Italo Calvino’nun Görünmez Kentler haritası | Erdinç Akkoyunlu

Temmuz 30, 2018

Italo Calvino’nun Görünmez Kentler haritası | Erdinç Akkoyunlu

Umberto Eco ‘roman nedir’ sorusuna şu cevabı verir: “Bir adam nehir kıyısında balık tutarken suda bir cesedin sürüklendiğini görürse, bu sadece bir olaydır. Ama cesedi gören balıkçı eğer hapisten çıkmış eski bir katilse, işte  roman o zaman başlar.” Bu basit ve bir o kadar da güçlü imge romanı tanımlamak için nasıl diğer tüm sözleri gereksiz kılıyorsa, bir başka İtalyan yazar Italo Calvino’nun Görünmez Kentler anlatısı da metin ve imgeye ilişkin ta Don Kişot’un yazıldığı 17’inci yüz yıldan beri bu konudaki anlam makinesini bir arada tutan cıvatalarını söküyor.

Dünya edebiyatındaki hiçbir metnin incelemesi, Görünmez Kentler’inki kadar meşakkatli ve incelikli bir çaba gerektirmez. Bu titizlenme Calvino’ya edebi bir aşkın romantik bir ifadesi değil. Sadece çok yönlü metin geleneğinin bu amacına en hızlı ve başarılı ulaşmış örneğini hem abartıya kaçmadan, hem de olabildiğince göklere çıkararak yapma gerekliliğinin ürünü: Fetih için yaptığı savaşlardaki kıyıcılığı hakkında korku hikayeleri 900 yüz yıldır hala taze ve bir o kadar da etkileyici şekilde Batı dünyasında anlatılan Moğol İmparatoru Kubilay Han ile dünyanın en meşhur gezginlerinden Marco Polo arasında geçen diyaloglardan oluşan Görünmez Kentler, sıradan bir bakış açısına göre Italo Calvino’nun en nitelikli ve yaratıcı metni. Bu anlatı, Marco Polo’nun konuğu ya da tutsağı olduğu İmparator Kubilay’a gezip gördüğü kentleri anlatmasından oluşuyor. Kubilay Han’ın diğer gezgin ve ulaklarının ağzı Marco Polo kadar laf yapmadığından, sadece onu dinlemek istiyor. Calvino’nun bu açıklayıcı bilgilendirmesiyle başlayan Görünmez Kentler’de Marco Polo, Kubilay’a hem sınırsız imparatorluğu içindeki kentleri hem de sınırları dışındaki camdan, demirden, ahşaptan, kumdan, topraktan, diğer yapı malzemelerinin karışımından ve bazen sadece ruhtan, inançtan ama daha çok da hayalden ve rüyadan yapılmış kentleri anlatır. Bu kentleri anlatma kitap boyunca sürer ve sonlanır: Peki bu ‘anlatı’ ile ilgili her şey bu kadar basit midir? Söz konusu Calvino metni olunca, basitlik tıpkı kibir gibi büyük bir günah sayılır. Tabi artık kibir bir günah sayılıyorsa…

Yaratıcı yazarlık için

Görünmez Kentler, Italo Calvino’nun bir kitap yazmak amacıyla başından sonuna kadar sıralı biçimde yazılmış bir metin değil. Calvino’nun romanlar, öyküler ve şiirlerle dolu yazı inşa sürecinde yeri geldikçe, zaman, mekan, insanlar, ruhlar ve şehirler gibi yüzlerce kategorik başlık altında aldığı notlarının toplamı. On yıllara dayalı bir not alma ve biriktirme uğraşının eseri. Yazı hayatı ‘şeylerin anlamları üzerine düşünme’ süreçlerinden ibaret Calvino, aldığı notları iflah olmaz bir arşivci titizliğiyle konu başlıkları altında dallanan onlarca dosyaya yerleştiriyor. Günü geldiğinde de dosyaları önüne koyup ve onlara bir sıra vermeye uğraşıyor. Ve bu durum tahmin edildiği üzere içinden çıkılmaz, sabır taşını çatlatan ama ancak ve ancak Calvino’nun altından kalkabileceği denli ağır bir yüke dönüşüyor. Görünmez Kentler, Calvino’nun böylesi bir uğraşının ürünü. Bu da anlatıya farklı bir özellik kazandırıyor: Eğer Calvino yaratıcı yazarlık çabasını ortaya koyup, araya hiçbir başka edebi metni yazma uğraşının girmediği bir çabayla baştan sona sıralı bir şekilde Görünmez Kentler’i yazsaydı, elimizdeki metin bir kurmaca anlatıdan başkası olmazdı. Şu haliyle de kurmaca anlatıdan başkası olmayan Görünmez Kentler, böyle bir durumda nasıl bir fark ortaya koyardı peki?

