Figen Şakacı’ya 6 soru | Can Öktemer

Haziran 15, 2018

Figen Şakacı’ya 6 soru | Can Öktemer

Hazırlayan: Can Öktemer

En son okuduğunuz kitabın adı nedir?  İzlenimlerinizi öğrenebilir miyiz?

Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Evlilik… Julia Kristeva-Philippe Sollers…. Uzun yıllara dayanan bir aşk, dostluk, dayanışma, birlikte ve ayrı ayrı üretebilme zenginliği…Okurken bir karı-kocanın birlikte geçen hayatlarına odaklanmıyor insan, bir psikanalistten daha fazlası olan bir yazarla, bir başka yazarın, dünyayla, kendi doğasıyla hemhal olan iki kişinin, kesiştiği, ayrıştığı bir ilişki içinde nasıl da çoğaldığına, yalnızlaştığına, dile getirilen- getirilemeyen içsel deneyimlerine de eşlik ediyor.  Yıllar önce Julia Kristeva’yla İstanbul’a geldiğinde bir röportaj yapmıştım. Onunla tanışmadan önce bütün külliyatını yutup, düşünce sistematiğini, kitaplarında mesele edindiği konuları anlamaya çalışmıştım. Benim için çok heyecanlı bir buluşma anıydı. O röportajda Kristeva; “Aşk yok; çünkü biz sinik, bilinçli, uyanık, aklı başında ve her şeyi ortada varlıklarız. İnsanlar hayal kırıklığına uğradıkça inançsızlaşıyor, kimseye inanmamaya başlıyor. Fakat bu hayal kırıklığının, bu sinizmin yanında spritüel arayışlara da giriyorlar…” diye başlamış, “aslında mutlak aşk yoktur, sonsuzluğa giden bir arkadaşlık vardır.” diye bitirmişti sohbetimizi.. Şimdi bu kitabı okurken onun demek istediğini daha iyi anladım ve ilişkilere, birini sevebilme yetisine dair daha bir umutlandım doğrusu.

Son okuduğunuz kitapta, en beğendiğiniz cümle ya da alıntı nedir?

“İşte aşkın mümkün bir tarifi: İnsan birbirini ancak çocuk olarak tanırsa sever.”

Yeni bir kitaba başlamadan önce arkadaşınızdan mı tavsiye alırsınız, kitap eklerinden mi yararlanırsınız yoksa tamamen sezgilerinizle mi hareket edersiniz?

İlgiyle, heyecanla ve merakla takip ettiğim yazarların izini sürerim. Onların yazdığı her şeyi de mümkün olduğunca okumaya çalışırım. Bunun için de yayınevlerinin listelerini gerek sosyal medyadan, gerek kitapçılardan takip ederek yazarlarımın yeni eserlerini tırım tırım ararım. Elbette okurluğuna güvendiğim yazarların, eleştirmenlerin, arkadaşlarımın tavsiyeleri vesevdiğim bir kitapta adı geçen başka bir kitap adı da beni çok kışkırtır.

Keşke bu kitabı ben yazsaydım dediğiniz bir kitap var mı?

Keşke ben yazsaydım demek için yazarın derdiyle dertlenmek gerekir. Okurken elbette hikâyeye, kurguya dikkat kesilirim ama her şeyden önce dile meftun olmaktır beni okurken hazza sürükleyen. Stefan Zweig’ın Bir Kadının Yaşamından 24 Saat kitabını okurken misal, keşke ben yazsaydım demedim de, bu kadar güzel bir anlatım, kadına bu kadar içerden bir bakış karşısında şapka çıkardım.

Yazdıklarınızı ilk olarak ne zaman gün ışığına çıkardınız ve ilk kimlere okuttunuz?

Bitirgen yayımlanmadan önce çok eve girdi çıktı, çok elde dolaştı. Aklıma düştüğü tarih epey eskidir de, yazma cesaretini bulmam 2008-2009 arasıdır. Kitap olarak çıkması da 2011. Bitirgen öyle bir zamanda yazıldı ve çıktı ki, şimdi anlatmaya kalksam sorunun sınırlarını aşarım.

Belirli yazma alışkanlıklarınız var mı? Gürültülü bir yerde mi yoksa sessiz bir ortamda mı yazmaktan hoşlanırsınız?

Senaryolarımı umuma açık yerlerde (de) yazabiliyorum ama eğer bir romana ya da öyküye başlayacaksammutlaka gece olsun isterim. Kedilerin el ayak çekilince gölgelerle oynaştığı gibi kelimelerle oynar, zihnimin oradan oraya atlayıp zıplamalarına yol veririm. Dünyanın gürültüsü dinmeden, kendi sesimi duyamam çünkü. Gündüzler ise daha çok not tutmaya, insanlık hallerine girip çıkmaya, çalkalanmaya, meram anlatmaya ve anlamaya yarar, bir o kadar da yorar. Günden kalanları süzen günlüklerim de bazen işime yarar.

edebiyathaber.net (15 Haziran 2018)

Yorum yapın