Senem Dere yazdı: “Oscar Wilde, Sherlock Holmes olursa”

Mayıs 16, 2012

Senem Dere yazdı: “Oscar Wilde, Sherlock Holmes olursa”

Oscar Wilde’ın  yakın arkadaşı Robert Sherard, ona verdiği sözü tutmuş ve Oscar’la birlikte yaşadıklarını yazdığı günlüğü 50 yıl boyunca  açığa çıkarmamıştır. Bu günlükte, Sherard’ın başından sonuna tanıklık ettiği bir cinayetin hikâyesi de vardır. Sherard, yaşlı, hasta ve anlatacak bir hikâyesi olan bir adam olarak tüm bunları  kâğıda dökmenin zamanının geldiğine karar verir. “Oscar Wilde ve Mum Işığı Cinayetleri” böyle doğar.
Robert Sherard gerçek yaşamda da Oscar Wilde’ın dostudur ve onun hakkında biyografiler yazmıştır. Böylelikle roman daha en baştan gerçeklikle kurgunun iç içe geçtiği bir dünyanın kapısını aralar bizlere.
Kapının aralığından, Oscar Wilde’ın  güzelliğine, oyunculuk yeteneğine, zekasına  hayran olduğu ve şiir dersleri verdiği genç Billy Wood’un cesedi görünmektedir. Billy Wood, sadece güzel yüzünü açıkta bırakan bir kan gölünün içinde, etrafı mumlarla çevrili olarak yatakta uzanmaktadır. Oscar Wilde, bir öğrencisine ders vermek için gittiği garsoniyerde hiç beklemediği bu korkunç manzarayla karşılaşır. Böylece 19. yüzyıl İngiltere’sinin başarıyla çizilmiş atmosferi içinde katilin izini onunla birlikte sürmeye başlarız.
Oscar Wilde bu andan itibaren adeta Sherlock Holmes’a dönüşür, olaylara onun gibi yaklaşmaya başlar. Hatta dostu Sherard’ı da, Sherlock Holmes’a sorduğu sorularla olayların açığa çıkmasını sağlayan Dr. Watson karakterine benzetir. Gerçekten de romanda, Sherard’ın sorduğu tesadüfi sorular, cinayetin kilit noktalarının Oscar’ın zihninde aydınlanmasını sağlayacaktır. Oscar’ın Holmes gibi hareket etmesinin nedeni yakın zamanda tanıştığı Sherlock Holmes’un yaratıcısı Arthur Conan Doyle’dan çok etkilenmesidir. Romanda asıl ilginç olan, bu yolculuk boyunca Arthur Conan Doyle’un da bize eşlik edecek olmasıdır.
Arthur  ve Oscar,  tıpkı gerçek yaşamda olduğu gibi, yayıncı Stoddart’ın davetlisi olarak bir iş yemeğinde tanışmışlardır. Yemekte, o zamana kadar yazdıkları pek ilgi görmemiş olan Arthur, Dörtlerin Yemini isimli roman serisini, Oscar da  sıra dışı bir cinayet romanı olarak nitelendirdiği Dorian Gray’in Portresi’ni yazmak üzere Stoddart’la anlaşır. Romandaki olaylar bu iki eserin yazılma süreci içerisinde gerçekleşir.
İlerleyen sayfalarda, Oscar Wilde’ın keskin zekası ve üstün gözlem yeteneği ile Arthur Conan Doyle’u bile sık sık şaşırttığına tanıklık ederiz. Örneğin Arthur’un maddi durumunu, treninin kalkış saatini ve karısının doğum gününün ne zaman olduğunu tahmin etmek Oscar Wilde için hiç de zor olmaz. Arthur’un  paraya sıkışık olduğunu, yayıncı Stoddart ondan bir roman dizisi yazmasını istediğinde Arthur’un bunu anında kabul etmesinden ve çek defterini kullanış şeklinden anlar.  Arthur’un  treni erken saatte kalkacaktır çünkü Arthur kahvaltıdan önce, erken saatte otel hesabını ödemiş ve bavulunu aşağıya indirmiştir. Ayrıca valizin üzerinde duran taze çiçek buketi ile şapka kutusundan,  Arthur’un, karısının doğum gününe yetişmek için acele ettiğini tespit etmek Oscar için çocuk oyuncağıdır.
Brandreth, “Dehamı hayatımla gösterdim, yazdıklarımla ise yalnızca yeteneğimi sergiledim” diyen Oscar Wilde’tan, etkileyici görünüşü, insanları kendine hayran bıraktıran güzel konuşma yeteneği ve zekası, aykırı ve ilginç kişiliği ile oldukça canlı bir roman kahramanı yaratmıştır. Ayrıca romanını yavaş yavaş Billy Wood cinayetinin etrafında örerken, Arthur Conan Doyle örneğinde olduğu gibi döneme damgasını vurmuş sanatçıları; şairleri, oyuncuları, ressamları işin içine katarak ve kahramanlarının gerçek hayatlarından kesitler sunarak kurgu ve gerçeklik arasındaki bağın hiç kopmamasını sağlar. Böylelikle roman kendi gerçekliğini kurarken meraklı ve ayrıntılara düşkün okurlar için takip edilecek başka yollar belirir.
Arthur Conan Doyle’un Stoddart’a yazmak için sözünü verdiği roman dizisi Dörtlerin Yemini’ni ya da  Oscar Wilde’ın ünlü romanı Dorian Gray’in Portresi’ni okumak isteyebilir, Charles Dickens’ın David Copperfield’ı yazdığı ve orada yaşayan herkesin Dickens’ın romanlarındaki kahramanları andırdığı tatil kasabası Broadstairs’ı görmeye karar verebilirsiniz. Şair William Worsworth’un  “İyiler erken ölür. Kalpleri çıra gibi kuru olanlarsa yanar biter kül olur” dizeleri sizi şairin başka dizeleriyle buluşturabilir. Belki de Sir John Everett Millais’in “Sophie Gray’in Son Portresi” isimli tablosunu seyre dalar, resimdeki ince yüzün hikâyesinin peşine düşebilirsiniz…
Romanın sonunda Oscar Wilde elbette cinayeti çözer. Cinayetle birlikte başka pek çok sır ve gizem de açıklığa kavuşur. Oscar Wilde ve Mum Işığı Cinayetleri’nin kahramanı Oscar’ın kitaptaki son sözleri “İnsan daima aşık olmalı. Aşık kalmalı. Daima!” olur. Oscar Wilde gerçek yaşamında da daima aşık kalmanın bedelini ödemekten kaçınmayacaktır. Queensbury Markisi’nin oğlu Lord Alfred Douglas ile yaşadığı aşkın Viktorya çağında kabul görmesi imkansızdır. Oueensbury Markisi’nin, ahlaksız yaşantısı sebebiyle aleyhine açtığı dava neticesinde tüm hayatı değişir ve giderek bir sefaletin içine sürüklenir. Yine de ölümüne çok yakın günlerde bir arkadaşına yazdığı mektubunda, Lord Alfred Douglas için, “Gerçek ki, çoğu zaman mutsuz olacağım, ama daha onu seviyorum: Yaşamımı yıkmış oluşu bile bana sevdiriyor onu.” demiştir.
Oscar Wilde ve Mum Işığı Cinayetleri, bir polisiye olmanın ötesinde, benim gibi film mutlu sonla bittikten sonra kahramanların hayatlarının nasıl devam ettiğini, neler yaptıklarını merak eden okurlar için bunları öğrenme fırsatını da sunan keyifli, sürükleyici bir kitap.
Senem Dere – edebiyathaber.net (16 Mayıs 2012)

Yorum yapın