Yüksel Selek’i neden tanımalıyız? | Şule Tüzül

Şubat 22, 2017

Yüksel Selek’i neden tanımalıyız? | Şule Tüzül

sule-tuzul-300x200-300x200Yüksel Selek ismini, benim gibi, bugüne kadar duymadıysanız, onu tanımadıysanız, tanımalısınız. Yüksel Selek’in kendi anlatımı ile kaleme alınan, Mustafa Sütlaş tarafından hazırlanan, Özgürlüğün Peşinde isimli otobiyografisini okuduktan sonra herkese onu anlatıyorum şimdi, kitabı tavsiye ediyorum. Neden tanımalıyız onu?

Yaşadığımız coğrafyanın eksiği çok. Derdi çok. Acısı çok. Şikâyetimiz çok. İsyanımız çok. İtirazımız çok. Toplum olarak en büyük eksiklerimizden birinin hiçbir şeye hak ettiği kıymeti vermemek olduğunu, en belirgin özelliğimizinse unutkanlığımız olduğunu düşünüyorum. Ah şu bizim korkunç unutkanlığımız… Göreceli olarak çok genç bir ülkeyiz. Ülkenin şu kısacık ömründe, o kadar çok isim var ki hiç duymadığımız, duysak da unuttuğumuz; hala tutunduğumuz, sarıldığımız, umudumuzu taze tuttuğumuz şeyler varsa, tüm bunları borçlu olduğumuz isimler. Ne yaşarken ne ölümlerinden sonra kıymet verdiğimiz, unuttuğumuz isimler. Yüksel Selek 80 yılı geride bıraktığı ömrü ile, ne çabalamayı, ne umudu, ne geleceğe inancını yitirmiş, hem o isimlerden biri hem de yaşananlar, o yüzlerce isim unutulmasın diye yazmış kitabını.

Dikkat edin; teknolojinin ve sağladığı imkanların en yüksek seviyede olduğu, her türlü bilginin en paylaşılabilir, ulaşılabilir olduğu dönemde, olabilecek en kötü senaryolarla bombardımana tutulmuş gibiyiz. En kötü olasılıkların gerçekleşebileceği, her şeyin kötüye gidebileceği, umudun yok edildiği, her yönü ile toplumsal bir delirmenin eşiğinde yaşadığımız hissini hep taze tutan tedirgin bir hayat sürüyoruz. Korku, tedirginlik ve umutsuzluk en sık yaşadığımız duygular. Sanki hiç iyi bir şey olmuyor ve hiç olmayacak gibi.

Hiç mi iyi şeyler olmuyor, her şey ve herkes bu kadar mı kötü, bu kadar mı güvensiz? Ya biz bu kadar mı çaresisiz? İşte bu yüzden de tanımalıyız Yüksel Selek’i. Umut edebilmek için. Bu ülkede çok güzel şeyler de olduğunu, insanların güzel şeyler için mücadele ettiğini, inanırsak, çabalarsak güzel şeylerin başarılabileceğini unutmamak için.

Okunması kolay bir kitap değil Yüksel Selek’in otobiyografisi. Her sayfası oldukça yoğun ve uzun bir kitap. Ama okuduğum her sayfada, merak, takdir, umut duyguları ile doldu içim, Yüksel Hanım’ın inatla özgürlüğün peşinde ilerleyişi güç verdi. 80 yıllık çok zengin geçen bir ömrü 400 sayfaya sığdırmaya çalışmışlar Mustafa Sütlaş ve Yüksel Selek. Bu yoğun 400 sayfada sadece Yüksel Selek’i değil, Türkiye tarihini okuyoruz. Selek kitabını, bugün hayatta olan ve olmayan yüzlerce mücadele arkadaşına ve tanıklık ettiği tarihe olan borcunu ödemek için yazdığını söylüyor. Yaşanmış onca şey unutulmasın diye. Bu yüzden tanımalıyız Yüksel Selek’i; bugünümüz katkı verenlere borcumuzu bir parça ödeyebilmek için.

Yüksel Selek 1934 doğumlu. Çok istemesine rağmen 17 yaşında okuldan alınıp evlendiriliyor. Bu evlilikten iki çocuğu oluyor. Yıllarca iyi bir eş, iyi bir anne, iyi bir gelin, iyi bir ev kadını olarak sürdürdüğü yaşamında okumayı hiç bırakmıyor. Sonra öyle bir noktaya geliyor ki, evinden çıkıp daha güzel bir dünya için mücadele etmesi gerektiğini fark ediyor. Önce yarım bıraktığı lise eğitimini dışarıdan tamamlıyor. Sonra üniversite. Sonra çalışma hayatına atılıyor. Bir dönem öğretmenlik yapıyor. Bu arada insanlar için ne yapabilirim diyerek derneklerle, o dönemin sivil toplum kuruluşları ile iletişime geçiyor. Bir süre sonra kendini İlerici Kadınlar Derneği’nde (İKD) buluyor. Özgürleşme sürecinin İKD ile başladığını söylüyor. Yıl 1975. 12 Eylül öncesinde ve sonrasında arkadaşlarının, sevdiklerinin işkence ve katledilişlerini yaşıyor, ama asla ahla vahla, üzüntü ve yıkılmışlıkla geçirmiyor vaktini. Karşısına çıkan her engeli daha çok çalışarak, daha büyük umutla ve inançla aşıyor.

ozgurlugun-pesinde1Onun özgürlük anlayışı “özgürlük sorumluluktur” şeklinde olduğundan sorumluluk, sevgi ve saygı dışında hiçbir otoriteye biat etmiyor. 1984-1988 arası Almanya’da mülteci olarak yaşıyor. Peki duruyor mu? Asla. Almanya’da bulunduğu sürece gücü yettiği kadar her faaliyete katılıyor, bir şey yapmadan geçirdiği bir gün olmuyor. Almanya dönüşü tutuklanıyor, hapis yatıyor.

