyor. Geçmişten farklı olarak entelektüel çevrelerin de bugün arabeskle barışmış olması, hatta üreteni ve tüketeni durumunda bir çeperde yer alması ise en dikkat çekici gelişme. Kitapta yer alan pek çok makalede bu konu ezberleri bozacak, geçmişin katı bilgisinin buzlarını eritecek denli sıcak tartışmalarla masaya yatırılıyor. 

Kitabın üst başlığı, ‘Müzikte, Sinemada ve Edebiyatta’ ismini taşıyor ama bunların yanında siyasetteki yerine de kitapta sıkça vurgu yapılıyor. Bu sanatsal kavramlar elbette siyasetten ayrı düşünülemez ancak Arabesk siyasetin tam neresinde duruyor? Ve Arabeskin siyasetteki kullanım amacı sadece ‘nabza göre şerbet’ meselesi mi?

Sibel Öz: Sadece ‘nabza göre şerbet verme’ meselesi değil. Ortada ciddi bir değişim var.Arabeskin 2000 sonrası sınıf atladığını belirtmek yanlış olmaz. Arabesk, güncellenen ve kitapta yer alan ifadeyle ‘soylulaşan’ biçimiyle artık geçmişteki gibi gecekondu ya da minibüs müziği olarak değerlendirilemez. Burada arabeskin sınıf atladığını belirtirken, 2000 sonrası taşralaşan şehirlere, taşralaşan siyasete ve devlet kurumuna da dikkat etmek gerekir. Sermayenin 2000 sonrası yerel ve bölgesel ellerde yeniden biriktiği bu süreçte arabeskin kültürel temsili de iktidara taşınmış oldu. Arabeskin etki alanı genişledi ve güçlendi. Mevcut iktidar, yerel, bölgesel yeni palazlanan burjuvalarla yeni bir güç dengesi yaratarak ilk dönemlerde “halkçı” bir dil kullanıp tüm geriliğiyle “biz”e oynadı. Devlet erki, ilk kez bu derece “biz”den birilerine teslim dilmiş gibiydi. Bu “biz”, içinde cahilliği, geriliği, dini değerleri, babalığı, muhafazakarlığı da taşısa, “biz”dendi. Bugünkü güç sahiplerinin ezilen olmaktan çıktıkları dönemde arabeskin de soylulaşması bu anlamda manidardır. Arabesk de sınıf atlamış, erk olmuş, ilk kez gecekondulardan çıkarak devletleşmiştir denebilir.

Arabeskin içine girdiği konuların başını müzik, sonrasında haliyle Arabesk sanatçılarının çevirdiği filmlerle iniltili olarak sinema çekiyor ama edebiyatın yine biraz kulvar dışı kaldığını görüyoruz. Bunun sebebi nedir?

Sibel Öz: Arabeskleşme sürecinin edebiyattaki yansımaları, müzikte ve ikinci derecede sinemada olduğu kadar kaba biçimlerde görünür değil belki. Ancak kitapta yer alan “Edebiyatın Popüler Kültürle İmtihanı: Soslu Arabesk” başlıklı bölümde edebiyat alanındaki bazı görünüm ve yansımalara derinlikli olarak odaklanılıyor. Arabesk referansları duygu sömürüsü aracına çevirerek yazınsal bir strateji olarak kullanan, arabeske referansla toplumun duygu durumunu melodramatik bir dille yansıtan metinler, bugün oldukça revaçta. Hakikat anlatısını toplumsal, tarihsel bağlamlarından kopararak kişiselleştiren, bunu yaparken sokağın ‘harbi’, ‘maço’ ya da ‘ergen’ dilini “afili edebiyat” olarak tanımlayabileceğimiz aforizmalarla edebiyata dahil eden akım bir dönem oldukça güçlendi, hâlâ da varlığını koruyor. Bu metinlerde olay yok, kurgu yok, hatta mekan ve zaman bile yok. Yazar, toplumun duygularını ateşleyebilecek kişisel duygularını, öfkesini, küskünlüğünü, incinmişliğini duvar yazısı tadındaki aforizmalarla tüketici olarak görülen okurun anlık kullanımına sunuyor. Bu “duygudaşlık” edebiyatta neredeyse bir ekol olarak sunuluyor ve çok satıyor. Öte yandan kitapta yer alan makalelerde ciddi bir iddia daha var: Edebiyatın, popüler kültürle tarihinde ilk defa bu denli güçlü bir sınav verdiği. Popüler kültürün baskısı altında, kitabın bir metaya dönüştürülmesiyle paralel olarak edebiyatın da vasatlaşması, melodrama yönelmesi, dil işçiliğinin en aza inmesi ve edebiyat kuramının yani bilginin ve eleştirinin geri çekilmesi. Bütün bu süreçlerin en karikatüristik görünümünü, çok satar market dergilerini süsleyen yazar fotoğraflarında, buradaki kozmopolit yan yanalıkta, seçilen metinlerde dolaysızca görmek mümkün.