Baştan sona ara verilmeden yazılan bir Görünmez Kentler anlatısı, hataya yer bırakmayan, birbirini yinelemeyen ve okurun ilgisini canlı tutmak için heyecan kapılarını açan bir üsluba ve içeriğe sahip olurdu. Oysa ki uzun bir zaman diliminde tutulmuş notlardan oluşan Görünmez Kentler, birbirinin içinden çıkan parçaların anlatı gücü kullanılarak daha az değişime uğrayıp, biraz birbirine benzediği ve yer yer verdiği kurgu açıklarıyla hikayenin dinleyicisi olan Kubilay Han’a, hikayenin ikinci anlatıcısı olması için fırsat tanıyan bir biçime dönüşmüş. Calvino’nun seçtiği bu ikinci yol, metnini çoklu anlatı sınıfına sokuyor. Anlatının ilerleyen bölümlerinde bu durumun farkına Kubilay Han da varıyor ve Polo’nun kendisine hep aynı kenti değiştirerek ve hafızasında kaldığı kadarıyla anlattığını düşünmeye başlıyor. Aynı şey Marco Polo’nun Kubilay Han’a kentlere ilişkin sunduğu hediyelerde de değişmiyor. Kubilay Han’ın bu aydınlanması, Marco Polo’nun sırrını açığa çıkartmakla kalmıyor aynı zamanda Büyük Öğretici Yazar sınıfına ait Calvino, Görünmez Kentler ile bize bir yazı dersi de veriyor: Bir metnin biçimini anlatı sırasındaki bilinçakışı yöntemiyle o metnin ana karakteri de değiştirebilir ve böylece tüm metne hakim, karakterlerin aklından geçenleri okuyan Tanrı yazar yerine, karakterlerin yazdığı metni aktaran daha az müdahaleci bir yazar olabilirsiniz. Elbette bu tadın yakalanmasında Calvino’nun Görnmez Kentler’i uzun bir zamana yayıp, parça parça aldığı notları kitaplaştırmasının payı büyük. Ve bu bilinçli mi yapılmış yoksa talihin Calvino’ya bir oyunu mu orası biraz fulü. Ama net olan bir şey var ki; o da Görünmez Kentler’in açtıkça içinden yenisi çıkan sonsuzluk kozmosu türünden bir imgelem matruşkası olması. Yani bu metinden öğren öğrenebildiğini… Tabi metinleri hatmetmenin zevkiyle değil de öğrenmek için okuyorsan eğer.

Kendi kentinin türkücüsü

Italo Calvino’nun Marco Polo’ya anlattırdığı kentlerin mimari özelliklerine bakınca onların insanların yaşaması için  dizayn edilmiş gerçek kentler olması mümkün değil. Ama aynı zamana bu kentlerin Calvino’nun başta Amerika’da olmak üzere yaşadığı İtalya ve Avrupa’nın tamamında gördüğü şehirlere ilişkin bir gözlemler dizisinin toplamı ve karışımı olduğuna da şüphe yok. Yani o kentler hem gerçekler hem de kurgu. Ve kurgunun da ötesi… Kendisinin tam bu sözleri olmasa da özü itibariyle anlattığı gibi Görünmez Kentler, yazarın bir bakıma dünya değişirken şehirlerin de ruhlarını kaybetmesine bir ağıt töreni anlamını taşıyor. Aynı zamanda da bir ağıt için oldukça hareketli, eğlenceli ve öğretici özelliklere sahip. Fakat bu edebiyat festivali onun bir ağıt olmasını engellemiyor. Ve bu çok derinlere gömülü olsa da, taşıdığı bu hüzün nedeniyle de bir şifreleme sistemi oluşturularak yazılmış bir metin.

