Hakan Günday ile yazarlık ve kitapları üzerine söyleşi

Haziran 6, 2012

Hakan Günday ile yazarlık ve kitapları üzerine söyleşi

Yazmaya ne zaman başladınız?

23 yaşında, Kinyas ve Kayra’yla.

En çok hangi yazarları okuyorsunuz? Kimlerden etkileniyorsunuz? Hangi tür kitapları okumaktan hoşlanıyorsunuz? (Kitap seçerken belirli bir tarzınız var mı? Kişinin bir tarzı olmalı mı? Yoksa her türden kitabı okumak mı gerekir?)

Ahmet Hamdi Tanpınar, Céline, Elias Canetti, Herman Hesse, Harry Mulisch, Yahya Kemal Beyatlı, Rıfat Ilgaz kitapları ellerimde eskimiştir. Etkilenmenin edebiyatta karşılığı dönüştürmektir. Sizden önceki akıllarda dolaşmış düşünceleri dönüştürmek. Tarz, doğumda verilmiş isim gibi olmadığından, ağır ağır yüzeye çıkar. Ancak elbet çıkar. Çıkmıyorsa deri kalın demektir. Kalın deri de popüler olan her şeyle kaplanmış olmak anlamına gelir. Yer bulup da çıkamıyordur. Her türden kitabı okumaksa gözleri vaktinden önce bozabilir.

Romanlarınızın bazılarında neden karakter olarak kendi isminizi (kendinizi) kullanıyorsunuz?

Bir isim benzerliğinin yol açabileceği tepkileri incelemek için.

Kinyas ve Kayra, Zargana ve Azil’in karakterleri ve konuları çok orjinal ve büyüleyici, böyle karakterler ve hikayeler yaratabilmiş bir insanın beyninin içini merak etmemek elde değil. Hakan Günday nasıl biridir? neler yapar? nasıl bu hale gelebilmiştir?

Sadece hikayelerin ve yazının değerli olduğu edebiyatın iyi yanı, bunu yapanların hiçbir öneminin olmamasıdır. Hakan Günday’ın hiçbir önemi yoktur. Sadece bir isimdir.

Kitaplarınızın konularını seçerken beslendiğiniz yerler neler? Konularınızı nasıl buluyorsunuz? Karakterlerinizi nasıl seçip oluşturuyorsunuz?

İlhamın gerçek kaynağı alfabedir. Kelimeleri oluşturan harfler. Konular ve karakterler en son gelir. Dilin sınırı kelimeler olduğu için, oyunun kurallarını onlar belirler.

Karakter oluşturmak için çok insan tanımak gerekiyor mu? Romanlarınızdaki karakterlere benzer insanlar tanıdınız mı?

Çok insan tanımaya gerek yok. Tek bir insanı çok iyi tanımak yeterli. Romanlarımda konuşan insanların benzerleri ortalarda pek görünmediğinden, romanlarımda yaşamayı tercih ediyorlar.

Son kitabınız Azil’de felsefi konulara daha çok eğilmişsiniz… Kitap daha ağır ve daha düşünsel temelli olmuş; hele ki başlangıç bölümü. Bundan sonraki romanlarınızda bu tarzınızı devam ettirmeyi düşünüyor musunuz? Yani Hakan Günday’ı bundan böyle yorucu kitapların yazarı olarak mı göreceğiz?

Bir saat sonra ne yapacağımı merak etmediğim için mesleğim sorulduğunda “yazar” diyorum.

Kitaplarınızın hangi türe girdiğini düşünüyorsunuz? Türkiye’deki yeraltı edebiyarı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bir türe girmeleri gerektiğini düşünmüyorum. Kitapçı reyonlarındaki levhaların hiçbiri bana bir şey ifade etmiyor. Kitap türleri, müşterinin markette peynir bulmasını kolaylaştırmaya benzer bir yöntemin sonucu olduğu için benimle bir ilgileri yok. Yer altı, tek bir kitaptan ibaret olan bir edebiyattır:  Yeraltından Notlar . Bu edebiyata sığmaya çalışan diğer kitaplarsa, birkaç nesil sonra satış grafikleri yükseldiği takdirde Kişisel Gelişim raflarına konabilirler.

Çağdaş Türk Edebiyatı hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Çağdaş Türk Edebiyatının ne demek olduğunu bilmiyorum. Türk edebiyatını biliyorum. Çocukluğu gençlikten, olgunluğu yaşlılıktan ayırmaktansa öldüğü gün ne halde olduğuna bakmak lazım. Geride ne bıraktığına. O gün gelene kadar toptancı bir anlayışın cevaba dönüşmesi hayli gereksiz.

Yaptığınız işe inanıyor musunuz? (bir ropörtajınızda edebiyata inanmıyorum diye birşey söylemişsiniz)

Edebiyata inanmıyorum ama bu konuda çok yetenekliyim, cümlesini sarf eden Céline’di. Louis Ferdinand Céline. Bense böyle bir cümleyi tekrarlamanın keyfine varmaya çalışmış olan sıradan bir salağım.