Yayın alanında günümüzün en büyük muammasını ‘market dergileri’ ve onların özellikle sosyal medyanın aracılığıyla hayatımıza soktuğu aforizmalar oluşturuyor. “Kula kulluk edene yazıklar olsun”dan başlayan süreçte, şimdi her yerde karşımıza çıkan afili cümlelere neden ihtiyaç duyar olduk? Buna ek olarak da özellikle gençler için bu dergiler birer etiket mi sizce? Mesela yakın zamanda röportajını okuduğum yirmilerinin ortasında bir oyuncu, “En okuduğunuz kitap?” sorusuna, “KAFA dergisi,” diye yanıt vermiş.

İsmail Afacan: Günümüzde toplumsallaşmanın en önemli araçları artık sosyal medya mecraları… Aforizmalara ihtiyaç duyulmasının nedeni sosyal medya diline uygun bir biçim olmasından kaynaklı bence. Sosyal medya kullanıcıları, günlük ya da anlık duygularını yansıtan cümleleri arıyor ve seçiyor. Bu kadar uyarıcının olduğu bir ortamda romana, makaleye, öyküye ve uzun şiire odaklanmak zor ve sıkıcı geliyor. Popüler kültür dergileri ise buna uygun bir üretim yapıyor. Bunu yaparken de bağlamından koparılmış metinler, cımbızlanmış dizeler, özlü sözler yığını ve bu içeriklere uygun görseller karşımıza çıkıyor.

İkinci sorunuza gelirsek gündelik yaşantımızdan sosyal medya mecralarına kadar imajlar yığını içinde yaşıyoruz. Diyalektik bir dünya görüşüne sahip değilseniz, kendinizi de o imajlardan birisi olarak görmeye başlıyorsunuz. Gençlerin etiketten öte popüler kültür dergileriyle daha ileriden kurduğu bir ilişki var. Duyuş ve düşünüş paralelliği var. Diğer yandan popüler ve ulaşılabilir olanın belirleyici olduğu bir durum da söz konusu.

Son olarak Naim Dilmener kitaptaki yazısında Arabeskin diğer müzik türlerine girişini ‘ticari’ olarak değerlendiriyor. Arabesk rap’te aynı şeyin geçerli olmadığını düşünüyorum. İcracılar ve alıcılar gerçekten Arabeskin özündeki kadere, aşka isyanı rap’la birleştirmiş gibi geliyor bana. Siz ne düşünüyorsunuz?

İsmail Afacan: Kültür endüstrisi, “popüler” ve “piyasası” olanı her zaman şekillendirmeye çalışır. Etinden ve sütünden sonuna kadar yararlanır.  Kültür endüstrisi için müzik alanı bir pazar yerdir. Son dönemde yeni çıkış yapanlar kadar, kendini farklı müzikal alanlarda ispatlamış sanatçıların da arabeski modern yorumlarla yeniden seslendirmelerinde ticari kaygılar öne çıkıyor. Kapitalizm koşullarında hiçbir müzik türü bu durumdan azade değildir.

İkincisi arabeskin özünde “isyan” unsurunun olduğunu düşünmüyorum. Çünkü arabesk kültürde kadere isyandan öte kadere boyun eğme söz konusu. Acısını ve öfkesini kendine yöneltme söz konusu… Arabesk kültürde hak arayışı ve mücadelesi yoktur. “İsyan” yerine, “öfke” demek, bu durumda daha doğru olabilir. Arabesk müziğin doğası nasıl bireyci ve kaderciyse, hip hop kültürde haksızlığa başkaldırı vardır. Arabesk bir ruh dünyası rap müzikle buluştuğunda rap sadece biçimsel kalacaktır. Bu nedenle arabesk rapten devrimci bir öz çıkarmak bana pek mümkün gözükmüyor.

edebiyathaber.net (11 Şubat 2021)

Yorum yapın