Sanat ve yazınsal yapıtı alımlama ve eleştirme | Onur Bilge Kula

Ocak 9, 2020

Sanat ve yazınsal yapıtı alımlama ve eleştirme | Onur Bilge Kula

Sanat yapıtları, Bertram’ın “Sanat”[1] adlı yapıtının “Sanatta Anlama” bölümündeki deyişiyle, özgül deneyim süreçleriyle bağlantılı olan “göstergelerdir.” Bir başka anlatımla, sanat yapıtları, estetik göstergeleri anlama, estetik deneyim ve birikimce belirlenir. Sanatsal göstergeleri anlama, özellikle sanat yapıtlarının “duyusal-özdeksel yönü” ile ilgilidir; çünkü her sanat yapıtı “tikel duyusal deneyimleri” aktarır/dolayımlar. Sanat yapıtları, “sesleri, renkleri, yüzey yapıları ve diğer duyusal-özdeksel öğeleri” sunarlar. Sanat yapıtlarını anlamak, hangi sanat dalı söz konusuysa, o sanat dalında yaratılan sanat yapıtının “duyusal olarak algılanabilen malzemesini” anlamak demektir.

Bu bakımdan “estetik anlamanın tikelliği”, “duyusal-özdeksel öğelerin anlama ile bağlantısı” ve “sanatta anlamanın sınırları” ile ilgili soruların yanıtlanmasını gerektirir. Bu bağlamda anlama ile yorumlama arasındaki ilişkinin de aydınlatılması gerektiği açıktır; çünkü sanatsal anlama son çözümlemede bir yorumlama denemesidir. Doğal olarak burada ortaya çıkan sorulr şunlardır: Sanat yapıtlarını doğru yorumlamanın kuralları var mıdır veya olabilir mi? Bu kurallar kavramlaştırılabilir mi? Kavramlaştırma belirleyici önemdedir; çünkü Kant’ın da belirttiği gibi, kavramlar, bilimsel bakımdan doğrulanabilir veya yanlışlanabilir.

Estetik anlama nedir?                    

Sanatın deneyim boyutunu belirginleştirmeye elverişli sanat yapıtları, Bertram’ın deyişiyle, aynı zamanda “büyük bir deneyim zenginliğini” deneyimlenebilir duruma getirirler. Bu tür yapıtlar olağanüstü bir “deneyim yoğunluğu” içerir. Bir alımlayıcının, bu deneyim yoğunluğunu algılaması veya yaşantılaması için, alımlayıcının, o sanat yapıtının oluşturumunun ayrıntılarını bilmesi gerekmez. Öte yandan bu belirleme, alımlayıcının estetik deneyiminin/birikiminin, diyesi, alımlama yeterliliğinin hiç önem taşımadığı anlamına gelmez. Sayısız etmenin etkisiyle oluşturulan estetik birikim, elbette sanatsal anlamaya veya sanat yapıtıyla irdelemeye eşlik eder.

Sanat yapıtıyla irdeleme sürecinde gerçekleşen ‘çok-yönlü anlama’, sanat yapıtının “tikel yapılanmışlığı” ile ilgilidir. Bir romanın, anlaşılması için, o romanın yazıldığı dili bilmek yetmez. Söz konusu romanın ‘tikel’ yönleriyle irdelemek gerekir. Yazın veya anlatı sanatı bakımından tikellik, yazılı bir metne ‘yazınsal sanat yapıtı’ niteliği kazandıran başlıca etmendir. Dolayısıyla, tikellik, her sanat yapıtının taşıması gereken öz-yapısal bir niteliktir. Bu açıdan her yazınsal yapıt, bir ‘mikro-kozmos”, diyesi, kendi içinde dizgeli, bütünlüklü en küçük evren olarak adlandırılabilir. Her biri bir özgün ve tikel bir küçük dünya olan yazınsal yapıtları anlayabilmek veya yorumlayabilmek için, söz konusu küçük evrenin bazı yönlerinin, diğer dünyalarla ilişkilendirilmesi gerekir. Bir yazınsal yapıtta tasarımlanan, kurgulanan tikel dünyaya bakış/yaklaşım, ya bu tikel kurgusal dünyanın anlamayı özendiren boyutunu, içerik zenginliğini ve ‘içsel eksiksizliğini’ öne çıkarır, ya da “tümlenmişliğini”, “özgünlüğünü veya yabancılığını” vurgular. Her iki durumda da anlama, ‘tekil yapıta’ yönelir ve onda yoğunlaşır. Sanat yapıtını anlama, söz konusu yapıtın “mikro-kozmos yapılanmışlığını” temel alarak anlaşılabilir.

