Yazmak, yazarlık, okumak üzerine aforizmalar: 3 | Feridun Andaç

Kasım 2, 2015

Yazmak, yazarlık, okumak üzerine aforizmalar: 3 | Feridun Andaç

feridun-andac*Kitabevinde sonunda aradığım kitabı bulabilmiştim; Sanat Neye Benzer. Hemen aldım ve masama kavuşur kavuşmaz okumaya başladım. Yazarımızın (Miguel Tamen) “Ne Beklemeli” başlıklı giriş yazısı sarmaladı beni. Bu kitabı neden okuduğumu biliyordum. Masamda LewisCarroll’ınAlice Harikalar Ülkesinde ve Aynanın İçinden (Çev.. Tomris Uyar) kitapları duruyor. Hemen yanı başında JonthanSwift’ınGulliver’in Gezileri… Neden orada tuttuğumu, neden sık sık okuduğumun açıklamasını bu kitapta bulmak sevindirdi beni. Açıklanamaz olanı açıkladığı için değil, tam tersi bir kitabı niçin/nasıl okuduğumuzu gösterdiği için bırakamadım elimden. O kitap hayata/insana dair bir şey söyleyebiliyorsa ancak böyle davranabilirsiniz.

*Size önerim: Hemen bir kitapçıya gidin, Sanat Neye Benzer’i alın, bir defter açın yanı başına… Alice kitapları size yeniden okuma duygusu vermesinin yanı sıra “sanat”a dair birçok şeyi de yeniden düşündüreceği için; bir çok şeye “mesafeli” duruşunuza da yeni kapılar açacaktır. Her kitap yeni bir okuma biçimi sunduğu gibi, sizi dönüştürebileceğini de unutmamalısınız.

Bir ipucu size: “…bu kitap sanat hakkında konuşmanın, konuyla ilgili ve önemli başka pek çok şey hakkında konuşmakla, hatta pek çok insan etkinliğiyle yakından bağlantılı olarak görülmesi gerektiğinde ısrar ediyor. Alice kitaplarını yeterince iyi biliyorsanız, burada söylenmek istenileni anlayabileceğiniz umudunu dile getiriyor.”

*Sanatı görme biçimi” ancak biriktirerek, gözlem yaparak oluşturulabilir. Bunu yalnız ben söylemiyorum, açın John Berger’ın Görme Biçimleri’ni eğlenceli bir ders kitabı gibi okuyun, kendinizi başka bir kıyıya nasıl taşıyabileceğinizi göreceksiniz o zaman.

*Hayatımız yalnızca yaşadıklarımızdan ibaret değildir. Miguel Tamen de, kitabında, işte bize bunun öyle olmadığını; “hayatımızın başka pek çok şeyin yanı sıra böyle kitaplarla da sıkı sıkıya bağlantılı olduğunu” anlatmaktadır. Peki, sizce de öyle mi gerçekten? Yazın bunu. Sonra da anlatın bir dostunuza.

*Kitaplar hayatı çekilmez kılan her şeye karşı bir savunma hattıdır. Yazarlar ise dolu fişekleriyle cephe gerisinde bekleyen birer nefer.

*Shakespeare?

-Ah, evet!

Cervantes?

-Don Kişot!

Montaigne?

-Yaaa, denemeler!

Kimse ne okuduğunu, nelerden söz ettiklerine değin(e)mez. Yakın birer akrabalarıymışçasına tanıdıkça şaşkınlıkla karşılarlar adlarının nidasını… Bu üç yazarı ne zaman okutabilirsek lise çağındaki herkese, işte o zaman çağdaşlıktan dem vurabiliriz.

*Gençleri okumazsan, yaşlılara rağbet edemezsin.

*Günümüzde gösteriş budalalığına dönüştürüyorlar her işi, uğraşı. Yazarlık da bundan payını alıyor elbette. Niyet okuyarak yazanlar çoğalalı beri, herkeste bir yazma edası/çalımı. İyi okur bunun bir budalalık olduğunu bilir de; fark ettirmez. Ne ayna gibi elinde tutar kitabı/nı, ne de göstererek görünmek budalalığına prim verir. Peki, ortadakilerin bu gösteriş telaşı neden sizce?

*Herkesin ne okuduğunu bil, ama okuduğunu okuma. Seni okuma yolundan şaşırtacak kitabı bekle: mutlaka iyi bir okurun elinde göreceksindir ya da başka bir okumada karşına çıkacaktır. Okuma zamanını bozuk para gibi harcama sakın.

*Size sinemadan iki kitap önereceğim: Ben Fellini (Charlotte Chandler), Al Pacino (Lawrence Grobel). Eğlenceli, öğretici, hatta ders kitabı nitelğinde. Bir üçüncüsünü de önerebilirim, çünkü bu okumalarımdan çıktı karşıma: Brando: Annemin Öğrettiği Şarkılar (Robert Lindsey). Ama henüz okumam bitmedi. Okumadığım, beni etkilemeyen, bana bir şey öğretmeyen/söylemeyen bir kitabı ne de yazarı önermem hiç kimseye.

