Öykü: Kör Mirza | Aslı Avcı

Temmuz 9, 2019

Öykü: Kör Mirza | Aslı Avcı

Kör Mirza, bütün gün ihtiyar çınar ağacının altında otururdu. Karısı beş yıl önce ölmüştü. Oğlu, gelini ve torunlarıyla yaşardı.  Evi, bu ağaç ve üstünde oturduğu sedirdi. Sedirin üstünde boylu boyunca uzanan minderin yüzü, ölen karısının fistanı ile kaplanmıştı. Bilse asla oturmazdı mindere. Gelini nasıl olsa kör adam, nerden bilecek diyerek dikmişti minderi. Mirza, her sabah yatağından çıkıp sakin ve emin hamlelerle giyinirdi. Yamalı şalvarı, şalvarından az eski gömleği, bu kavruk sıcaklarda ayağını yakan kışlık çorabı, kirden sertleşmiş kasketi…

Mirza giyindikten sonra, evine kavuşacak olmanın sevinciyle bahçeye çıkar, sedirine otururdu. Ezbere bildiği, yardım almadan yürüyebildiği tek yol bu kadardı artık. Mahalledeki eski tek katlı evlerin çoğu yıkılmış, yerlerine apartmanlar dikilmişti. Yolu, yönü, aklı karışmıştı Mirza’nın. Sedirine oturmak evine gelmek demekti. Uykuya yattığı ev yabancı bir diyar gibiydi. Uyuduğunda, sağ yanından gelen, karısının ılık soluğu çekip gitmişti. İçinde uyuduğu evdeki insanlar, Mirza’nın bir hayat uzağındaydılar. Sıcaklıklarını duyamayacak kadar uzak! İçinde yaşayan insanların sıcaklığını hissetmediğin bir ev, senin evin olur muydu?

Sabah ezanıyla uyandığı için,  günün en tatlı esintisini yakalar; huzurla yaprakların hışırtısını dinlerdi. Evden ilk oğlu çıkardı selamsız sabahsız. Un fabrikasında çalışan oğlunu ayak seslerinden tanırdı; topuğunu vura vura yürürdü oğlu. Sonra gelini kalkardı, bağır çağır uyandırırdı çocukları. Torunlarının biri kız, biri erkekti. Erkek olan on altısına yeni girmişti, marangozun çıraktı. Kız on üç yaşında cin gibi bir çocuktu, okutmamıştı babası. Her gün sessizce kahvaltısını, yemeğini getirirdi Mirza’nın, “afiyet olsun” der çekilirdi. Kızı kokusundan tanırdı, şekerli bir koku, bal gibi…

Bütün gün, ağaca yaslanıp, ağacın köklerinden gövdesine uzanan hayatı duyumsamaya çalışırdı Mirza. Sonra beklemeye başlardı heyecanla. Ağacın yapraklarına tutunup bir bir kucağına düşerdi sevdikleri. Tıpkı o günkü gibi!

Bir yaprak düştü kucağına. Yaprak, doğarken ölen ilk kız çocuğu gibi körpecikti. Çınarın körpecik yaprağı düşer mi hiç? Düşer.

Bir yaprak düştü kucağına. Yaprak, askere gidip, gittiği memlekette evlenen ve bir daha da arayıp sormayan oğlu gibi, sert mi sertti. Avucunda sıktı kaç kez, parçalanmadı yaprak. Parçalanmaz mı hiç yaprak? Parçalanmaz.

Bir yaprak düştü kucağına. Yaprak, erken yaşta yuva kurduktan sonra her çocuğu ölü doğan kızı gibi, eksikti. Eksik kalır mı dalından düşer düşmez yaprak? Kalır.

Bir yaprak düştü kucağına. Yaprak, öyle sıcak öyle narindi ki, rahmetli karısı gibi. Sıcak olur mu hiç yaprak? Olur.

Son yaprağı bekledi bir süre, gelmedi. Bugün sırayı şaşırdı demek anası. Her gün karısından hemen sonra gelirdi. Olsun beklerdi, gün uzundu, Mirza evindeydi. Oturduğu yerde uyukladı, uyandı. Torunu öğle yemeğini getirdi, keyifsizce çok azını yiyebildi yemeğin. Son yaprak gelmedi. Anası gelmedi. Hiç böyle yapmazdı, içine bir huzursuzluk çöktü. Hayra alamet değildi. Bir uğursuzluk vardı bu işte. Bildiği tüm duaları etti. Bütün gün oturduğu yerde uyudu uyandı. Bekledi. Hava biraz serinlemişti, akşam oluyordu. Oğlunun topuk sesleri geldi. Bu saat oldu gelmedi anası. Gözünden yaşlar dökülmeye başladı. Kendi kendini avuturken, oğlan torunun soluğunu duydu. Adımları yavaşladı, eğildi dedesinin yüzüne doğru, ağlıyordu dedesi. Oturdu yanına, böyle anlarda ne yapılması gerektiğini bilmezdi. Acemice ve biraz utanarak elini dedesinin omzuna koydu.  “Ağlama be dedem, duydun demek evi sattığımızı. Çok para verdi adam, bak yazlık çorapta alır babam sana, her istediğini alır. Ev yıkılınca ağacınıda kesecekler, bundan ağlıyorsun belli. Bende üzüldüm ama koca avlu bomboş, para etti şimdi hiç değilse. Çok katlı bina yapacaklar. Bitince bize de bir kat verecekler, sıcacık hem de.”

Durdu gözyaşları Mirza’nın. Bundanmış demek anasının gelmeyişi, duymak istememiş demek ki yavrusunun evsiz kalacağını. Olsun çok şükür canı yerindeydi oğlunun, torunlarının. Artık evsizdi, uyurken misafirlik çabuk geçiyordu lakin uyanıkken zor olacaktı. Olsun buna da şükür dedi.

Aslı Avcı kimdir?

1982 yılında Diyarbakır’da doğdu. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Sanat Tarihi Bölümünü lisans, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü  Eğitimde Yaratıcı Drama Bölümünü yüksek lisans olarak tamamladı. Çocuk ve yetişkin gurupları ile drama çalışmalarını sürdürmekte.

edebiyathaber.net (9 Temmuz 2019)

Yorum yapın