Öykü: Korku | M. Gökhan Üvez

Kasım 7, 2019

Öykü: Korku | M. Gökhan Üvez

Gitti… Bir daha geri dönmeyeceğini bilmenin huzuru var içimde. İçimde ne bir öfke kırıntısı ne de bir kırgınlık. Git gide artan duyarsızlığımın ödülü olmalı bu gidiş. Diğerlerinden bir farkı yok. Süt dişlerimi hatırlıyorum her gidişin ardından olduğu gibi. Yerine bir yenisi gelecek, bir kere daha bu amansız çoğalma içgüdüsüne kayıtsız kalamayacağım. Yeni bir bakış, yeni bir nefes ve yeni bir koku ama ardından gelen eski bir adet: Terk edilmek.

Geçmişime bakıp babamı anımsıyorum. Alkollü geldiği her akşam salonda yere uzanır, tam istifra zamanının gelmesine yakın yanına küçük yeşil bir leğen koyardı annem. Hep aynı sözler: “Kaldıramıyorsan içme şu zıkkımı” Salonun orta yerine sıçan bir bebek gibi kusmasını izlerdik maaile. Ablam odasına kaçar, ben aldırış etmeden Kunta Kinte izlemeye devam ederdim.

Sürekli tekrar eden kötü durumlar zamanla alışkanlıklara evrilir. Babamın kusmasına, annemin alkolik babamla evliliğine, o yeşil leğene ve hemen her akşam eve körkütük sarhoş gelmesine alışmam gibi. Kötü durumlara karşı kazanılan bağışıklığın yarattığı hissizleşmeyse yanında amansız bir kabullenişi ve duyarsızlığı getirdi bana;Ondan geriye tek hatıra.

Yeni ilişkiler, insanların hayatına yeni güzellikler getirse de bana getirdikleri yeni bir terk edilişin öyküsü olmuştur her zaman ve biraz melankoli, biraz da suçluluk hissi… Her gidenin ardından elimde kalan kurtlanmış baharat karışımı.

Gitti… Her gidenin ardından kapıya koşup geri dön demeyi istedim. Birkaç kere denedim de. Ama ellerim, kapının kolunu aşağı eğebilmek için kaldıramayacağım kadar büyük iki ağırlık oluverdi her defasında, başaramadım. Gidenlerin geride bıraktığı en büyük anı kokularıydı, bu yüzden aşk, hafızasının en güçlü olduğu yerden vuruyordu insanı ve sigara koku reseptörlerini bloke eden en iyi ilaçtı.

Gittiği zaman açamadığım kapının ardından ayak seslerini dinledim. Her kadının bir ayak sesi vardır. Kendine özgü bir şarkının ritmini mırıldanır farkına varmadan. Ben bunu ilk kez annemde yaşamıştım. Döpiyesinin altına giydiği siyah stilettoların mırıldandığı iki dörtlük aksak ritmin apartman boşluğundaki yankısına çocukça parçalar uydururdum. Evden ayrıldıktan sonra, başka kadınların ritimleri girdi hayatıma. Her birine kendimden kopan bir parçayı armağan ediyor, benden uzaklaşırlarken hediye parçalarını da yanlarında götürüyorlardı. Repertuarımdaki parça sayısı arttıkça, yalnızlığım çoğalıyordu.

Hafızam, sayısı giderek artan kadın isimleri mezarlığına dönmüştü. Listenin bir sonu gelmeyeceğini anladığımda artık mezartaşlarına isim yazmayı bıraktım. Bazen olur öyle, yaşamayı bırakacağını anladığın an, mutlak bir vazgeçişi kucaklarsın. Uzun zamandır görmediğin bir dostunu kucaklar gibi. Böylece biter, zaman, mekân ve insan.