Niçin yazıyorsunuz?

Şimdilik, bu dünyada yapılabilecek daha ilginç bir iş bulamadığım için.

Romanlarınızdan geçinebilecek kadar para kazanabiliyor musunuz? Geçinemiyorsanız, para kazanmak için başka ne yapıyorsunuz?

Son birkaç yıldır, kitapların gelirleriyle geçiniyorum çünkü tek masrafım hayatta kalmak. Ama buna bir gün, hayatı yaşamak masrafı da eklenirse, ne iş olsa yaparım!

Kitaplarınız senaryolaştırmaya oldukça uygun dolayısıyla kitaplarınızdan birini filme çekileceği söylense ne hissedersiniz?

Hissedeceklerim, kitapları filme kimin çekeceğine göre değişir. Söz konusu şahsın kimliğine göre bir küfür gibi algılayabilir ya da set işçisi olabilirim.

Kitaplarınızın bu kadar çok satmasını neye bağlıyorsunuz?

Bu konuda bir yanlış bilgilendirme olmalı çünkü çok satmıyorlar. Dolayısıyla az satmalarını neye bağladığımı söyleyebilirim: Az sayıda insanın ilgilendiği konular hakkında yazmama.

Bir romanın başarılı olabilmesi için sizce olmazsa olmaz koşul nedir?

Bir saniye için bile olsa, gerçek olduğuna inandırması.

Yazarlık öğrenilecek birşey midir? Eğer öyleyse Siz nasıl öğrendiniz?

Yazar olunamayacağını öğrenene kadar yazarlığın ne olduğu tabii ki öğrenilebilir. Ben hâlâ bu bilginin peşindeyim, dolayısıyla öğrenebildiğimi söyleyemem.

Kendinizi yazmak için şartlandırır mısınız? “Günde şu kadar yazmalıyım” gibi; yoksa fikirleriniz geliştikçe mi yazarsınız?

Şartlandığım tek şey, “günde şu kadar okumalıyım,” konusudur. Yazmaksa, önceden hiçbir semptomu olmayan bir hastalık gibidir. Gelir, gider. Ne oldu bana, dersiniz. Önünüzde bir kitap duruyordur.

Yazarken çektiğiniz zorluklar nelerdir?

Çok fazla sigara içiyor ve çok fazla kayboluyorum. Dolayısıyla metnin dumanından gözlerimin görmediği anlar çok oluyor.

Yazarken belirli bir teknik gözetiyor musunuz?

Bir an önce yazıp kurtulma tekniğini uyguluyorum. Koşarak, nefes nefese, geriye bakmadan. Dalgayı yakalamış sörfçü gibi. Düşmeden önce en iyi hamleleri yapmak gerekiyor. Galiba bunun Türkçe’si, çalakalem tekniği.

Kendi kitaplarını yayınlatmak isteyen biz okuyucularınıza örnek olmak açısından ilk kitabınızı yayınlatma maceranızı anlatır mısınız?

Üniversitenin bilmem kaçıncı sınıfındayken, okula gitmektense bir kahveye girip yazmaya başladım. İki ay sonra yedi nüshada çoğaltıp yayınevlerine bıraktım. Üçü reddetti, üçünden cevap gelmedi, Om Yayınevi editörü Nevzat Çelik kabul etti. Ancak bu macera, tavsiye edilecek türden değil. Çünkü doğrusu, önce yayınevlerini tanımak, hangisinin hangi romanları bastığını öğrenip, tarzları tanımak. Benim hiçbir fikrim yoktu. Kitapçıda önüme gelen kitabı çekip yayınevi adresi alıyordum. Nevzat Çelik’le karşılaşmamız ancak romanlarda olabilecek bir tesadüftü.

İlk kitabınız öncelikle adı pek duyulmamış bir yayınevinden basılmış daha sonra Doğan Kitaba nasıl geçebildiniz? Yeni yazarlar ilk kitaplarını büyük bir yayınevinden bastırabilir mi? Yoksa küçük yayınevlerini mi denemeliler?

Yayınevlerinin mali bilançolarına bakmaksızın, hepsine yönelebilirler. Buradaki yazar-yayıncı işbirliği asgari müşterek üzerine kuruludur. Bir ticarethane olan yayınevinin sorumlusuyla, kutsal bir kitap metni yazdığını düşünen yazar bir araya geldiğinde, ortak noktalar sadece asgari olarak kalır. Ticaret ve sanatın hiçbir ilgileri olmasa da, varmış gibi yapılarak davranılır. Sonuçta, yeni romanlar, onları eksiltmeden yayımlayacak herhangi bir yayınevine götürülebilir. Önemli olan metnin tamamının kabul görmesi ve karşılığında telif hakkı ödenmesidir.

Yeni yazarlara tavsiyeleriniz nelerdir?

Yazdıklarını okumaları. Önce sol, sonra sağ gözleriyle.

Kaynak: ozgurroman.com

edebiyathaber.net (6 Haziran 2012)

Yorum yapın