Calvino, Görünmez Kentler’de New York’u, Los Angles’i, Roma’yı, İstanbul’u, Paris’i, Londra’yı, Atina’yı, Berlin’i, Milano’yu, Barselona’yı ve Marco Polo’nun da memleketi Venedik’i ama en çok da Venedik’i… Tamam peki, sadece Venedik’i yani gerçekte var olan, her an değişime uğrayan ve insan eliyle şekillenmeyi sürdüren yaşayan canlı kentleri bir farkla anlatıyor. Orijinal isimleriyle değil de Maurila, Despina, Zaira, Doreta, İrene, Armilla ve Andria gibi İtalyan-İspanyol karımışı kadın adları vererek yapıyor bunu. Calvino’nun açıklamadığı fakat benim altını çizmek istediğim şu ki, dünyadaki tüm devrimleri kadınlar yaptı ama tarihçilerin hepsi erkek olduğundan başarıyı hemcinslerine mal ettiler. Dolayısıyla Calvino, insan türündeki değişim ve gelişim sahibi tek cinsin kadın olduğunu bildiği ve hakkının yediğini düşündüğü için, devinim halindeki şehirlere kadın ismi verdi. Bu da Görünmez Kentler’i, yine alt metne gizlendiği için şaşırtıcı bir gerçek olan Marco Polo’nun Kubilay Han’ın hoşuna gidecek hikayeler yani şehirler anlatarak kendisini ölümden kurtarmasının yanı sıra, o kudretli imparatora Sigmund Freud’e selam göndererek bu şehirlere verdiği kadın adlarıyla bir anlamda Kubilay Han’ın erkekliğine ve iktidarına hem egemenliği altındaki hem de fetih edilmesi gereken istikameti sunmasının kronolojisi oldu. Öte yandan Kubilay Han’a onun yaşadığı dönemde var olmayan teknolojiye ilişkin imgelerle de kentleri anlatan Marco Polo, bir zaman yolcusu gibi tarihte dolaşırken, Kubilay Han’ın bu anlattığı kentleri gidip fetih etmesinin önüne geçmek istedi. Bu garipliği Kubilay Han’ın da anladığı kuşkuya yer bırakmayacak şekilde Calvino tarafından okuyucuya izah edilirken, Marco Polo’nun o kentlerin biri dışında hiçbirinin gerçek ismini kullanmayışının asıl sebebi, kentlerin sürekli değişmesi ve Marco Polo’nun anlattığı hikayenin de bu nedenle değişime uğrayacak olmasıdır. Oysaki Polo, İstanbul’u anlatırken ona İstanbul değil de İrene diyerek zamanla değişecek bir kenti değil de İstanbul’un ona İrene görüntüsünü veren halini ölümsüzleştiriyor. Aslında kendi anlatısını ölümsüzleştiriyor ve Kubilay Han bunun farkına varıp, kaba kuvvetle değil de akılla Polo’yu alt etmek istiyor.

Görünmez Kentler, Marco Polo’nun gezdiği şehirleri ‘hatırında kaldığı kadarıyla’ anlatısının hikayesidir. Bu durum Kubilay Han’ın da dikkatinden kaçmaz ve Marco Polo’nun kendisine aslında hafızasını anlattığını söyler. Italo Calvino işte burada çoklu anlatı sanatına yeni bir rütbe kazandırır. Marco Polo İtalya’nın su kanallarına kurulmuş kenti Venedik nüfusuna kayıtlıdır ve anlattığı tüm kentleri, ki bu bir dağ kıyısına kurulmuş olsun, sadece taştan kullanılarak veya cam ya da metal, deniz kıyısında veya bir plato üzerinde hiç fark etmez, hemen hepsini Venedik’e benzeterek anlatır. Görünmez Kentler’deki anlatı dünyasının durumu şöyledir. Marco Polo, Kubilay Han’a orijinal adını vermeden Paris’i Destamona adıyla anlatırken dümdüz yolar, bakımlı evler ve birbirine paralel sokaklarla başlayan ve Paris’i betimleyen anlatı bir anda anlatının üst anlamı kurularak Venedik’in su kanalları, gondolları ve penceresi denize açılan evleriyle sürer. Ama burada anlatıcı Marco Polo, bu kentleri kendisi bir gezgin olduğu için notlarından ya da bir resim gibi görmenin şahitliğiyle çizilmiş bir vesikaya dayanarak yani mimari gerçeğin ifadesiyle yapmaz. Bu mimari gerçekliği görmüş bir şahit olarak Marco Polo, onun hafızasındaki yansıması olan yani beyninin zaten o kentten ayrıldıktan hemen sonra değiştirdiği ve tabi ki Venedik’e benzeterek farklılaştırdığı farklı gerçeğini anlatır. Ama buradaki çoklu anlatı, gerçeğin zihindeki yansımasının kurgusu tamlaması kadar basit olmaz. Kubilay Han’ın imgesel açlığını doyurmak için Marco Polo gördüğü kentlerin zihnindeki yansımasından yola çıkarak hiç var olmamış kentleri anlatmaya başlar. Ki bu anlatının garipliği, insanın ensesinde açılan üçüncü bir göze benzer.

