Yol Bilenler soruyor: Dünyaya yaptıklarımızın bedelini kim ödeyecek? | Şule Tüzül

Mart 2, 2018

Yol Bilenler soruyor: Dünyaya yaptıklarımızın bedelini kim ödeyecek? | Şule Tüzül

İnsanlık olarak, nasıl ki doğanın canına okuyoruz, biyolojik çeşitlilik her geçen gün azalıyor, nesli tükenen hayvanlar listesine her sene yeni isimler ekliyoruz, iklim değişikliğine yaşam tarzlarımızla neredeyse inatla olumsuz yönde etki ediyoruz, aynı zararı kültür ve dil çeşitliliğine de veriyoruz. Dünyada tek bir kültür ve dil kalsa ne olur ki, diye sorabilirsiniz elbette. Pek hoş bir soru olmasa da! Kolektif Kitap tarafından yayımlanan Yol Bilenler – Kadim Bilgeliğin Modern Dünyadaki Önemi isimli kitabında Wade Davis bu soruyu yanıtlıyor. 

Günümüzde konuşulan dil sayısının 7000 olduğunu belirten Wade Davis, bu sayının yarısının sonraki nesillere aktarılamayacağını söylüyor ve soruyor: Sırf tek bir kişiye hitap ediyor diye bir ihtiyarın bilgeliğini önemsiz mi sayacağız? İnsan olmak ve hayatta olmak ne anlama gelir? Bu sorunun biricik cevabı dünyadaki kültürlerdir, yani eğer korumayı başarırsak, bu soruya dünya 7000 farklı cevap verebilir. Davis ve meslektaşlarının tahminlerine göre, birkaç nesil sonra insanlığın toplumsal, kültürel ve entelektüel mirasının yarısı yok olacak. Davis, bu konuda en güçlünün hayatta kalması prensibini reddediyor, bu anlayışın ırk ve sınıf farklılıklarına bilimsel gerekçe yapıldığını, İngilizlerin dünyayı sömürgeleştirmesi ve birçok kültürün yok olmasına neden olan politikalarının, Nazilerin yaptığı başta olmak üzere birçok soykırımın temelini bu anlayışın desteklediğini söylüyor.

Kitap, dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayan farklı kültürleri tanıtan beş bölüme ayrılmış. Kahverengi Sırtlan Mevsimi isimli ilk bölümde, kültür ve dilin neden önemli olduğu ile birlikte insanlığın ataları olduğu söylenen göçebe avcı-toplayıcı topluluk Sanlar anlatılıyor. Kahverengi Sırtlan Mevsimi, Sanların yaşadığı Kalahari Çölü’nde geçen en kurak ve zor mevsime deniyor.

Kitaba adını veren Yol Bilenler bölümünde Polinezya ve Markiz Adaları’nda yaşayan halklar anlatılıyor. Birbirine binlerce kilometre uzakta bulunan adalar arasında gidip gelen, ticaret yapan bu halklar, 1500’lü yıllarda Avrupalılar bu coğrafyayı keşfettiğinde denizcilik, coğrafya bilgisi, yiyecek saklama yöntemlerinde Avrupa’dan çok ileridelermiş. Hiçbir alet kullanmadan, sadece rüzgâra, dalgalara, bulutlara bakarak yön ve hız ayarlaması yapabilen halklardan bahsediliyor. Onlar Yol Bilenler. Papua Yeni Gine’nin 250 kilometre kuzeydoğusunda bulunan Trobriand Adaları’nda yaşayan toplulukların kadın erkek eşitliği olan bir kültüre ve paranın olmadığı gelişmiş bir ticaret sistemine sahip olduğunu öğrenmek ise gerçekten çok etkileyici. Tüm bu kültürler maalesef Avrupa ve Amerika tarafından yıllarca yok edilmeye çalışılmış.

Üçüncü bölümde Amazon Ormanları’nda yaşayan Anakonda Halkları anlatılıyor. Wade Davis’in anlattığı amazon yerlilerinin yaşamlarına ve kültürlerine baktığımızda, içinde bulunduğumuz ve her geçen gün daha da homojen bir yapıya dönüşen medeniyetin sanıldığı gibi bu halklardan daha ileri olmadığını anlıyoruz. Amazon halklarından biri olan Barasanalar en etkileyici olanlarından biri. Zaman diye bir sözcükleri yok. Başlangıç ve son, dolayısıyla kader de yok. Kutsal olan şeyler onlar için kullanılmayan, tapınılan şeyler değil, yaşayan, yaşamında içinde var olan ve etkileşimde bulunulan şeyler. Maloca denen evlerde yaşıyorlar. Maloca’lar birçok anlamı simgeleyen ve buna göre tasarlanan uzun evler; hem kutsal mekanları hem de her türlü yaşamsal aktiviteyi burada gerçekleştiriyorlar.

