Adnan Özyalçıner: “Edebiyat değerinin yerini, reklam değeri almış durumda.”

Ekim 16, 2019

Adnan Özyalçıner: “Edebiyat değerinin yerini, reklam değeri almış durumda.”

Söyleşi: Adalet Çavdar

Bu yıl 38’incisi düzenlenecek olan Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın Onur Yazarı Adnan Özyalçıner. Fuarın teması ise “Edebiyatımızda 50 Kuşağı”. Fuarın onur yazar etkinlikleriyle Adnan Özyalçıner’in yaşamı ve eserleri kendisinin de katıldığı çeşitli paneller ve söyleşilerde konuşulacak. Fuar boyunca “Edebiyatımızda 50 Kuşağı” temasıyla özel etkinlikler düzenlenecek.

Yazarın konuşmacı olarak katılacağı etkinlikler>>>

Yazarın yaşamı, edebiyatı ve eserleri üzerine düzenlenecek söyleşiler>>>

1934 doğumlu Adnan Özyalçıner, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü mezunu. Hayatının 20 yılından fazlasını Cumhuriyet Gazetesi’nde düzeltmen olarak sürdürüyor. Pek çok kültür-sanat gazete ve dergisinde çalışıyor. İlk öyküsü 1953 yılında tek sayı yayınlanan Demet Dergisi’nde yayınlanıyor daha sonra öykü ve yazıları çeşitli edebiyat dergilerinde yer alıyor. Adnan Özyalçıner bugüne kadar öykü, roman, deneme, çocuk edebiyatı alanlarına pek çok eser kazandırdı. Hayatını edebiyatla sanatla geçirmeye devam ediyor.

Adnan Özyalçıner ile Tüyap’ı onur yazarlığı vesilesi ile 1950’lilerin kültür sanat camiasını ve bugünün yazınını konuştuk:

Bu yıl 38.’si düzenlenecek olan Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın “Onur Yazarı” sizsiniz. Bu haber aldığınızda ne hissettiniz?

Geç de olsa, hatırlanmış olmak, her yazar gibi, hoşuma gitti. 1950 kuşağının bir yazarı olmaktan onur duydum. Kuşağımın temsilcisi bir yazar olaraksa gelecek güzel günlere ulaşmamızın yaşam ve kültür savaşımını, bir kez daha, verecek olmamın sorumluluğunu duydum.

Fuarın teması ise “Edebiyatımızda 50 Kuşağı” bunun yanı sıra yapılacak etkinliklerde kültür sanat alanının 50 kuşağı ele alınacak. Bugün 85 yaşındasınız. İlk öykünüz 1953 yılında tek sayı yayınlanan Demet Dergisi’nde yayınlanmış, Bir Yılbaşı Gecesi. O günden bugüne yazının sizin için ne olduğunu nasıl anlatıyorsunuz?

Demet Dergisi’ni lise yıllarında sınıf arkadaşım Ahmet Tirali (öykücü Naim Tirali’nin kardeşi) ile birlikte çıkardık. Yakın arkadaşım Kemal Özer de derginin çıkarılmasında bizimle birlikte olmuştu. Bir edebiyat-sanat dergisinde basılmış ilk öyküm olması açısından önemli. Bir yılbaşı gecesini anlatan bu öykünün adı “Bir Garip Adam”dır. Kayıtlara yanlış geçmiş. Yazmak benim için, yaşadıklarımızın, daha doğrusu bize yaşatılanların, ön, arka yüzleriyle, bütünsel olarak anlatılmasıdır. Gelecek güzel günlerin ışığında.

Hayatınız çok uzun süre gazeteler ve dergilerin içinde geçmiş. Kültür sanat gazeteciliğinin içinde hem çeşitli alanlarda çalışmış hem de yöneticilik yapmışsınız. O günlerde o kurumların içerisinde bulunmak nasıldı, bugün oralarda olanları nasıl görüyorsunuz?

