Bizans: İtibarı iade edilen kültür – ideoloji, kimlik, arkeoloji | İsmail Gezgin

Ekim 2, 2015

Bizans: İtibarı iade edilen kültür – ideoloji, kimlik, arkeoloji | İsmail Gezgin

ismailgezginyeniYaşamın algılanması, anlamlandırılması, özünde ideolojik bir olgudur ve bilgi ve iktidar kavramlarıyla yakından ilişkilidir. İktidarın yaşam dair oluşturduğu söylem ve hakikat dünyasından geçmiş, tarih ve arkeoloji gibi kavramlar ve disiplinler de paylarına düşeni almışlardır.

Kapitalizmle birlikte başlayan iktidar mefhumu, 18-19.yy’larda yükselen “milliyetçilik”le birlikte “ulusal kimlik” ve “özne” inşasına da girişmiştir. Varlığını meşrulaştırmak isteyen iktidar ihtiyaç duyulan geçmişin inşası için Tarih ve Arkeoloji gibi bilimlerin ürettiği bilgileri de kullanmaktan çekinmemiş, hatta bu disiplinlerin bilgi üretimini de kontrol altına almıştı. Bugünden hareketle ihtiyaç duyulan kimlik, arkeologlar ve tarihçiler tarafından geçmişin tozları arasından devşirilmişti. Yüzyılın “nesnel” ve “bilimsel” gibi kavramları da güven tazelemiş, sonuçlarından sual olunmayan bir “söylem” hep birlikte inşa edilmişti.

Kendisine Batı’nın layık gördüğü, Osmanlı’dan miras “oriental” kimliği beğenmeyen Türkiye de ihtiyacı olanı toprağın derinliklerinde bulmaya çalışmış, kendisine sağlam bir dayanak oluşturacak kimi kültürlerle kurulacak yakın ilişkiden medet ummuştu. Arkeologlar ve tarihçiler, modernleşme yolundaki Türkiye’nin köklerini kadim kültürlerle bağlantılandırma yarışına girişmişlerdi. Bu süreçte Türkiye ile daha yakından ilişkilendirilebilecek olan Sümer ve Hitit gibi kültürler daha ön plana çıkmış, araştırmalar bu yönde yoğunlaşmıştı. Bu nedenledir ki cumhuriyetin sanayisini oluşturan iki kuruluşa Eti ve Sümerbank isimleri verilmiş, arkeoloji bilimi resmi ideolojinin eski Anadolu kültürlerini Türkleştirme idealine hizmet etmeye başlamıştı.

cumhuriyet-donemi-gecmise-bakis-acilari-klasik-ve-bizans-donemleri-Front-1Koç Üniversitesi Yayınları tarafından 2010 yılında yayımlanan Cumhuriyet Döneminde Geçmişe Bakış Açıları: Klasik ve Bizans Dönemleri (Derleyenler Scott Redford ve Nina Ergin) kitabı aynı isimde düzenlenen bir sempozyumun (Anadolu Medeniyetleri Araştırma Sempozyumu 1) bildirileri arasında yapılacak bir okuma Türkiye ideolojisinin ve arkeolojisinin birlikte nasıl bir zaman yolculuğu gerçekleştirdiğini gözler önüne seriyor. Avrupa merkezli ve çalışma nesnesi olarak “uygarlığı üreten ari ırkı” merkeze alan arkeolojik çalışmalar, kendine bu minvalde sağlam bir zemin arayan Türkiye’ye de sirayet etmiş, “Türk” kimliğinin “uygarlık üretimi” ve “ırklar skalasındaki” rolünü tespit etmek arkeologlara düşmüştü. I. ve II. Tarih Kongresi’nin bildirileri o günkü devlet ideolojisinin inşa etmeye çalıştığı kimliğin tüm öğelerine işaret etmektedir.

Türk Tarih Kurumunun büyük Türk eliyle kuruluşundan beri, Türk Tarih Ufku, beşer tarihinin genel ölçüsü içindedir. Halin en büyük çalışma hızı içinde hazırlayan Türk milleti, istikbaline en yüksek emniyetle bakıyor. Çünkü o aynı zamanda, mazisinin kuvvetli temelleri üzerinde yükselmektedir. İşte bizim üzerimize aldığımız vazifeler, bu temelin sağlam malzemesini dünya ilim alemine tanıtmaktır. Bu kutlu ödev şu esaslardan ilhamını ve planını alır: Türk ırkı beyaz ve brakisefaldir. Bugünkü yurdumuzun sahipleri en eski kültür kurucularının ayni ırki vasıflarını taşıyan çocuklarıdır. Onun kültür meşalesiyle yayıldığı sahalar, dünyanın medeniyete kavuşabilen yerleridir. Ön Asya, Akdeniz havzası bu medeniyete mihrak olmuştur. Avrupa, Pasifikten geçecek eski Amerika kültürü, hep ayni köken kuvvet ve filiz almıştır. İşte bu geniş ölçü neolitik ve maden devirlerinin medeniyet çerçevesidir. Bu esaslar, ilk kongremizin tez izahında ve münakaşalarında tespit edilen hakikatlerdir. TTK, beş yıldır bunları teyit etmek için çalışmaktadır. Türk tarihinin ana hatlarını yazmak ve cihan kültürü içindeki yerini vermek, Kurumumuzun kuruluş gayesidir”.