Şehrazat gibisin

Anlatı içinde zamanla roller de farklılaşır. Marco Polo bir süre sonra dinleyici konumuna geçerken, hem imparatorluğunun sınırları içindeki hem de görmediği şehirleri Kubilay Han anlatmaya koyulur. Bunu yaparken Polo’nun gezdiğini öne sürdüğü ve oradan bir hediyeyi gösterdiği kentleri bu kez Kubilay Han, önündeki harita ve çeşitli gözlemlerine dayanarak anlatır. Burada görülenin imgeleştirilmesi devreye girerken Calvino, Kubilay’ı korkunç imparatordan hayalinden kentler anlatabilen bir gezgine dönüştürür. Ama Kubilay’ın yakıtı çabuk tükenir. Söz yine Marco Polo’nun olur. Çünkü belleğinde kentlere ait parçaları söküp takarak yeni şehirleri imgesel bir mimariyle inşa uğraşı Polo’ya aittir. Bu noktanın edebiyat tarihi için önemi Calvino’nun yazarlara ‘yazdığınız metinlere aşık olup, okuyucuların onu gerçek sandığı fikrinden vazgeçmeniz’ olarak da yorumlanabilir. Sonuçta bir kurgu ne kadar albeniye sahip olsa da bir kurgudur ve okuyucu kendini bu kurgunun masallarına kaptırmaya baştan söz vermişken bile onun bilinci bir emniyet sübabı olarak daima ‘Bu okuduğun gerçek değil’ sözünü fısıldar. Calvino da yazarlara metinlerini oluştururken bu sese kulak tıkamamayı öğütlüyor.

Acı demişken

Masal demişken. Binbir Gece Masalları da Şehrazat’ın eline düştüğü imparatorun ölüm cezasını geciktirmesi için sabaha dek süren bir anlatı dizisinden oluşmuyor muydu? Calvino, tüm kültürlerin ortak mirası haline gelen Binbir Gece Masalları’ndaki Şehrazat’a Marco Polo ile metinlerarasılık yapıyor; klasik metinlerin kutsanması gerektiği fikrini parlatıyor. Öte yandan Calvino’nun bir talihsizliği olarak Görünmez Kentler’in son kısmı kendisine epeyce acı vermiş. Çünkü Marco Polo’ya Kubilay Han’ın tamamlamak istediği kentler atlasına ilişkin yeni kentler anlatmayı bıraktığında söz acıya gelmiş. Ve Polo da acıdan söz etmiş. Ama Calvino, bu sözler anlatının sonu olsa bunun anlatıdan çıkarılacak ders yada akılda kalacak en son şey olmasını istemediğini de anlatının açıklayıcı bölümünde izah etmiş. Ne var ki bir insan acıdan söz ederse, maalesef tüm sözleri bir kenara bırakılır ve acı galip gelir. Onca  kent gezen, gezdiği kentlerde onca bilgin, alim ve kahin bulunan Italo Calvino, bunu benim gibi bir acize sorsaymış zaten bilirmiş. Ama bu da, Calvino’nun cezası olsun:

“Ve Polo: Biz canlıların cehennemi gelecekte var olacak bir şey değil, eğer bir cehennem varsa, burada, çoktan, aramızda, her gün içinde yaşadığımız, birlikte yan yana durarak yarattığımız cehennem. İki yolu var acı çekmenin: birincisi pek çok kişiye kolay gelir; cehennemi kabullenmek ve onu görmeyecek kadar onunla bütünleşmek. İkinci yol riskli; sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek.”

Erdinç Akkoyunlu – edebiyathaber.net (30 Temmuz 2018)

Yorum yapın