Birikimi öyküleştirmek | Münevver Soylu

Kasım 4, 2016

Birikimi öyküleştirmek | Münevver Soylu

suyagmurbiryagsa_kŞu Yağmur Bir Yağsa, Kamil Erdem’in ilk öykü kitabı. Bu ay yayımlandı ve ilkin başlığıyla çekti ilgimi sonra daha da yoğunlaştırdı. Bütün bir haftayı birlikte geçirdik. Özgün bir sesi var yazarın. Daha ilk cümlelerinde derin bir etki uyandırıyor: “Bugün yağmur yağsaydı, ağaç ot çalı, kentin üstlerine yığdığı toz katmanından arınacaktı. Bugün yağmur yağsaydı, yılların oradan buradan taşıdığı geçmişte kalmış hataların, hamlıkların, yarımlıkların tortusu, arkasında ufak tefek izler, kırışıklıklar bırakarak akıp gidecek, çocukların, yaşlıların bir anlam çıkarmak üzere baksa da bir şey bulamayacakları yüzüm biraz yumuşayacak, yeniden lezzetli olmasa bile yenilir yutulur bir biçim alacaktı. (…)”

Yüz kırk dört sayfa içinde on bir öykü yer alıyor bu kitapta. Yazar bir yandan çağdaş insanı çevreleyen gizemi aralamayı denerken öte yandan küçük insanın zaaflarını, çelişkilerini işliyor, yalnızlığına, gerçekleşmese de tükenmeyen umutlarına eğiliyor. Kişiler, durumlar, konular değişse de yalın bir anlatımın çarpıcı birer örneği bu öyküler. İfade zenginliği, seçtiği konuların vuruculuğu, incelikle yansıttığı atmosferi ve benzersiz göndermeleriyle bambaşka bir lezzet sunuyor okuyana: “(…) Bense Narin’e Çağrılmayan Yakup‘ta kendini ‘alt tarafı, içi geçmiş koca götlü bir tanrı’ olarak betimleyen ‘Hizmetçi Firdevs ve Cam Bölmeler’ şiirini göstermiştim. Biraz üşümüştüm sanki. Göçebe daha ışıltılı gibiydi. Günde beş vakit hüzünlenen ‘Harput Kasabı’ sıcacık gelmişti bize. Çünkü Yakup ve arkadaşları, Dökümcü Niko’lar, Fener Bekçisi Salih’ler Firdevs’ler bunalan sıradan halktı. Harput Kasabıgiller ise sevinç kuşanmış kızgınlar ve hüzünlülerdi.” (s.76)

Şimdilerde daha geniş anlamlı bir kavram haline gelmiş olan “hikâyenin sesi”nden söz etmek isterim burada. Elbette göz‘ü büsbütün bir kenara atmış değilim, sesin hikâye boyunca okuyanı nasıl alıp götürdüğünü hatırlatmak istiyorum yalnızca. İlkin sesleri duyarız, kulağımızla okuruz, sayfalardaki o küçük, siyah işaretlerin ahenkten vurgudan yoksun bir şey olduğu, sese çevrilmediği sürece hiçbir anlamı yoktur aslında. Şu Yağmur Bir Yağsa, (Sel Yayıncılık) böylesi bir kitap. İyi bir eserde sayabileceğimiz daha pek çok unsurun yanında belki de en çok aranan istenen bir yapı daha var ki o da anlam, yani ana düşünce. Bir romanın ya da bir sinema filminin de ne anlatmak istediğini veya niçin yazıldığını merak ederiz. Ama bu durum en çok hikâyede böyledir. Az buz değildir hikâyeden beklediğimiz, yazarın meramını anlatması yetmez, hikâyeyi de anlatmak gerekir.

