“Leyla”dan geçme faslında | Merve Koçak Kurt

Aralık 10, 2015

“Leyla”dan geçme faslında | Merve Koçak Kurt

merve-kocak-kurt“Hint Felsefesinin Dört Altın Kuralı”nın ilki şöyleymiş: “Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. Bunun anlamı şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz. Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, ya bizi bir yere götürürler ya da bize bir şey öğretirler.” Bu kural, karşımıza çıkan yazarlar/ kitaplar için de geçerli sanki.

Hasibe Çerko’nun “Leyla”sı da işte böyle bir zamanda karşıma çıktı. Öykülerin, hikâyelerin, şiirlerin, romanların, yazıların ve dahi yaşamların birbirine benzemeye başladığını düşündüğüm; yavanlığın, sıradanlığın ve vasatın dibini bulduğumuz şu ortamda, okuruna birazcık olsun nefes aldıran bir kitapla karşılaşmak ümit vericiydi.

Arayış’ın ödülü kendini bulmak

“Leyla”yı okurken derin bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Öncelikle içinize. Bir patikadan geçip kendinizi karanlık ormanlarda bulduğunuz oluyor. Ya da Arayış’taki gibi:“Yine gece, anlamını yitirmiş zaman duygusu, dağ yolu.” Yazar, önünüzdeki ağaçlara küçük fenerler asmasa belki yolunuzu hiç bulamayıp kaybolacaksınız.

İlk okuyuşta, öykülerin ruhunu kavramakta biraz zorlanabilirsiniz. Ama bir süre sonra, okuduğunuz metnin atmosferine dahil olduğunuzdao öykü, ruhunuza nüfuz edecektir. “Tan vakti göz alabildiğine göveren otlaklara çiylerini, buğusunu, kâh menekşe kâh kurşun renkli aydınlığını döküyordu; ona, o doğuştan beyin felçli ufak çocuğu olan kadına, henüz yaşamaya geldiği erkeğin evinin sofasını, tavan arasını buram buram kurutulmuş meyve kokularıyla dolduran güleçyüzlü kadına ise kanayan bir pervanenin düşünü gördürüyordu.” (Karar)

Oku(n)ması kolay metinler değil Çerko’nun öyküleri. Ancak uğraştığınız/ emek verdiğiniz zaman karşılığını alıyorsunuz. Klasik anlamda bir kurgu anlayışına da rastlayamıyoruz onun öykülerinde. “Giriş, gelişme, sonuç” yok yani! Olaylardan ziyade durumları incelikli bir dil işçiliğiyle, özellikle de “şey”leri başka türlü anlatıyor bize o. Bolca sıfat kullanıyor ve tanımlıyor. Kendine has bir anlatım dili geliştiriyor böylelikle.

Modern insanın zihinsel yansımalarını aktarırkenyazar, bize ne kadar ‘tanıdık’ geliyor yazdıklarıyla: “Parçalanmış bir benin ses rengiyle, isyan ve ilenmeyle, onu yitirmeden saniyeler evvel. İlk kez şaşırıyordum ona. İncelikli tavırlarına uymayan bu parçalanmışlık ona ait değildi sanki.”

Çok katmanlı, çağrışıma açık, sizi zihinsel bir yolculuğa davet eder nitelikte öykülerle karşılaşacağınız HasibeÇerko’nun“Leyla”sı, Büyüyen Ay Yayınları tarafından okura sunuldu. “Leyla”dan geriye çok fazla kişi/ mekân ismi ya da somut bir olay kalmayacak zihninizde belki,ama okumanın hazzı kalacağından emin olabilirsiniz.

Leyla’dan kalanlar

“Karar”dan: “Elma ağaçlarının bayır aşağı çırpınışı, koyunların sıcak, döllü döşlü mırıltıları, çan sesleri ve çağıldayarak yardan akışları hatta başına değecek kadar yakından uçan havadaki kanatlar, kuş tepecikleri, boncuk gözler pek fazla ilgilendirmedi kadını. Yarasını dindirecek biri varsa o da şu an kentin bir yerlerinde yitip gitmiş olmalıydı ama gelirdi suyun bu yanına. Köprünün bu yanına nasılsa geri geçecek olandı o. Gözleri büyülemişti onu, emindi.”

“Arayış”tan: “Kıyımdan içime sarkan Butimar kuşlarını bulduğunda asıl beni bulacak, beni anlayacaksın. Kıyımdaki incilerden milyarlarca ak evren gözlerine dolarsa işte o benim: Safura. Anlayacağın bu acılar bu hazlar hiçbir şey. Sana bütün kapılarımın, odalarımın, kentlerimin simge bedenlerini açtım.”

“Bahçe”den: “Dinmiş, acısız, eski rüzgârı arıyordum. Küçük, sarı saçları olan bir çobanı arıyordum. Gündüz çiçeklerinin kokularıyla insanı sarıp sarmalayıveren o uzak bahçedeydim. Uzaktı bahçe. Çok uzağa götürülmüştü. Ve dindirilemez titreyişle titredi. Kederli, günahkâr ölümlülerin tadabileceği türden acı çığlıkları loş, derin vadide yankılandı.”

“Kuş Rüyası”ndan: “Suyun aynasında kıpırdayan irileşen kalp biçiminde gölgelerin içine dalıp gidiyorum. Işıl ışıl gözlerim giderek cam gibi sertleşti, boşluğa bakar oldu ve yabanıl, ürkek ürkekti bakışlarım.”

“Arayış”tan: “Bütün anlamların anlamsızlaştığı derin hiçliğin, yücenin, kendi pırıltısına âşık mutlak güzelliğin kalbimi mahkûm etmesi. Işıktan kamışlarla benimi sarıyor buradaki deniz.”

“Sonunda Butimar oluyorum.”

“Her Şey Bir Derekuşu”ndan: “Gece ormanın kıyısında beklemek neymiş gördüm diyor içinden. Hiç de söylendiği gibi korkunç değilmiş.”

“Yalnızkadın birini bekliyormuş gibi ayakta duruyor.”

“Denize eğilemiyorum. Kadınsı bir çehre dalgalanıp duruyor sularda. Bir ateş, sudaki yüzü örtüyor. Ateş sonsuz, deniz sonsuz, göz alabildiğine bir ışıma yutmuş her şeyi. Issız bir ışıma. Bir girdap, bir kadın yüzü.”

“YAZARKEN KOLLA BENİ ANNE. EN ÇOK DA YAZILIRKEN İNCİNİYORUM.”

Merve Koçak Kurt – edebiyathaber.net (10 Aralık 2015)

Yorum yapın