*Küçük hesaplar büyük yalanlarla kurulur. Her ikisi de alçaklıktır. Yükseklik korkusu olmalı bu tür insanların. Her ortamda vardırlar. Ama edebiyat ve yayın dünyasında daha çokturlar. Sık sık düşüşlere rastlamamız da bundandır sanırım!

*Biri size, “çok iyi yazıyorsunuz” diyorsa kaygıyla yaklaşın. “Yazdıklarınıza göz attım,” diyorsa; okumadığını anlayın. Ama eleştiriyorsa; dikkatle dinleyin, sabırlı olun, hemen tepki göstermeyin; çünkü yazdığınızı okumuş biriyle konuştuğunuzu bilin.

*Aşksız yazılmaz, ama aşkta da yazılmaz. Aşkla yazılabilir ancak.

*Yazarken kalem değiştirmeyin. Ama yedeğini de her an yanınızda tutun. Bu derede at değiştirmeye hiç benzemez.

*Yazardan tufeyli çıkmaz, ama bukalemun çok çıkar. Her edebiyat tarihinde böyle bir çöplük vardır.

*Sözü olan yazar, olmayan söver.

*Roman neden yazılır?

-Başkalarının hayatını göstermek. Kendini orada saklamak için.

Şiir neden yazılır?

-Gençlik ateşlerini bastırmak için.

Öykü neden yazılır?

-Yazmayı öğrenmek; hem kendine hem de insana doğru yürümek için.

*Biri “eğrisi doğrusu”, diğeri de “tarafsız bölge” diyor. Ama kimsenin “cim karnında bir nokta” diyesi yok. Bu günlerde hiçbir yazar/söyleyen “kral çıplak” demeye cesaret edemiyor mu ne?!

*Yazmak refah sağlamaz. Ama refah yazmayı sağlar. O zaman da ya rehavetten söz eder durursunuz ya da merhametten…

*Botokslu/hormonlu yazar olmaktansa kabzımal olmayı yeğlerim.

*Yalandan kimse ölmemiş, doğrudur. Her yer yazar dolu, görmüyor musunuz? Kapı baca almıyor artık!

*Selçuk Altun’u ve Ayşe Kulin’i dizi oyuncularına benzetirim. Yazdıklarıyla yapay cennettir sundukları, masalsı yaşam simgesi. Ama bir başka yan da var ki; “ben yazar olacağım” diye tutturan çocuk edası, Selçuk Altun’daki! Alkışlanmaya değer doğrusu. Ayşe Kulin’de ise yazarlıktan akil insanlığa geçiş edası!

*Yazar olmayı kafaya koymuşsanız eğer; biraz hırsınız, ama biraz da küpünüz dolu olmalı.

*Bir yazarın başka yazarla cebelleşmesi kendi yazdıklarının daha iyi olduğu anlamına gelmez. Ama bu hasetlik yok mu, ortalıktaki yazıcılar bu çarşının efendileri şimdi.

*İnsanın adı çıkacağına canı çıksın sözü her zaman doğru değil! Böyle birine çatmıştım bir zamanlar. Öfkemin gazabına uğramıştı. Salona çıktım ki; bütün avanesi alkış tutuyor:

-Elinize sağlık, kibri öldürüyordu bizi, diye.

Yazar çizerin para işlerine bakıyordu yayınevinde. Kraldan çok kralcıydı anlayacağınız.

*Yazar, biraz da kuzgunu çağırandır. Ama gecede.

*Herkes roman yazabilir, aşağı yukarı herkesin hayatı bir romandır. Ama asıl mesele öykü yazabilmektir. Çünkü yazmayı öğretir insana; insana bakmayı, hayatı görmeyi.

*Mademki yazıyorsunuz, yazmaya soyundunuz; konuşmaktansa dinlemeyi seçin, yazarak zaten konuşuyorsunuz.

*Her şeyi yaz demişti, bir gün Tarık Dursun K., bana. Çünkü sen, yeni yazar adayı; bir süre imzan için böyle çalışman gerek. Sonra, imzan senin için çalışacak. Onun bu sözleri hep kulağıma küpedir.

*Gidip bir ustamı kucakladım. Çok üzgün olduğumu söyledim. Eşini yitirmiştik. Aramızda söze gelmeyen bir burukluk vardı. İnsan ustasına küsebilir mi, hele bu Adnan Özyalçıner ise…

*Roman yazmak isteyen birinin yolu mutlaka Shakespeare’e düşmeli. Neden mi? Neyi yazıp yazamayacağını görebilmek için.

*Beni hep şaşırtandır Ferit Edgü, ama bir o kadar da öğreten. Siz ona giderseniz tanırsınız ancak. Ama kapıları ( o kadar) sımsıkı kapalıdır. Hiçbir zaman yolgeçen hanı kılamazsınız onun yolunu. Yazdıkları da öyledir. Durur bekler, has okurunu. Sonra bir daha terk etmemek üzere bağlanırsınız.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (3 Kasım 2015)

Yorum yapın