Kamil Erdem kitabında belli bir tarih kesitinde yaşamış olan, kişilerin dünyalarından yola çıkarak yapıyor bunu. Maharetle seçtiği ayrıntılarla, bir gözlemci titizliğiyle işliyor, kimi kez belirli bir olaya dayanmadan, hiçbir eyleme yer vermeden söylüyor sözünü. Konu ne olursa olsun, bir karmaşayı andıran hayattan süzülen her bir öykü, farklı koşullarda yaşayan kişilerin, giderek daralan dünyalarına odaklanıyor. Toplumsal bağları farklı olsa da uyumsuz, yadırganan, dolayısıyla yalnız ve çıkmazdadır bu kişiler. Örneğin, ‘Kır’ öyküsünde, köylü, üç beş günlüğüne gelmiş, şen adamın dünyası ne kadar yaşanmazsa, kentteki küçük adamın dünyası da o kadar yaşanmazdır. Mahallelinin tanımadığı, atölyede çalıştığı için yadırgadığı, bu yüzden bakışıyla, kuşkusuyla, sevgisizliğiyle kıstırıp boğmaya çalıştığı bir delikanlıdır öyküyü anlatan. Farklılığı okumuşluğundan gelir. Bildikleriyle yaşadığını bağdaştıramamanın boğuntusunda daralmış, sıkışmıştır. “Biz,” diye düşünecektir sonunda, “şu kod adı Ali olan şen adam ve ben ve dahi hep bir şeylere kızgın olduğunu düşündüren Nuri, Berec’den Hüseyin, Hüseyin’in karısı Hacer ve kaynakçı Refik, düz işçi Ahmet ne yapıyorduk böyle?” (s.64)

Ama öykülerdeki kişileri sıkan, boğan, her zaman kapalı çevrenin, iletişimsizliğin cenderesi değil yalnızca. Olağan hayatları, kaçırılmış fırsatları, söze dökülmemiş sırları da aktarıyor yazar. Durumlar, konular değişse de karakterin kendi kişiliği, varoluşu ile ilgili bir gerçeği fark etmesiyle kendini gösteren bir doruk noktası dikkati çekiyor. Duyguların ve tutkuların bu kişilerin düşüncelerini nasıl etkilediğini, değiştirdiğini gösteriyor. Böylece, her türlü sevgiyi, nefreti, didişmeyi yansıtıyor bize, bir de her türlü çıkarın nasıl çatıştığını. İnsana ve yaşama yaklaşımları da berrak ve sağlam. Kimi kez anlatımı kahramanlara bırakarak çok yakın bir temas içine atıyor bizi. Onlar hakkında her şeyi bilmesek de anlatılmayan daha başka önemli şeyler yaşamış olduklarını hissediyoruz.

Bu eseri yazarın has ürünü haline getiren ise, söz vurgusu, cümle biçimi, paragraf yapısı gibi inceliklere dayanan üslubu. Değişik cümle türleri değişik etkiler yaratıyor bu kitapta. Bazen özne kuvvetli fiillerle cümlenin başına yerleştirilirken, kırpılan kesit cümlenin sonunda. Buna karşılık, belirli aralıklarla telaşsızca tekrar edilen bir cümle ilgimizin dağılmasına izin vermiyor. Sözgelimi başkişinin gittikçe bulanan zihnini yansıtabilmek için kısa, soluksuz cümleler ve tek cümlelik paragraflar kullanıyor yazar.

Bir kere daha altını çizmek isterim ki, Kamil Erdem’in öyküleri, yalın bir anlatımın çarpıcı birer örneği olduğu kadar tercih ettiği mekânlar ve bu mekânların esinlediği duygusal nitelik, okuyana doyum olmaz bir haz veriyor. Sözün kısası Şu Yağmur Bir Yağsa, öpözgün bir yazarla karşı karşıya getiriyor bizi. metinlerdeki çağrışımlar, estirilen tatlar, maharetle bir araya getirilen ayrıntılar, yetenekli bir yazarı haber veren, sonraki ürünlerine umut bağlanabileceğini düşündüren bir kitap.

Münevver Soylu – edebiyathaber.net (4 Kasım 2016)

Yorum yapın