Sanki hiç yoktunuz! | Feridun Andaç

Mayıs 10, 2022

Sanki hiç yoktunuz! | Feridun Andaç

Çocukluk kentim, “yitik cennetim” dediğim Erzurum’dan kopuşumda 19 yaşındaydım. Küsmüş, bir daha hiç dönmemeye karar vermiştim.

Bunun öyküsünü anlatmışımdır başka denemelerimde, kitaplarımda.

Kentime yıllar sonra ilk dönüşüm yazarak başlamıştı. Sonunda yazdıklarım beni bir gün çekeleyip Doğu Ekspresi’ne bindirmiş, kentime doğru, on beş yıl sonra yolculuğa çıkarmıştı.

Hatırlarım…

Kompartımanda okuduğum kitaplar arasında Puşkin, Gogol, Turgenyev, Çehov, Hamzatov, Furuğ ve Cemal Süreya vardı. Haçaturyan’ı, Bach’ı, Çaykovski’yi ve Mükerrem Kemertaş’ı dinliyordum yol boyunca…

Kentime vardığımda, İstasyon Caddesi’nin kente açılan, görkemli bir kartalın kanatlarını andıran duruşunun sünüp gitmesine kederlenmiştim bir ânda. Sanki çocukluğum alınmıştı elimden!

Çocukluğumun geçtiği sokaklara, mahallelere (Çamurlu Sokak, Yukarı Mumcu, Yeğenağa, Üç Kümbetler, Tohum Islah İstasyonu…) yolumu düşürdüğümde, kentimin nasıl tarumar edildiğini görecektim.

1990’ların başıydı…

Gene de yüksünüp küsmeden kentimi bir baştan bir başa adımlayarak fotoğraflamıştım. Biliyordum ki bu yerler de çıkıp gidecekti kentten, yıkılıp yok edilecekti. Çünkü talan kültürü başlamıştı her yerde.

İşte o yolculuğum beni “Bir Kentin Solgun Yüzü”nü yazmaya yöneltmişti. Yalnızca çocukluk cennetime dönmüyordum, adeta kentimle yüzleşiyordum.

Milliyetçi dalganın günbegün arttığı, cemaatlerin her alanda etkisini gösterdiği, kentin birçok kültürel/tarihsel değerinin yağmalandığı bir Erzurum duruyordu karşımda. Üstüne üstelik yenilgi, kırım-kıyım, savaş bayraklaştırılıyordu; Mustafa Kemal, ve bir ulusun ulus olma bilincinin dönüm noktası Erzurum Kongresi neredeyse yok sayılıyordu! Yaman bir çelişkiyi yaşıyordu kent. Giderek her türlü belleğini yitiren bir kent inşa ediliyordu. Milliyetçi muhafazakâr zihniyet hallaç pamuğuna çevirmişti her yanı.

Nitekim bunu izleyen yıllarda bu daha da artarak ilerledi. Nitelikli göç verip niteliksiz göç alan kentin yeni sahipleri o talana katılarak yeni zenginlerini yarattı. Ama yoksulluk ve ötekileştirme hayatın her alanında olduğu gibi kentimde de varlığını gösteriyordu. 

Yüzleştim, demiştim.

Evet, gözlerim bildik mekânları, tanıdık yüzleri arıyordu. Ama bunlardan herhangi birine bile rastlamak ne mümkündü! Bana anlatılanlar, okuduklarımdan öğrendiklerim, gördüklerim, tanıdıklarım yoktu artık.

Bu kentte bir dönem Ermeniler yaşamış ve yaşamlarına/kültürlerine  dair derin  izler bırakmışlardı. Ticaretinde, zanaatında, mimarisinde…Kuruluşunda adları vardı, Karin nasıl unutulurdu?! Ama gelin görün ki onlara dair her şey, ama her şey adeta kazınıp silinmeye çalışılmış, yıkılmış, yağmalanmıştı. Bunun tek bahanesinin “Tehcir” olduğunu sanmıyorum! Üstelik tehcirle yerinden yurdundan edilen onlardı. Kırım-kıyım savaş ortamında kaçınılmaz olandı. Araştırıp ettiğinizde olayın arka planındaki Almanların askeri gücünün varlığını  daha iyi görüyordunuz. Daha yakın zamanda yayımlanan bir çalışma (*) bunu ayan beyan ortaya koyuyordu.