Yaşam kavgası içinde çabalayıp duran insanımıza kültür sanat yoluyla bir direnç sağlayarak bir umut kapısı açmaktır kültür-sanat-edebiyat dergiciliği, gazeteciliği, yazarlığı. Onların duyup da, düşünüp de hayallediklerini, gelecek umutlarını ifade edemeyişlerinin ifadecisi olmaktır.

Zamanın bu hızlı akışı kültür ve sanat alanını nasıl etkiledi? Sosyal, siyasal ve ekonomik baskılar kültür sanat üretimini ve bu alandan beslenen insanları nasıl etkiliyor?

Ben kendi açımdan, kuşağım açısından baktığımızda her baskı dönemi, yeni bir direnişin, kültürel başkaldırışın tetikçisidir. Baskı dönemlerinde edebiyat-sanat-kültür yaşamı hep yükselişe geçmiştir. Bu dönemlerde insanlar, yazılanların satır aralarını okuyarak gelecek umutlarını tazelemeye çalışırlar. Yazarlar da bu yolla bir bilinç, bilinçlenme, bilinçlendirme ortamı yaratmaya bakarlar.

1954-1960 yıllarında edebiyat dergilerine yazdığınız yazılar ve öyküler ile tanınmışsınız. Yaşım o yılları hatırlamaya yakın bile değil. Sadece okuduklarım ve duyduklarım var. Bugüne bakıyorum, bugünün dergiciliğine çoğunun kâğıt israfı olduğunu düşünmemek elde değil. Edebiyat ve edebiyat yayıncılığının bu denli değişimine neyin neden olduğunu düşünüyorsunuz?

Özellikle o dönemde, Erdal Öz, Onat Kutlar, Demir Özlü, Kemal Özer, Hilmi Yavuz ve daha başka yazar, şair arkadaşlarımızla birlikte çıkardığımız A Dergisi’nden söz etmek istiyorsunuz. O dergiyi biz, Demokrat Parti’nin 1956’da başlayan baskılar karşısında hem dönemin siyasal iktidarına karşı, hem edebiyatta gerçekçiliğin yüzeysel, basmakalıp anlatımına karşı çıkardık. Yaşamın da, edebiyatın da özgürleşmesinden, özgürleştirilmesinden yanaydık. Bu siyasal, toplumsal, kültürel karşı koyuş 12 Eylül 1980 darbesiyle çökertildiğinde, düşünce, anlatım özgürlükleri engellenince, insan hak ve özgürlükleri de ortadan kalkınca edebiyat-sanat içe dönük bir hal aldı. Siyasal, toplumsal insan yaşamından uzağa düştü. Günümüzde de düşünceye getirilen yasaklar, edebiyatı, sanatı yaşamdan, yaşananlardan uzağa düşürüyor. Eğlencelik bir edebiyat dünyası içindeyiz bugün. Edebiyat değerinin yerini, reklam değeri almış durumda.

Öykü, roman, deneme-inceleme, çocuk kitabı, antoloji-derleme, çeviri pek çok alanda üretiminiz var. Sizi ilk günden bugüne yazmaya teşvik eden, yazmaya iten şey ne idi? Hayatınızda uzun süre yazmaktan uzaklaştığınız bir dönem oldu mu?

Ben İstanbul’un kenar mahallelerinden birinde doğdum. Orada büyüdüm, yetiştim. Benim mahallem bir işçi mahallesiydi. Okuması yazması pek olmayan bir mahalle. Annem, babam gibi hiç okuması yazması olmayanlar da vardı. Babam da işçiydi. Bu yoksul mahallenin insanları, bütün yoksunluklarının farkındaydılar. Bunun ortada olan nedenlerini de biliyorlardı. Aralarında konuşup tartıştıkları olurdu. Buna karşılık hayalleri, düşleri, özlemleri, gelecek umuduyla yaşama bağlı insanlardı. Ne yazık ki bütün bunları, acılarını, sevinçlerini yani, ifade edemiyorlardı. İşte, onların ifade edemediklerini ben öykülerimle ifade etmek istedim.

