Öykü: Kapalı garaj | Tijen Ergönen

Temmuz 21, 2020

Öykü: Kapalı garaj | Tijen Ergönen

Feyza, yedinci katta asansör kapısı açılınca karşı daireye yeni taşınan adamla burun buruna geldi. Tepesi seyrek, kır saçlı adam iri kıyım gövdesinin asansörde açtığı boşluğu Feyza’ya bırakıp baş selamıyla çıktı. Birkaç pencere, kapı çarptı rüzgârla, alt katlardan arsız bir çocuk ağlaması duyuldu. Adam cebinden kale figürlü metal anahtarlığını çıkardığında günden kalan ışık kırıntıları akşamın eleğinden geçiyor, taze bezelye kokusu katlar arası yolculuğa çıkıyordu.

Kapalı garajda asansörden indi Feyza. Sensörlü lambaların alacalı, donuk aydınlığında duvarların, beton zeminin serinliği içini titretti. Arabasına binerken kocaman, beyaz, klasik bir Chevrolet gördü. Sekiz arabalık daracık garajda iki arabalık yer işgal etmişti. Halbuki bahçede park yeri çoktu. Garajdan çıkarken basık tavanlı, metal tamponlu, yuvarlak farlı, çelik jantlı Chevrolet’ye öfkeyle baktı dikiz aynasından. Kardiyolog olarak çalıştığı özel hastaneye gece nöbeti için gidiyordu.

Ertesi akşam Feyza çöp poşetini almaya gelen apartman görevlisi Müşteba’ya sordu Chevrolet’yi. Tahmini doğruydu. Karşı daireye yeni taşınan adamındı. Kimdi, neciydi, tanıyan, bilen yoktu. Genç karısı nadiren dışarı çıkıyordu. Birkaç defa kapıyı açtığında uzaktan görmüş, melankolik bakışlarını kaçırmasından, ilgisiz tavırlarından komşuluk etmek istemediğini düşünmüştü. Kapı sepetinde sipariş ettikleri bir şeye rastlamak zordu, eve ne alınacaksa adam getiriyordu. Müşteba’nın meraklı bakışları bile ancak kapı aralandığında evin kedisinin kuyruğunu takip edebiliyordu.

Birkaç gün sonra Feyza arabasıyla kapalı garaja girdiğinde adamın beyaz Chevrolet’sini çıkarıp yerine siyah cipini park ettiğini gördü. Hınçla söylendi kendi kendine. Ağzını büzdü, yanak içlerini, dudak kenarlarını dişledi. Bahçede yeterince park yeri varken bu nasıl bir fırsatçılıktı? Kapalı garaja erken gelen park edebilirdi ama komşularla yaptıkları centilmenlik anlaşmasına göre kadınlara öncelik tanınacaktı. Bu adam, hem de iki arabalık yeri kendine tahsis etmeye çalışıyordu. Feyza durumu konuşmak için saçlarını yana savurup çalımla arabasından indi. Hızlı adımlarına rağmen o sırada Chevrolet’sine binen adama yetişemedi, burnunda egzoz dumanı kokusuyla kalakaldı arkasında. Sağ ayağının topuğunu sertçe zemine vurdu. Tekrar arabasına bindiğinde oryantasyon duygusunu kaybetmiş gibi ne yöne gideceğini bilemedi. Sakinleşince zor bir geri manevrayla bahçeye çıkıp park etti arabasını. Bahçedeki kamelyada apartmanın ağır topları (patolog kocasının yakıştırması) çay içiyorlardı. “Doktor Hanım,” diye seslendi içlerinden biri. Davetlerini anlamazdan geldi Feyza, el sallayıp apartmana girdi.

Feyza’nın gözleri günlerce adamın ensesinde dolaştı, konuşacak uygun yeri ve zamanı aradı. Avına yaklaşan kedi gibi pürdikkat, gergin ve sessiz adımlarla ilerledi. Adamı kâh arabasına kurulmuş çıkarken, kâh Müşteba’ya meyve kasası taşıtırken, kâh evine girerken görüyor, cesaretini toplayıp konuşamadan kaçırıyordu. Birkaç defa garajdaki arabasının sileceklerini kaldırdı ama not yazmaya üşendi. Daha doğrusu ne yazacağını bilemedi. Eve her dönüşünde aklına tebelleş olan kaygılarla kapalı garaja giriyor, kavgaya tutuşursa kendini kaybetmeden neler söyleyeceğini kuruyordu kafasında.

Feyza’nın hayatı çıkışı olmayan bir labirentte sürüyor gibiydi. Hastane koridorlarının, hasta odalarının, ameliyathanelerin, asansörlerin, yüksek binaların çıkışları kapadığı bir labirent. Kooperatiften girerek satın aldıkları yeni dairenin, yeni eşyaların, balkonundan görünen dağ manzarasının tadını çıkaramayışına üzülüyor, ilkokula giden ikiz kızlarını servise yetiştirirken, eve geç gelen patolog kocasıyla tartışırken, yardımcı kadının baştan savma işlerine söylenirken yaşadığı kalp çarpıntısını yatıştırmakta zorlanıyordu. Orta halli bir ailenin çalışkan, akıllı ve mücadeleci kızı neredeyse pes edecek, köşesine çekilecekti. Stetoskopu kulağına takıp hastaların kalp atışlarını dinlerken gözleri boşluğa dalıyor, sessiz bekleyişlerdeki sakinliği ve huzuru olabildiğince uzatmak istiyordu. Lüzumlu ya da lüzumsuz sorulara aynı tonda, otomatik cevaplar veriyor, hastane yönetimine şikâyet etmelerini önleyecek kadar güler yüz ve ilgi gösteriyordu hastalarına.