Tüm bu süreçlerde devletin, iktidarların, karşı görüşteki kurum ve kişilerin yanlışları kadar, kendi içinde bulunduğu siyasi oluşumların, kurumların, en yakınındaki insanların yanlışlarını da aynı şekilde eleştiriyor. Hiç kimsenin, hele kadınların itirazına olumsuz bakılan zamanlarda aynı mücadelenin içindeki arkadaşlarına “Başarılı her komünist erkeğin ayağının altında komünist bir kadın vardır!” diyebiliyor.

Kitap dostluk örnekleri ile dolu, hayatına giren hemen herkes orada kalıyor, ömrü boyunca sürdürüyor dostluklarını eksiksiz bir özenle.

Elli yaşından sonra Almanca, altmış yaşından sonra İngilizce öğreniyor. 1997 yılında Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık eylemini başlatan ekipte yer alıyor. 1999 Gölcük ve Düzce depremlerinde aktif olarak çalışıyor. Gölcük depreminin hemen ertesinde kurulan Sivil Koordinasyon Merkezi’nin kurucularından. Bu çalışmaların devamında Kadınlarla Dayanışma Vakfı (KADAV)’nı kuran ekipte ve bir süre KADAV Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yapıyor. İçinde yer aldığı her oluşumda ilk adımı atan, çalışkanlığı ve azmi ile herkesi motive eden, güç veren, yine çoğu oluşuma başkanlık eden o. Ama kitaba öyle alçakgönüllü bir anlatım hâkim ki; yaptıkları, gerçekleştirdikleri kadar yaşamdaki duruşuna da hayran olmamak elde değil.

Yüksel Hanım hepimiz gibi daha güzel bir dünya düşlüyor ve bu düşü gerçekleştirmek için, hepimiz adına hepimizden çok bu amaca hizmet eden bir yaşam sürüyor. İçinde yer aldığı çalışma ve mücadeleler sonucunda çok önemli tespitlere ulaşıyor. Bir ülkede sivil toplum gelişmeden siyasi partilerin gelişemeyeceğini, üstelik bugünün dünyasında artık siyasi partilerin temsil kabiliyetlerini bir ölçüde yitirdiklerini düşünüyor. 90’ların sonunda tamamen bir sivil toplum aktivisti oluyor.

Tüm bu süreç ve çalışmalar sırasında, kalçasındaki problem nedeni ile birkaç kez ameliyat oluyor ve yıllarca bu sağlık problemi yaşamının bir parçası oluyor, çalışmalarını bu şekilde sürdürüyor. 2000 sonrası dinlenmek için Bodrum’a taşınıyor, yine uzun bir dönem Gümüşlük Akademisi’nde çalışmalara katılıyor, Bodrum dışındaki çalışmaları da sürüyor tabii, dinlenmek Yüksel Hanım’ın kitabında pek yer bulamıyor.

Kitapta beni en çok heyecanlandıran bölümler, Yüksel Hanım’ın bir ömürlük siyasi ve toplumsal deneyimleri sonucunda güzel bir dünya düşünün ancak doğayı bir hak öznesi olarak tanıyarak, doğaya ve doğada var olan tüm canlılara saygı duyarak gerçekleşebileceği düşüncesine ulaştığı, bu doğrultuda yer aldığı çalışmaları anlattığı bölümler oldu. Gündeminde ekolojik sorunlar olmayan, küresel ısınma olmayan, biyolojik çeşitlilik olmayan hiçbir siyasi hareketin o ülkeye yararı yok, sistemi değiştiremez, diyor. Yeşil düşüncenin parlamentoda olması gerektiğini söylüyor. Dünyaya hâkim olmayı hedefleyen değil, dünyanın bir parçası olduğumuz bilincini temel alan bir yaşamı savunuyor.

Yüksel Hanım bugün Bodrum’da yaşıyor, ama kenara çekilmeden, hala hedeflediği dünyaya faydası olacak çalışmaların bir parçası olarak. Hala okuyarak. Hala insan olma sorumluluğunu taşıyarak…

Bu ülkenin tarihinde çok güzel insanlar çok güzel şeyler yaptılar. Yüksel Selek ve kitabında adı geçen insanlar yaşananların kanıtı. Hayatının en kötü, en umutsuz, en acılı ve zor zamanlarında bile durmayı, inançsızlığı, umutsuzluğu kendine yakıştıramayan Yüksel Hanım’ın hikayesi tam da bugünlerde ilaç niyetine okunacak bir kitap. Yüksel Selek’in hedeflediği; insanın doğanın hâkimi değil, bir parçası olmayı başardığı bir dünyada yaşama umudu ve dileği ile…

Şule Tüzül – edebiyathaber.net (22 Şubat 2017)

Yorum yapın