Ben, İstanbulluyum. İstanbul, bütün güzellikleri, zenginlikleriyle benim mahallem. Ne var ki, İstanbul’un bütün bu güzellikleriyle, zenginliklerinden hepimizin eşit pay alamadığı da bir gerçek. İşte ben, bunu da anlatmak istedim. Anlatıyorum. İstanbul’un hepimizin olması için.

Kitap yayını olarak ara verilmiş dönemler olsa da, yazmaktan hemen hiç uzaklaşmadım.

Aldığınız pek çok ödül var, bu ödüller yazmak için teşvik edici miydi? Bugünün ödül alan genç yazarlarına bir tavsiyeniz var mı?

Ödüller, her zaman fark edilmiş olmanız açısından yararlıdır. İtici bir gücü de olur/olmuştur. Gençler için de aynı yararlar söz konusudur. Yalnız alınan her ödülün yeni bir sorumluluk yüklediği unutulmamalıdır.

Günümüz edebiyatıyla ilgileniyor musunuz? Yoksa sizde geçmişin tam manasıyla anlaşılmadığı ve bilinmediği duygusuyla yeniye kapalı mısınız?

Neden kapalı olacakmışım, anlamadım. Edebiyatın geleceğini, gelişimini yeni yazarlar belirler. Yeter ki, edebiyat değerinden, yaşamdan, yaşamın gidişinden, yaşananların ya da yaşatılanların tanıklığından uzak kalınmış olunmasın.

Edebiyatın 1950’den bu yana ele aldığı konular yani insanların yazma nedenlerinde nelerin değiştiğini düşünüyorsunuz?

Daha önce de değindiğim gibi yaşamdan, yaşananlardan bir uzaklaşma, giderek bir kopukluk yaşanıyor. İnsanın gerçeği, dünü, bugünü, geleceğiyle toplum gerçeğine bağlıdır. Bu bağ olmayınca insandan da, yaşamdan da söz edilmiyor demektir. Cansız, yüzeysel, biri ötekini yineleyen –geviş getirici– bir edebiyat söz konusudur.

Sizce bir ülkede yaşanan yani şu an günümüzde yaşanan pek çok sıkıntının ne zaman edebiyatta yansımalarını görebiliriz? Bize bugünün geleceğini anlatan eserler var mıydı? Aklınıza geliyor mu?

İnsan-toplum gerçeğini ele aldığımız sürece yaşananların edebiyata yansıması kaçınılmazdır. Günümüzü anlatarak gelecek umuduna ulaşmak olasıdır. Her dönemde bu tür bir anlatım geçerli olmuştur. Günümüzde de bu tür anlatıma bağlı yazarlar var. Ad vermeden gününü yansılayan, geleceğin aydınlığını işaret eden yazarlarımız var.

Okuduğunuz ve asla aklınızdan çıkmayan eserler nelerdir?

O kadar çok ki, hangisini söylesem bilemiyorum. Yalnız gençliğimizde hem beni, hem kuşağımızı etkileyen bir yazar: Rilke’ydi. Rilke’nin, Behçet Necatigil ve Andreas Tietze’nin güzel Türkçesiyle çevrilmiş olan “Malte Laurids Brigge’nin Notları” bizim başucu kitabımızdı; yaşamı, doğayı, insanı, insan ilişkilerini oya gibi işleyen anlatımıyla.

Bugün yazmaya başlayan, yazmak için çaba sarfeden gençlere neler önerirsiniz?

Yaşamı, yaşadıklarını yazmalarını; insan, doğa, toplum ilişkileri içinde, çelişkileriyle birlikte. Geleceğe, ileriye dönük olarak!

edebiyathaber.net (16 Ekim 2019)

Yorum yapın