Dördüncü bölüm Kutsal Coğrafya adını taşıyor. Birçok kültürde kutsal kabul edilen yerlere büyük saygı duyulurken, gelişmiş dediğimiz ülkeler rant uğruna ne kutsallık ne de doğaya saygı kavramlarını tanıyorlar. Bugünün modern dünyası için “kutsallık” sadece sözde var ve ticari amaçlara hizmet ediyor. Davis, bu duruma Kanada’dan örnekler veriyor. Bu bölümde, maden aramak ya da binalar dikmek için doğal bir varlığı yok etmenin bedeli sorgulanıyor. Rönesans’la birlikte dünya bilime yaklaştı, bireysel özgürlüklerini kazandı ama sezgilerini yitirdi. Toprağın, ağacın bir ruhu olabileceği, bir şahinin uçuşunun birçok anlam taşıyabileceği bir kenara atıldı. Birçok insan için bunlar gülünüp geçilen safsatalar. Sezgilerini yitirmiş bir dünya bugün açlık, yoksulluk, savaşlar, iklim değişikliği gibi sorunlarla baş etmeye çalışıyor.

Daha kötüsü ve korkuncu medeniyet dediğimiz şey ilkel olarak yaftaladığı yerel halkları çeşitli yöntemlerle yok ediyor. On sekizinci yüz yıl sonunda, Avrupalıların Avustralya’ya ayak bastığı zaman, Aborjin nüfusu bir milyonun üzerindeyken, yirminci yüz yıl başında bulaşıcı hastalıklar, sömürü ve katliamlar nedeni ile otuz bine inmiş! Dünyanın birçok yerinde medeniyetten uzak yaşayan ve ilkel dediğimiz birçok kültür aynı kaderi paylaşıyor.

Kokainin ana maddesi olan koka bitkisi, 4000 yıldır And dağlarında yaşayan halklar için kutsalmış. Besin maddesi ya da ilaç olarak kullanılmış, dua ederken, doğum ve ölümlerde, günlük yaşam ritüellerinin bir parçası olmuş hep. Yine çağdaş dediğimiz ülkelerin kokain talebi nedeni ile bu halklar yıllardır uygulanan bir vahşetin muhatabı olmuşlar ve çoğu yok edilmiş. Buna rağmen kültürlerinde savaş, düşmanlık, kötülük gibi kavramlar olmadığından yıllardır bu vahşeti yapanları barışa davet ediyorlar ve bunun için dua ediyorlar. 9 Ocak 2004’te bölgedeki yerel halklar birleşerek, okurken boğazımı düğümleyen, şu bildiriyi yayınlamışlar:

“Teneffüs ettiğimiz havanın, akan suyun, tepedeki güneşin bedelini Yüce Ana’ya kim ödeyecek? Var olan her şeyin kutsal ve muteber bir ruhu vardır. Bizim yasamız kökenlere ve hayata dairdir. Bütün Erkek Kardeşler’i hayatı korumaya çağırıyoruz. Ana’ya ettiğimiz vaadi doğruluyor ve bütün halklar, bütün uluslar için birlik beraberlik çağrısı yapıyoruz.”

Kitabın son bölümü Rüzgarlı Yüzyıl’da Davis, kültürlerin yok oluşu ile ilgili eleştirilerinin çağdaş dünyaya, değişime ya da teknolojiye karşı değil, iktidarlara ve vahşi tahakküme karşı olduğunu söylüyor. Dolayısıyla içinde iktidar olan tüm ideolojileri eleştiriyor, çünkü hepsi yüzyıllardır sistemli bir şekilde yerel halkları yok etmiş. Bu bölümde Davis ayrıca, Borneo’da yaşayan halkları ziyaret ettiğinde yaşadıklarını ve gözlemlerini paylaşıyor.

Yol Bilenler’i bitirdiğinizde, eğer kitapta geçen halklara dair önceden bir bilginiz yoksa, dünyanın “ötekiler” olarak sıfatlandırdığı insanları bilmemekten kaynaklı mahcubiyetin yanı sıra, onlara yapılan yok etme politikalarının utancı yerleşiyor. Wade Davis, bir kitap boyunca kültürün önemini anlatıyor, yok olan her kültürle neler kaybettiğimizi… Yol Bilenler, tüm kültürlere saygı duymanın ve onları yaşatmanın, farklılıklarımızla zenginleşen bir insanlık olabileceğimiz bilincine sahip olmanın gerekliliğini ve önemini anlatmaya çalışan bir kitap.  Bu bilinç yerine, yok olan her kültürle mahcubiyet ve utancımız artarken, insanlık biraz daha eksiliyor.

Şule Tüzül – edebiyathaber.net (2 Mart 2018)

Yorum yapın