Sesimdeki yabancı | Feridun Andaç

Ekim 8, 2019

Sesimdeki yabancı | Feridun Andaç

“O zamanlar mutluyduk,  diye düşündüm kendi kendime.”

Elio Vittorini

Gece geçen trenlerin bekleyeni olduğum zamandayım. Sicilya Konuşmaları’nı okul çantamda gezdirdiğim yıllar. Yedek okuma kitabım ise Bohumil Hrabal’ın Sıkı Kontrol Edilen Trenler romanı. Okumak mı demeli, yoksa yudum yudum sözler devşirerek kendince bir dil yaratmak için söz alıştırmaları yapmak mı? Belki de her ikisi!

Tutup şu paragrafı defterime yazdığım gün gibi aklımda:

“Uzak tepelerde kar görünüp kayboldu. Rüzgâr gökyüzünü bulutlardan temizlemişti, ama  güneş daha ortaya çıkmamıştı. Geçtiğimiz yerleri hatırladım  ve Messina’dan Catania’ya kadar olan yolun yarısına gelmiş olduğumuzu gördüm. Dışarıdaki  o iki  adamın seslerini artık duyamıyordum. Çevreme bakıp, ilgilenecek bir başka Sicilyalı aradım.”

Ses alıp verme, ya da içtekini dışa yansıtma oyunu gibi bir şeydi bu; kalemimin ucundaki hışırtıyı duyarak yazıyordum.

Yazarken sizden uzaklaşan bir duygunun gözlemcisi kesilmek, sonrasında ise o içinizdeki sesi başka seslere katarak çoğalmak… Yeni bir sesin  adeta ses ayarcısı gibi sözcükleri sözcüklere katarak bir kazıcıya dönüşmek.

İşte o dönüşmenin ne anlama geldiğini öğretendi bu okumalar. İçgözünüzün kapılarını açan, sizi başka başka ırmaklara taşıyan, ardından da kendi patikanızı belirlemede  kılavuzluk eden…

İşte o ilkgençlik çağında gelip kapınızı çalanın ne olduğunu anlamanız için sanırım Pablo Neruda’nın Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı kitabıyla da karşılaşmanız gerekiyormuş.

Her karşılaşma yeni bir buluşmadır, her buluşma da sizi düşte düşüncede dönüşmeye hazırlar. Sanki bunun mayasını da işte o yıllardan alarak gelirsiniz. Eğer sözü edilen “aşk”sa, sonradan edinilen değildir. Bir gen yapısı gibi ruhunuzda bunun nüvesinin o günlerden biçimlene biçimlene gelmesi kaçınılmaz!

Sizi yaratının sınırlarına taşıyan, görme biçiminizi var eden, ruh eşinizi bulduran, veya bunun arayışına sürükleyen…

Gene de o ilk iz, ilk etkilenmelerle aldığınız aşı benliğinizi biçimler.

Şimdi oturup gece geçen trenlerin seslerini ışıklarını bekleyen o hülyalı çocuğun okuduğu kitaplara dönerken, zamanın ıssızlığında içimdeki yabancının nerelere taşındığını düşünüyorum.

Ricardo Piglia, Son Okur’da hem okurken hem de yazarken hissettiklerimize döner sıklıkla.

Evet, zaman bizi taşır her bir şeye.

Yer yer “göz göz olan keder”den söz eder dururum. Hayatın içindedir bu da sevinç gibi, acı gibi, neşe gibi…

***

Eğer “benim hayatım” diyebileceğiniz bir uğraşınız yoksa, sevmeyi de öğrenmeniz güçtür. Kendinizi sıradanlaştıran bir hayatın sürüklenişinde nefes alan birine dönüştürür durursunuz her adımda.

Oysa insan bir anlamın ardında olmalı, tıpkı bir sesin, bir sözün ardına düşer gibi… Kaçışlara, sığınışlara değil yüceliklere taşımalı gönlünü. Çünkü biliyoruz ki çağımız artık yalanlar çağı. Toprağında köklenen insanın o soy yalanlara gereksinmesi yok. Gel gör ki kazanma hırsı, gücü elinde tutma hezeyanı her türlü yıkıcılığını bir virüs gibi yayıyor her yana.

Oysa düşleri olan insan ileriye bakandır, yaşananı alıp başka başka dünyalara taşıyandır.

Sebastiao Salgado o soy biri, usta bir fotoğrafçı. Ona göre duygunun, şefkatin yolu görmekten geçiyor. İnsanı, toplumu, toprağı doğayı görmek… Toprağının insanıdır, oraya gönülden bağlandığı için başka toprakların öyküsünü merak eder, oralara da yetirir sevgisini şefkatini.

Toprağı olmayan insana acırım; bir yeri, bir yurdu olmayana, bağlanacağı bir sevgisi, tutunacağı bir dili olmayana acımaz üzülmez misiniz?

Hayatın keşfini hep buralardan öğrenirsiniz. Yeni bir dünya yaratmak düşünü kurmak için insan önce kendi dünyasını kurmalı; aşkla, sevgiyle, bağlılık, tutkuyla. İşte ardından da başka başka dünyalara kanat açarsınız.

İşte insan kendi şifasını da böyle böyle bulur; yani giderek, öğrenerek, keşfederek.

Dönün Salgado’nun hayatının izlerine bakın ve şu sözlerine kulak verin:

“Bir hikâye anlatmanın tek yolu, aynı yere defalarca geri dönmektir; bu diyalektik sayesinde o hikâyeyi geliştirirsiniz. Kırk yılı aşkın bir süre bu şekilde çalışmaya devam ettim ve bu benim eserlerime belli bir tutarlılık kazandırdı. Bu tutarlılığın bir diğer sebebi de benim duygusal dengeliliğimdir; bütün hayatımı âşık olduğum kadınla, beraber paylaştığımız şeylerle ve çocuklarımızla geçirmiş olmamdır. Şimdi geri dönüp baktığımda kişiliğimde, yaptığım şeylerde ve geçtiğim yollarda bir ahenk görüyorum. Ama tabii o zamanlar tek bildiğim yoğun bir şekilde yaşamakta olduğumda.”

İçinizdeki yabancıyı ortaya çıkarmak için önce bu sese erişmeniz gerektiğini bilmem söylemeye gerek var mı sevgili okurum?!

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (8 Ekim 2019)

Yorum yapın