Muhammet Çakıral’ın ‘’Panik Atak’’ öyküsü üzerine | Melih Yıldız

Şubat 23, 2016

Muhammet Çakıral’ın ‘’Panik Atak’’ öyküsü üzerine | Melih Yıldız

sis_kokulu-312x450Panik atak, aniden başlayan, kişiyi dehşet içinde bırakan, kişide ölüm ve çıldırma korkusu gibi duyguları içinde barındıran, yoğun sıkıntı ve korku nöbetleridir. Toplumda sıkça duyduğumuz panik atak nöbetlerinin nerede ve ne zaman başlayacağı belli değildir. Nöbet sırasında hasta aşırı derecede telaşlı ve endişelidir. Hastanın sesi titrer, rahat konuşamaz.

Panik atakta ayrıca; titreme, terleme, kalp atışlarında artış, bulantı ya da karın ağrısı, solunum ile ilgili sorunlar, baş dönmesi, sersemlik, düşme ya da bayılma hissi, uyuşma ya da karıncalanmalar, sık idrara çıkma, kan basıncında artma gibi bedensel ve fizyolojik belirtiler de görülür.

Bu tip belirtilere en fazla hastanelerin acil servislerinde denk geliriz. Panik atak nöbeti geçiren kişi, “kalp krizi geçiyorum” korkusu ile hastaneye gider ve yapılan tetkikler sonucunda aslında böyle bir sorun yaşamadığını görür.

Sinema ve edebiyat dünyamızda da panik atak nöbetleri geçiren karakterlere sıkça rastlarız. Muhammet Çakıral’ın, Heyamola Yayınları’ndan çıkan ‘Sis Kokulu İnsanlar’ adlı öykü kitabındaki “Panik Atak” öyküsünde de yolumuz panik atak nöbetleri geçiren öykü kahramanı ile kesişir.

Öykü kahramanımız ilk nöbetini -hemen hemen her panik atak nöbetlerinde görüldüğü gibi bir nedene bağlı olarak- sevgilisinin onu terk etmesiyle yaşamıştır. Sonrasında ise nöbetler birbirini takip etmiştir.

Öykü kahramanımız öykünün henüz başında nöbet geçirmekte ve panik atak belirtilerini göstermeye başlamaktadır. Bu belirtileri öykünün şu cümleleri ile daha iyi anlamaktayız:

‘’Günün erken saatlerinde, anlaşılması güç, garip duygularla uyandığım anlar oluyor. Kimi zaman, bu garip duygular yüzünden bütün benliğim, bilincim kuşatılır halde, korkularımın derinliğiyle, yılgınlık duygusuna kapılıyorum. Kimine göre önemsiz, basit olaylardan sayılabilir.’’

Panik atak nöbetlerinde kişi öykü kahramanımızda da olduğu gibi ileri derecede endişeli ve telaşlıdır. Bu nöbetleri yaşayan çoğu kişi de uyku bozukluğu yaşamakta; erken uyanmak zorunda kalma ve uyuyamama gibi sorunlarla başa çıkmaya çalışmaktadır. Ayrıca bu kişiler panik atağın en önemli belirtisi olan nedeni belli olmayan korkular yaşamakta ve bu korkuların üstesinden gelememektedir.

Panik atak nöbetlerinde yaşanan bu belirsiz korkulara, öyküde yaşanan ikinci nöbet sırasında da rastlıyoruz. Öykü kahramanımız işten atılma korkusuyla, işe geç kalmamak için PTT’nin uyandırma servisine bıraktığı ileti sebebiyle gecenin bir vakti aranmaktadır. Ancak öykü kahramanımız bunu unutmuş, “Arayan kimdir? Anneme, babama bir şey mi oldu? Kardeşlerim? Yoksa bir kaza mı? Belki de sel oldu, dereler taştı, ne bileyim belki de deprem…” gibi korkuları yüzünden hemen telefonu eline alamamış, biraz zaman geçtikten sonra telefonu eline alabilmiştir.

Bu korkularından sonra telefonu eline alan kahramanımız panik atağın bedensel belirtilerini; “Dizlerimin bağı çözülmüştü. Ayakta duracak halim kalmamıştı. Yatağın kenarına oturdum, sırtımı duvara verdim.” cümleleriyle okuyucuya göstermiştir. Çünkü panik atak nöbeti geçiren kişinin nöbet sırasında eli ayağına bulaşır, dizlerinin bağı çözülür ve kendini bitkin- halsiz hisseder. Çoğu kişide baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi olma durumları kendini gösterir.

“Panik Atak” öyküsünde panik atağın sadece bu belirtileri gözümüze çarpmıyor; öykünün devamında panik atağın fizyolojik belirtileriyle de karşılaşıyoruz. “Yüreğimin hızla çarptığını anımsıyorum. Neredeyse göğsümü parçalayıp, dışarı fırlatacaktı kalp kapakçıklarım. O denli sert vuruyordu nabzım.’’ Öyküde geçen bu bölümden de anlaşılacağı gibi panik atak nöbeti geçiren kişilerde; soluk alamama, terleme, titreme, kan basıncının yükselmesi, çarpıntı, kalp atımlarını duyumsama ya da kalp hızında artma gibi fizyolojik belirtiler de kendini gösterir.

Ayrıca Muhammet Çakıral, panik atağı başarılı bir şekilde anlattığı öyküsünde panik atağın bilinçte herhangi bir bozulmaya sebep olmadığını, bu nöbetin kısa süre sonra sona erdiğini, öykünün sonlarına doğru yer verdiği şu bölüm ile okuyucuya sunuyor:

“Bu sesi tanıdım. Ahizeyi göğsüme dayayıp bir oh çektim. Sonra olduğum yere yığılı kaldım. Kan, damarlarımda normal akışına geçmişti. Bilincim aydınlandı. İçimden avazım çıktığı kadar haykırmak istiyordum. Sevindim. Sağlam bir kahkaha attım ve yeniden perdeyi açtım. Bütün bunlar yalnızca panikti.’’

Melih Yıldız – edebiyathaber.net (23 Şubat 2016)

Yorum yapın