*****

Bir gün, sevişmeler boyunca soyunduğumu düşünürken, aslında kalın kalın kumaşlarla örtündüğümü fark ettim… Ve fark edişler arası en kısa mesafenin ömür olarak adlandırıldığını da… Büründüğü kumaşların kalınlığınca mutlu sanıyormuş meğer insan kendini. Küçük, sevimli, afacan bir çocuk gibi… Gerçi çocukken de böyleydim ben. Herkes gibi yani… Geceleri korktuğumda yorganı başıma kadar çekip, içinde tortop olur, kendimi güvende hissederdim. Kimsenin beni göremeyeceği ve bulamayacağı bir mağaranın içinde olduğumu hayal ederdim. Bir maceranın orta yerinde, öcüler ve böcüler tarafından takip edilirken bulduğum bir mağara… Belki de o mağara annemin rahmiydi ve belki de her ilişkide annemin rahmine dönüp, ilişki bittiğinde yeniden doğuyordum kim bilir?

Gitti…

Yıllardır aradığım huzuru ardında bırakarak. Pakette kalan son sigaramı da içti giderken. Oysa o benim son sigaramdı ve bırakacaktım o sigarayı içtiğimde. Şimdi bir paket daha tekrar bırakmak için geri sayıma başlayacağım. Bir gün daha fazla zehirleyeceğim kendimi kısaca. Belki de böylesi daha iyi… Vedalaşmadan ayrılmak yani… Ölmek gibi, bir gün önce varsın sonrasında yok…

Acaba intihar mı etsem?

Peki, kim bulacak beni?

Kapıcı İlbey Ağabey? Emekli Baş komiser Mehmet Bey?

Pis kokular saçan bedenimi bir ipin ucunda sallanırken bulacaklar, dilim boynuma kadar sarkmış, ayaklarım çıplak, yüzüm gözüm mosmor… Ama ölmeden önce bilgisayarımı formatlamam gerek, telefonumu da. Tüm sosyal medya hesaplarımı boşaltmam gerek. Yaşadığıma dair bir kanıt bırakmamalıyım. Sadece bir zaman birlikte nefes alıp verdiğim insanlar hatırlamalı ve onlarla birlikte silinmeliyim sonsuza kadar.

Ne diyorum ben? Sigarasızlıktan saçmalıyorum… Kriz anlarında yazmamam gerekiyordu oysa. Kendimle öyle anlaşmıştım… Yine tutmadı sözünü…  Anlaşmayı hangimiz bozduk peki? Ben mi kendim mi?

Yazarken kapı çaldı. Açtığımda karşımdaydı. Elinde bir paket sigara… Son sigaramı içtiği için almış olmalı. Beni eliyle kenara itip hızla içeri geçti. Açık duran bilgisayar ekranını fark edip merakla yazdıklarımı okudu. Bitirmeden okumasını hiç istemiyordum oysa. Ben onun hazırladığı kekleri hamurken yiyor muydum? Paketi hızla açıp içinden bir dal çıkarıp yaktım. Yüksek vergili yavaş bir ölüm çektim ciğerlerime. Dolaptan iki bira çıkarıp, birini ona verdim. Biradan bir fırt çektiğim sırada sessizliğini bozdu:

“Sadece sigara almaya gittim amma abartmışsın”

“Olsun” dedim. Arkasından usulca sokulup, saçlarını kokladım. Sokağı ve soğuğu fısıldadılar bana biraz karamsar. ArdındanModigliani’nin kadınlarınınki kadar zarif boynuna bir öpücük kondurup, kulağına: “Gittiğinde korkuyorum ben. Bir daha ki sefere söyle, ben gider alırım” diye fısıldadım.

Gökhan Üvez kimdir?

1974 Ankara doğumlu. İlk öyküleri açık olduğu dönemde Siyahkahve.com da yayımlandı. Sitenin kapanmasının ardından sanat temalı Edebiyatsozluk.com sitesinin editör ve yazar kadrosunda yer aldı. Öyküleri Oggito.com ve Yenfikir.com gibi edebiyat sitelerinde yayımlandı. Yazın hayatında gerçekçi, varoluşçu ve yeraltı türleri üzerine çalışmakta olan yazar aynı zamanda Öykü isminde bir kız çocuğu babasıdır.

edebiyathaber.net (7 Kasım 2019)

Yorum yapın