Tikel dil olarak sanat yapıtı, anlama ve anlamlandırma     

Bir sanat yapıtı kendi içinde bütünlüklü, dizgeli ve özgün bir dünyayı serimler ve öz-yapısından ötürü söz konusu tikel veya özgün dünya, Bertram’ın anlatımıyla, ya “tümüyle” anlaşılır ya da “hiç” anlaşılmaz. Öte yandan, bu “tümüyle ya da hiç”, birçok estetik deneyimle çelişir. Sanat yapıtını anlamanın, çoğu kez “el yordamıyla arama” gibi bir yönü, hep “eksik kalan” bir yönü vardır. Alımlayıcı genel olarak ya sadece “ipuçlarını”, ya da “az sayıda ayrıntıyı” anlar. Dolayısıyla, bu tür bir alımlama deneyimi, estetik anlama sürecinde birtakım öğelerin bir araya gelmesiyle veya bu öğelerin birbiriyle çelişkisi sayesinde oluşur. Birey dili veya idyolekt kavramı, söz konusu alımlama deneyimini açıklamayı kolaylaştırabilir.

Tümel dilin tekil kullanımı anlamında birey dili kavramını, gösterge bilimci ve yazar Umberto Eco kullanmıştır.  Her sanat yapıtı bu açıdan özgün veya tikel dil kullanımıyla diğer sanat yapıtlarından  “ayrılan” yapıt olarak değerlendirilebilir. Estetik bir “dolayıma” dayanan ve estetik “yol ve yordamlar” için önem taşıyan bu tikel dil, ne söz konusu dolayımda, ne de yol ve yordamlarda yok olup gider. Bu tikel dilin öğeleri, sanat yapıtının “farklı figürleri, biçimleri veya malzemeleridir.” Bu farklı figürler, biçimler ve malzemeler, “özgün bir bütünleştirim” içinde kullanılır. Bir dilin sözcüklerine ve dil bilgisi kurallarına dayanan bir roman, belli sözcükleri yeğlemek suretiyle, “özgün dilsel figürler”, diyesi, tikel dilsel anlatım geliştirir. Özgün sanat yapıtı, diğer sanat yapıtlarının biçimlerinden ve yapılarından “bağımsızlık” niteliğiyle ayrılır ve bu niteliği korur.

Estetik anlama, açımlama çalışmasıdır

Öte yandan, sanat yapıtının tekil dil kullanımı, öğrenilebilen bir dil değildir. Sanatsal göstergelerin “sınırsız yorumlanabilirliği”, diyesi, çok-anlamlılığının bir sonucu olarak söz konusu göstergeler her zaman başka türlü okunabilir. Bu yüzden, sanat yapıtını anlama, farklı noktalarda ve öğelerde “her zaman yeniden başlayabilir.” Bu sırada “her zaman yeni perspektifler” ortaya çıkar. Bir sanat yapıtının dili, “benzeşik veya bağlaşımlı bir bütünlük” değildir ve bu öz-yapısından ötürü her zaman yeni bütünleşitirimlere yatkın olan farklı dilsel öğeleri içerir. Böylece, öğelerin bütünleştirimi süreci ortaya çıkar ve bu süreç sanat yapıtının anlaşılmasını sağlar. Bertram, bu anlama sürecini ‘yapılandırma’ olarak adlandırır. Bir sanat yapıtının veya estetik bir olayın tekil öğeleri, bir ‘yapı’ çerçevesinde anlaşılır.

