Zaman zaman/ın içinde | Feridun Andaç

Temmuz 3, 2018

Zaman zaman/ın içinde | Feridun Andaç

Sözü öteye aldınız madem, kabullenmeli bu yabanlığı. Unutmalı da zamanınızı sizin. Ne eşikte beklemeli, ne de geçitler yaratmalı.

Endişe de bir çağrıdır, bunu bilmiyorsunuz madem; neden konuşup durmalı böyle.

Kendinizi nasıl adlandırır, tanımlarsanız tanımlayın; iyi söz, iyicil bakış hayatın içinden akıp duruyor.

Açıp okuyorum Silvina Ocampo’nun “Sonsuz Kule”sini. İçimin yurdunun renkleri canlanıyor birden.

Bir keşif yolculuğunda hissetmeli kendini insan her ân. Ruhuyla, bilinciyle dokunduğu her şeyin onu dönüştürebileceğini de bilmeli.

Tutup sevdiğim bir paragrafı iki kez okuyorum. İki kez görmek, iki kez hissetmek, sevdiğini iki kez sevmek, oturup ona her gün iki kez mektup yazmak için bu pasajı fısıldayarak okuyorum kendime:

“Korkunun tüm safhalarından geçtim mi artık? Merakım uyanmaya mı başladı şimdi? Hayaletlerle dolu  gibi görünen tüm odalar beni sessizliğe ve karanlığa mı teslim etti? Belki de henüz geçmediğim koridorlardan birinde bir pencere bulurum. Kulenin sonu gelmeyen oda ve koridorlarında yürümeye devam ettim. Talih  ne kadar da müstehzi. Hep bir kulede yaşamayı düşlemiştim. Şu müstehzi lafının anlamı neydi acaba?” (“Sonsuz Kule”, Silvinia Ocampo; Çev.:  Fulya Özlem)

Bir söze tutunurcasına, sese dönüyorum yüzümü. Hatırlamaya çalışıyorum oradan bir bir sözcüklerinizi. Kesik kesik gelen ses… Kıyısız zaman, ufuksuz bakış gibi örselenen duygularınızı anlamaya çalışıyorum…

Evet, belki de bir “kule” gerek herkese, gidip sığınabileceği, duygularını kapatıp düşünceleriyle çoğalabileceği.

Sahi, Montaigne de öyle yapmamış mıydı?

O Kule’sinde kendine yeni bir dünya yaratarak dünyaya oradan bakmamış mıydı?

Sonrasında, “şimdilik yeter” dediğinde alıp başını gitmemiş miydi merakla yeni yerlere, yeni zamanlara… Yeni insanlara hatta…

O keşif yolculuğunda zaman zamanın içinde diyerek yazmaya dönmüştü yüzünü.

İyicil bir bakışı kuşanmak için, yaralı benlik sanrısından geçmek gerekmiyor.

Bir yolun yolcusu olmaya gör, sizi taşıyan zaman her dem yeni deneyimlere kapı aralar. İşte görürsünüz orada yaşamın katmanlarını. Ne kapı kapıdır, ne de pencere penceredir. Eşikte bekleyen gözün seçiciliğine dönüktür yüzünüz her dem.

Yeryüzü şarkısı yaratmak için de yola çıksanız, sesinizin yetmeyeceğini anlarsınız bir zaman sonra. Bilirsiniz ki başka sesler gerek size.

Kendi sesinizi var edebilme yolcukları böyledir. Sizi sürekli sorgulara taşıyan, yeni başlangıçlar  öğreten… Kendi göğünüzün rengini bezeyen, duygu dilinizin alfabesini yeniden kurduran o bakışa erişeli beri; yalnızca ses vardır, çınıltısıyla başınızı döndüren. Sözcükleri hecelerken ki içtenlik, sevme/görme/anlama çağrısını var eden içtenlik, masumiyetin de bir göstergesi.

Şimdi, bizi biz yapan hikâyelere akarken gönlümüz; yaşama acemisi olan o tedirgin, kaygılı yürek kendi bahçesini kurmanın derdindedir.

Bunu bilirseniz eğer, ötenizdeki yolcunun nasıl bir Araf’ta olduğunu da anlarsınız.

Sonra, dönüyorsun sana eşlik eden metne. Gene altını çizdiğin  satırları iki kez okuyorsun, iki kez yazıyorsun; bir buraya, bir de onun gönderilmeyen mektubuna:

“Bir pencere çizmiştim ama o kadar kötü çizmiştim ki içinden sadece bir parçacık gökyüzü görünüyordu. Geceleyin en azından bir yıldız, hatta şanslıysam belki Ay’ı görebileceğimi düşünerek kendimi teselli ettim. Gerçekleşen mucizeyi fark etmedim. İnkâr etmeyeceğim: kusurlarımdan biri de dikkat dağınıklığı.”

Ocampo’dan alıyorsun “teselli” sözcüğünü.

Zamanın tesellisini yazmak istiyorsun, evet. Duygunun tesellisini, dilin tesellisini, bekleyişin tesellisini, ayrılığın tesellisini, acını tesellisini… ve gitmenin de bir teselli olabileceğini… Ki, geçtiğin ırmaklar, suyunu avuçladığın çeşme, kendini saldığın kuyu, karşına orada çıkan üç kapının sırlı yüzü; birini seçerken eline tutuşturulan anahtar… O iksirli bakışın magmasına tutulalı beri aldığın yolun seni getirdiği eşik…

Ve bilirdin ki; masal masal içindedir anlatılan zamanlarda.

Ölü ses, ölü yüz ölümcül bakışla biçim alıyor madem; unut ötede kurulanları.

Her insan kendi zamanının yolcusudur. Ne ötele ne de gönül yılkısına  sal. Bırak yansın kendi alevinde. Bak Daryush Shayegan ne diyordu:

“İçinde yaşadığımız kaos dünyası, adeta birbirine bağımlı üç eşanlı olgunun birleştiği nokta gibi görünüyor bana: büyübozumu, klasik aklın yıkılması ve sanallaşma.”

İnsan düş ve düşünce kozmografisinde her birine yakındır artık çağımızda.

Ne sırlanan bir hayat hayattır bunlarsız, ne de kendi körlük havuzunda debelenip durmanın adı yaşamaktır.

Dur ve düşün, sen de hecele şu düşünceleri kendince:

“Ama insan erişilmez bir şeyler öngörmeksizin, onun özlemini çekmeksizin yaşayamaz.”

Zaman zaman içinde yaşamanın tanıklığı, duygu atlası senden bunu ister; unutma.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (3 Temmuz 2018)

Yorum yapın