Daha düne kadar köylerinin adları belleğimizdeydi, yerleri yurtları el koyan kişilerin gözdesi, kentteki zenginlikleriydi. Kendilerine namlı soyadları vererek bu el değiştiren zenginliği tescillendirenlerin adları çocukluk belleğimde yer eder. Çünkü aile içinde çok konuşulurdu bunlar. Kentin eskileri bu yeni zenginleri çok iyi bilirlerdi.

Tosik, Salasor, Pezgeriş, Erginis, Igdasor, Norşen, Terkini ilk elde sayabileceğim ova  köyleriydi. Ailemin ortak anılarında Ermenilerle  bir arada yaşanmışlığın acı-tatlı güzel anları vardı üstelik.

O dönüş günümün ertesinde, Gümrük Hamamı’na (eski Gümrük Kapı’nın yanıbaşında) yakın bir yerdeki Karekin Pastırmacıyan’ın evini gidip bulmuş, fotoğraflarını çekmiştim. Yarı yıkık duruyordu. Daha beride, eski bisküvi fabrikasının sırasında bir Ermeni tüccarın konağı olan Dumlupınar İlkokulu’nun yerinde ise yeller esiyordu.

Demirciler Çarşısı’na inmiştim. Ermeni Kilisesi yıkıntı haldeydi, mezbelelikti adeta, henüz camiye dönüştürülmemişti. Tam karşısındaki papazın evi demir-çimento ardiyesi olarak kullanılıyordu. O güzelim yapı işgal altındaydı!

2000’lere gelindiğinde kent yağma ve yıkıntıya tamamen teslim olacak; artık hiçbir şeyin izi tozu kalmayacaktı. Ne Sanasaryan Mektebi, ne Ermeni evleri, kiliseleri, ne de  onlara dair bir tek sokak, bir tek kâğıt parçası… 

Kentin yerlisi ve bekleyeni bir dostum, tüm tapu ve nüfus kayıtlarının, sicil defterlerinin yakılıp yok edilmiş, bazılarının da alınıp götürülmüş olduğunu; kente dair önemli belgelerin bazılarının Rus arşivlerinde bulunduğunu anlatmıştı.

Doğrusu, şu yakın zamanda gündeme gelen, tartışılıp duran gayrimüslimlerin el konulan mülklerinin iadesinin yanı sıra, kentsel dönüşümde yıkılıp yok edilen Ermeni evlerinin talanı bana aynı akıbete uğrayan Erzurum evlerini hatırlattı.

Son iki yıldır Üç Kümbetler ve çevresinde başlatılan yıkımlarda, ve daha başka semtlerde bekleyen/sürdürülen talanlarda hiç kimsenin sesi soluğu çıkmadığı gibi; bu kentsel dönüşümde o yapıların yerine nelerin konulacağı, tescilli evlere ve kaderine/yıkılmaya terk edilen, hatta zamanında el konulan bir dolu Ermeni mülküne karşı bugünlerde neler yapılıyor insan ister istemez merak ediyor.

“Bugün Erzurum’un hiçbir yerinde Ermenilerin izi tozu yoktur, onlar burada hiç yaşamamıştır,” demek için mi acaba hiç kimsenin sesi çıkmamaktadır? Ama, ben, en azından Karekin Pastırmacıyan’ın (Armen Garo) Erzurum’da doğup büyüdüğü, Sanasaryan Mektebi’nde okuduğunu, kentin varlıklı bir ailesinin çocuğu olduğunu, babasının ve dedesinin kentteki namını, yaşadıkları evin yerini biliyor; onun Meclis-i Mebusan’da Erzurum milletvekili olarak görev yaptığını da sizlere hatırlatıyorum.

İş “vatan”/”yurtseverlik” meselesine gelince; okuyun anılarını Armen Garo’nun, kimin daha yurtsever olduğunu, bu toprakları nasıl sevdiğini/savunduğunu çok iyi anlayacaksınız eminim…

________

(*) Serdar Dinçer, Alman Belgelerinde Alman-Türk Silah Arkadaşlığı ve Ermeniler, 2011, İletişim Yay., 711 s. 

edebiyathaber.net (10 Mayıs 2022)

Yorum yapın