Estetik anlama, bir açımlama çalışmasıdır. Estetik dolayımları tanımayı gerektiren bu açımlama çalışması, hemen bütün sanat yapıtlarında neredeyse “sıfır noktasında” başlar.  Bu çalışma kapsamında önce “göstergesel öz” taşıyan öğeler ve bu tür öğeler arasındaki “bağıntılar” belirlenir. Bir estetik dolayımın öğeleri, tümüyle yeniden biçimlendirme ile bir sanat yapıtının ‘özgün dilinin’ öğeleri durumuna getirilir. Bu öğeleri anlama, onları yapıtın ‘yapıları’ çerçevesinde anlamak demektir. Bir yapıtın ‘söz varlığı’ ve bu söz varlığının bir biriyle bütünleştirilmesinin tarzı, yapıtın tikel/özgün dilini oluşturur.

Öte yandan, sanat yapıtları, Bertram’ın deyişiyle, salt özgün bir dili olan göstergeler değildir. Bir başka anlatımla; “gösterge olarak nitelendirilebilecek” her gösterge, aynı zamanda sanat yapıtı değildir. Dünyada var olan ve “kendi diline” sahip olan her gösterge aygıtı, gösterge olarak adlandırılabilir. Bu nedenle, sanat yapıtlarının dilinin öz-yapısını daha belirgin olarak belirlemek gerekir. Nelson Goodman’a dayanarak şu söylenebilir: Bir gösterge, sanat yapıtı olmak için, “belli tikellikler” taşımalıdır. Goodman, bu tikellikleri veya özgünlükleri, “estetik olanın belirtileri” olarak adlandırır; ancak ne bir belirtinin varlığı, tek başına sanat yapıtını imler, ne de bir sanat yapıtı “bütün belirtileri” taşır. Estetik göstergelerin varlığını imleyen bazı belirtiler, sanat yapıtlarının “özgün dilinin anlaşılması” için de önemlidir.

Bertram bu noktada Goethe’nin ‘Faust I’ adlı yapıtının sahnelenmesini örnek verir ve sorar: “Bu bağlamda sahnelemeyi, estetik bir gösterge olarak deneyimlemek ve anlamak ne demektir?” Faust I’de kullanılan söz varlığının bir bölümü “elbette Alman dilidir.” Fakat burada kullanılan söz varlığı, “gündelik ilişkilerdeki” kullanımıyla anlaşılmaz. Bir tiyatro yapıtının diliyle günlük dil arasındaki “fark”, metnin “tanımlayıcı belirlenmişliğidir.” Bir tiyatro metninde kullanılan sözler ile gündelik dilin anlatım tarzı biri birinden ayrılır. Daha da önemlisi, sahnedeki dilsel anlatımlar, “karmaşık bir tarzda diğer malzemelerle”  bağlantılıdır. Dilsel anlatımlar, “sahne görünümünün, bedensel devinimlerin, müzik eşliklerinin, diğer eklentilerin ve malzemelerin bütünlüğü” içindedir. Bu nedenle, bir tiyatro yapıtının her öğesi “her zaman daha kesin bağlamsallaştırılabilir” ve özgün belirlenimi içinde görülebilir. Sonal anlatımla, sanat yapıtının söz varlığı veya anlatım araçları, diyesi, “sözcükler, jestler, mekân biçimlendirme öğeleri vb.” her zaman daha ötelere giden biçimde açıklanır. Dolayısıyla, gösterge olarak sanat yapıtlarını anlama, yapıtı oluşturan gösterge öğeleri açısından “bitimsiz bir açıklama sürecidir.”

Bir sanat yapıtının özgün dilselliği, Bertram’ın anlatımıyla, belli açılardan sanat yapıtlarının serimledikleri “nesnelerden bağımsız” oldukları anlamı taşır. Bir sanat yapıtını anlama her şeyden önce bu sanat yapıtında “var-olan yapılara” yöneliktir. Bu yapılar, “özgün bir dil” olarak kavranılmalıdır. Sanat yapıtını irdeleyen ya da eleştiren kişi, sanat yapıtının dilini “açımladığı” sürece, “sanat yapıtının ötesine gitmeyen ilişkileri” izler. Tam da bu anlamda sanat yapıtları “salttır.”

[1] Geoerg W. Bertram: “Kunst- Eine philosophische Einführung- Sanat Felsefi Bir Giriş”; Reclam Stuttgart, 2005, s. 211- 237

Onur Bilge Kula – edebiyathaber.net (9 Ocak 2020)

Yorum yapın