Afet İnan’ın bu sözleri tüm dünya uygarlığının Türk etnik kimliğiyle bağlantılı olarak ortaya çıktığı inancını açıkça gözler önüne sermektedir.

Bu süreç bir yandan “ulus devletin” ihtiyaç duyduğu kimliğin inşasını sağlarken diğer yandan bu kimliğin sınırları dışında kalan “diğerlerini” de kimliklendirmekte ve ideolojik olarak konumlandırmaktaydı. Kimlik inşası karşılıklık gerektirir ve çift taraflı çalışır. “Diğer-ler-i”nden farkınız sizin kimliğinizi oluştururken “sosyal karşılaştırma” gereği “diğeri” de kimliklendirilmiş olur. Öte yandan arkeoloji bütün felsefesi ve ideolojisi ile Batı’dan Türkiye’ye geçmiş bir disiplindi ve geldiği yerin tüm ideolojik öğelerini üzerinde taşıyordu. 19.yy’ın ari ırk tartışmaları çerçevesinde, kendi kökenlerini Yunan ve Roma gibi kadim kültürlere yaslamak isteyen Batı ideolojisi, arkeolojinin o günlerdeki ideolojisini de belirliyordu. Böylece cumhuriyet rejiminin ihtiyaç duyduğu “geçmiş” bilgisini arkeologlar Sümer-Hitit-Yunan ve Roma’nın kalıntıları arasında arıyordu.

bizans11.yy’dan 15.yy’a kadar Asya’dan gelen beyliklere karşı mücadele veren Doğu Roma İmparatorluğu ise Bizans adıyla arkeolojinin araştırma alanına giremiyor, ihmal ediliyordu. Binlerce yıllık kültür, Türklerin Anadolu’daki varlığının meşruiyetine kurban gitmiş, resmi ideolojinin de gayretiyle aşağılanıp görmezden gelinmiş, yazılı ve görsel tüm ulusal kahramanlık hikayelerinin “öteki”si olmuştu. Osmanlı’nın kültür kökeni olan bir uygarlık adeta reddedilmiş, yok kabul edilmişti. Türkiye sinemasının Kara Murat ve Battal Gazi karakterleri yakın zamana kadar resmi ideolojinin bu kültüre bakışını yurttaşlara iletmiş, bir kültürün (“Bizans Oyunları” ve “Kahpe Bizans” olarak) seksist ve ırkçı biçimde izole edilmesine de katkıda bulunmuştur.

Bunda elbette bilimin ve üniversitelerin de Bizans kültürüne bakışı önemli bir rol oynamıştır. Resmi ideolojiye paralel olarak cumhuriyetin ilk yıllarında Bizans kültürüne yatırım yapmak devletin öncelikli tercihi olmamıştı. 1950’lere kadar Bizans arkeolojisine ilgi İstanbul özelinde büyük Bizans yapılarının restorasyon projeleri düzeyindeydi. Ancak bu tarihlerden itibaren üniversitelerde bir kıpırdanma başlamış 1990’lardan sonra ise Bizans çalışmaları hızla çoğalmıştır. Son zamanlarda Boğaziçi Üniversitesi ve Koç Üniversitesi’nin kurduğu Bizans Araştırma Merkezleri bu kadim kültürün itibarının iade edilmeye başlandığını ortaya koymakta ve bu alandaki çalışmalara ivme kazandırmaktadır. Bizans arkeolojisi söz konusu olunca da özellikle Koç Üniversitesini ayrı bir yere koymak gerektiği düşüncesindeyim. Üniversite bünyesinde kurulan Geç Antik Çağ ve Bizans Araştırmaları Merkezi’nin yanı sıra, düzenli biçimde organize edilen Uluslararası Sevgi Gönül Bizans Araştırmaları Sempozyumu ve yayımlanan sempozyum kitapları Bizans konusundaki bilginin kamusallaşmasına vesile olmaktadır. Üç yılda bir gerçekleşen bu sempozyumun dördüncüsünün de 23-25 Aralık 2016 tarihinde “Coğrafi ve Etnik İmgelemde Bizans Kimliği ve Öteki” başlığıyla yapılacağını da buradan duyurmuş olalım.

Akademideki karşılığı giderek büyüyen Bizans Arkeolojisi ve diğerleri bu toprakların kültür birikiminin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır ve unutmamak lazımdır ki geçmişsiz bir geleceğin inşası mümkün değildir.

Koç Üniversitesi Yayınları’nın yayımladığı Bizans konulu kitapların bazıları şunlardır:

* Cumhuriyet Döneminde Geçmişe Bakış Açıları: Klasik ve Bizans Dönemleri, derleyen Scott Redford ve Nina Ergin

* Ortaçağda İstanbul, Paul Magdalino (çv. Barış Cezar)

* The Byzantine Court: Source of power and culture, edts. A.Ödekan, N.Necipoğlu, E.Akyürek.

* Artmanoff: Bizans İstanbul’u İmgeleri, derleyen: Günder Varinlioğlu.

* Saklı Limandan Hikayeler: Yenikapı’nın Batıkları, derleyenler: Zeynep Kızıltan, Gülbahar Baran Çelik.

İsmail Gezgin – edebiyathaber.net (2 Ekim 2015)

Yorum yapın