Bir akşam yemekte kızlarının itişip kakışmasına tahammül edemedi Feyza, tek kalmış, paylaşamadıkları flamingo resimli bardağı öfkeyle evyeye atıp kırdı. Patlayarak parçalandı bardak. Korkulu gözlerle bakan kızlarını kocası sakinleştirdi. “Bu günlerde anneniz yine bin kaplan gücünde, sakın onu kızdırmayın,” dedi. Asabiyeti regli öncesine denk gelince hep böyle söylerdi. Mutfakta asılı takvimde bile kritik günlerini kırmızı kalemle yuvarlak içine almıştı. Feyza kızlarının önünde bütün hıncını kocasından çıkarmamak için tuttu kendini. Park yeri konusunda da arkasında durmamıştı zaten, “Boş ver, sen de bahçeye park ediver,” demişti. Bu yüzden elin adamıyla kavga mı edeceklerdi? Defalarca kocasının pısırıklığını yüzüne vurmayı istemiş ama bu sefer de kendisine aslan gibi kükreyeceğinden çekinmişti. Banyoda elini, yüzünü yıkayıp sakinleşmeye çalışırken kapı zili çaldı. Çatık kaşlarıyla gerilen yüzünü kurularken sert bir tonla “Ben bakarım,” diyerek koridora çıktı. Hesap sorar gibi açtı kapıyı. Müşteba elinde küçük bir kutu çilekle dikiliyordu, ağzı diline dolanarak bir şeyler söyledi. Feyza sesini ve görüntüsünü yumuşatıp “Efendim, anlamadım?” dedi. “Karşı komşu size yolladı, Antalya’dan getirmiş.” “Chevrolet’si olan mı?” “Evet.” Bir müddet kutuya bakıp düşündü Feyza. “Teşekkür ederiz,” deyip aldı sonra.

Kutu kutu çilekler dolaşıyordu ortalıkta. Adam komşularla selamlaşıyor, melankolik genç karısı kahkahalar atıyor, kamelyada çay davetlerine katılıyorlardı. Feyza sinirini bozmamak için bir haftadır kapalı garaja uğramamıştı. Nihayet asansörde karşılaştılar adamla. Yalnızdılar. Hafif bir tebessümle selamlaştılar. Kafasında biriktirdiklerini söylemek için bundan iyi fırsat olamazdı. İki kat çıkmışlardı ki asansör titredi, karardı ve durdu. Elektrik kesilmişti. Binanın henüz jeneratörü yoktu. Feyza kapıyı yumruklayarak bağırdı, karanlıkta gözlerinin ne kadar açıldığını görse kendinden korkardı. Adam cep telefonunun ışığını açtı, Müşteba’yı arayıp yardım istedi. Sessizce beklediler.

Yaklaşık yarım saat geçmişti hâlâ asansörde bir hareket yoktu. Feyza kapana sıkışmış gibi hissediyor, kurtulmaktan başka bir şey düşünemiyordu. Nefesi daralmaya, ter dökmeye başladı. Dışarıdan gelen sesler suyun altından duyuluyor gibiydi, belirsiz ve boğuk. Ceketini çıkarıp yere attı, üzerine oturdu. “Hanımefendi iyi misiniz?” dedi adam. Çantasından çıkardığı cep telefonuna bakarken “İyiyim,” “Şarjı bitmiş, eşimi arar mısınız lütfen,” dedi Feyza. “Tabii, numarayı söyleyin.” Feyza kafasını toplayıp numarayı hatırlayamadı. “Müşteba’yı arayın, onda numarası kayıtlı, haber versin,” dedi.

Bir saat sonra asansör hızla aşağı çekilip kapalı garaja kadar indi. Feyza çığlıklar atarak bayıldı. Ayıldığında Chevrolet’nin arkasında, geniş, deri koltukta yatıyordu. Adam şoför koltuğuna oturmuştu. Müşteba, iki komşu ve adamın genç karısı arabanın yanında, Feyza’yı hastaneye götürmeyi tartışıyorlardı. “Gerek yok,” dedi Feyza başını doğrultarak. Kocası da yeni gelmişti zaten, elinden tutup kayarak kalktı deri koltuktan. Koluna girdi kocasının. Arkasından “Geçmiş olsun,” diye seslendi adam. Feyza başını çevirip Chevrolet’sinden inen adama bitkin bir gülümsemeyle “Sağ olun,” dedi, “arabanız da pek güzelmiş.”

Elektrik gelmiş, asansör çalışmıştı. Bazı komşular bahçedeki kamelyaya kısır taşıyordu. Bazıları da Feyza’ya “Geçmiş olsun,” demek için kapısını çaldılar. Akşam karanlığında yanan ışıklı pencereler labirentin aydınlık parçaları gibi parlıyordu.

edebiyathaber.net (21 Temmuz 2020)

Yorum yapın